TÜRKİYE – İRAN SINIRI VE KÜÇÜK AĞRI DAĞI
Bir süredir sıkça karşılaştığımız sorulardan birisi “Türkiye ile İran arasındaki sınır ihtilafının adı olan Küçük Ağrı Dağı meselesidir.
Konu ile alakalı oluşan bilgi kirliliğini ortadan kaldırmak için, bu konuya değinme ihtiyacı duydum kıymetli okuyanlarım. Daha önceden yapılan anlaşma ile Küçük Ağrı Dağı, İran ile Türkiye arasında sınırı teşkil ediyordu. İşin garibi sınır hattı bu dağın zirvesinden itibaren yarısı Türkiye’de , diğer yarısı İran’da kalacak şekilde çizilmiştir. Bölgenin kırık arazi yapısı, sınır kontrolünün çok zor, hatta yer yer imkânsız hale getirmektedir.
Bu durum, tabiatı gereği sık sık sınır ihlalleri ve ciddi problemlerin yaşanmasını da beraberinde getiriyordu. Zaman zaman kontrolsüz güçler, sınırı her iki tarafında işledikleri eşkıyalık, kaçakçılık gibi suçların sonuçlarından kurtulmak için, arazinin kendilerine sunduğu fırsatlardan faydalanarak, sınırın diğer tarafına geçerek, yakalarını kurtarabiliyorlardı.
Bu durum, özellikle 1927 yılından sonra kendini gösteren Ağrı Dağı merkezli Kürt isyanlarında kendisini göstermiştir. Çıkan isyanların Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bastırılma operasyonlarında sıkışan Kürt isyancılar, kontrolü çok zor olan Küçük Ağrı Dağında bulunan sınırı geçerek, İran topraklarına sığınıyorlardı. Bu yüzden isyancıların takibi mümkün olamıyor ve süreç çok uzuyordu. Yaşanan bu süreç doğal olarak Türkiye – İran ilişkilerini olumsuz yönde etkilemekteydi.
3. Ağrı Dağı isyanında da durum aynıdır. Sınırın, İran tarafındaki bir nevi lojistik destek üssü olan Makü bölgesinden aldıkları destekle ciddi manada güçlenen isyancılar, sınır hattını rahatlıkla geçerek, Türk topraklarında baskınlar yapıyor ve vahşet sergiliyorlardı.
İsyanın bastırılması için görevlendirilen Orgeneral Salih Omurtak , komuta ettiği 9. Kolordu birlikleri ile ciddi bir mücadele içinedir. Ancak önceki isyan girişimlerinde olduğu gibi, yine aynı senaryo ile karşı karşıya kalınmıştır. Sıkışan isyancılar, Küçük Ağrı Dağının yarısından itibaren başlayan sınır hattını geçerek İran tarafına geçiyorlar, belli bir süre sonra geri dönerek, eylemlerine devam ediyorlardı. Durumun bu şekilde gitmeyeceğini bilen Ankara, Tahran nezdinde diplomatik girişimlerinin dozunu dahada artırmaya başladı. Türkiye’nin konu ile alakalı olarak İran’a verdiği son notada, durumun çok ciddi bir hal aldığını, sınırın diğer tarafının mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini ihtar etti. Bu durumun, iki ülke arasında var olan iyi komşuluk ilişkilerini zehirlediğini, meselenin hal olunmaması halinde, iki ülke arasında onarılması imkânsız problemlerin çıkacağını kesin bir dille ihtar etti.
Türkiye’nin bu sert ihtarının da tesiri ile olsa gerektir, İran da bölgedeki askeri faaliyetlerini artırarak, Türkiye’nin talepleri doğrultusunda isyancıların İran topraklarında rahat hareket etmesini önlemeye yönelik operasyonlar başlattı. Türkiye ve İran birlikleri tarafından çember içine alınan Kürk isyancılar, daha fazla dayanamayarak yenildiler. 1930 yılının sonlarına doğru isyan tamamen bastırılmış, gerekli güvenlik çalışmalarında bitme noktasına gelmiştir.
Birkaç defa tekrarlanan bu isyan hareketlerinin, bir daha olmaması için Ankara ciddi bir çalışma içine girmiştir. Bu sınır meselesinin kökten halledilmesinin elzem olduğunu bilen Ankara, çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırıyordu.
3. Ağrı isyanının devam ettiği süreçte, Gazi Mustafa Kemal Paşanın da direktifleri doğrultusunda, diplomatik girişimler de hız kesmeden sürdürülmüştür. İsyan süresince yaşanan sınır ihlalleri yüzünden Başbakan İsmet İnönü, İran Devletinin olaylar karşısında takındığı pasif ve birazda umursamaz tavrına tepki göstererek, daha sert tedbir alınması taraftarıdır. Ancak Mustafa Kemal Paşa, diplomasinin işletilmesinden yanadır. O sıralarda İran Devleti nezdinde Türkiye’nin Büyükelçisi Mahmut Şevket Esendal’dır. Büyükelçi Esendal’ın İran Hükümeti nezdinde konuya dair yaptığı bütün girişimler sonuçsuz kalmış ve hiçbir ilerleme sağlanamamıştı. Yaptığı girişimlerin sonuçsuz kaldığını gören Büyükelçi Esendal, Ankara’ya bilgi vererek görevden affını talep edecektir.
Bu süreci yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa, Sofya Büyükelçisi Hüsrev Gerede’yi acele olarak Ankara’ya çağırmıştır. ( 16 Temmuz 1930 ) Hüsrev Gerede, Milli Mücadelede sergilemiş olduğu performansı nedeniyle göz doldurmuş, tuttuğunu koparabilen iyi bir diplomat olarak biliniyordu. Aldığı emir gereği hemen Türkiye’ye dönen Hüsrev Gerede, 24 Temmuz 1930 tarihinde Yalova’da bulunan Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmede, paşa kendisine şunları söyleyecektir; “ …. Müşterek hudutlar üzerinde tezahür eden olaylar, beni Rıza Han hakkında asla şüpheye düşürecek mahiyette değildir; Zira, hatırlarım ki Pehlevi Hz. Bu gibi meselelerin müşterek faaliyetlerimizle bertaraf edilmesinde kuvvetlerimizi teşrik edebileceğimizi de kabul eden samimi dostluk ederleri mahiyetinde sözler söylemiştir. .. Zat-ı aliniz de , benim ilk inkılap ve müşkülat arkadaşım olmak itibariyle, bu nazik vazifenizi muvaffakiyetle ifa edeceksiniz, buna emniyetim vardır..” dedikten sonra şunları sözlerine eklemiştir; ..” Hüsrev, Pasaportun cebinde; fakat dönmeni değil, orada kalmanı, hudut meselesini halli ile sulh ve dostluk siyasetimizde Muaffak olmanı dilerim..” diyerek, Hüsrev Bey’in öncelikli görevinin bu meselenin halli olduğunu belirtmiştir.
Bu görüşmeden sonra, Hüsrev Gerede Tahran Büyükelçisi olarak 25 Ağustos 1930 tarihinde İran’a gitmek üzere hareket etti. 15 Eylül tarihinde güven mektubunu, Tahranda Rıza Şaha sunan Büyükelçi Gerede, yaptığı konuşmada Türkiye – İran sınırında yaşanan problemlere dikkat çekerek, iki, ülkenin huzur ve dostluğunun gereği olarak bu konuda acil tedbir alınmasını ve diğer önemli konuları dile getirdi. Şah, bunları dinledikten sonra fazla bir yorum yapmadan, Türk Basınında İran’ın takip ettiği politikalarla alakalı olarak aşırı yorumların olduğundan şikayet etti. Zira bu dönemde Türk basınında, sınır bölgesindeki kargaşalık karşısında, İran hükümetinin tavrını şiddetli şekilde eleştiren çokça yazı çıkmaktaydı.
Türkiye, Küçük Ağrı Dağının tamamen egemenliğimize alınmadan bu problemin kökten bitirilemeyeceği kanaatine varmıştı. Bu yüzden Küçük Ağrı’nın tamamına fiili olarak yerleşmişti. Küçük Ağrı Dağında el konulan İran topraklarına karşılık, Stratejik olarak pekte kıymetli olmayan Van bölgesinde Kotur mevkiinde bir miktar toprak vermeyi teklif etti.
İran bu teklife pek sıcak bakmadığını, 1913 İstanbul Protokolünün, iki ülke arasında esas olduğunu belitti. Ancak bu protokol tam manası ile onaylanmadığından, bizi bağlamayacağını belirten Türkiye , yaptığı teklifte ısrarcı olduğunu yineledi.
Tahran Büyükelçisi Hüsrev Gerede , Türk tarafının bu talebinin ısrarla takipçisi olduğunu , yaptığı temaslar ve çalışmalarla ortaya koyuyordu. Bu arada ilişkilerin bir türlü gelişememesinin verdiği rahatsızlığında tesiri ile olsa gerek, İran’ın Ankara büyükelçiliğinde değişiklik yaşandı. Yeni Büyükelçi Mirze Sadık Han Ankara’da, Atatürk’e itimat mektubunu sunarken, karşılıklı iyi niyet ve dostluk mesajları verildi.
Hüsrev Gerede’nin yaptığı çalışmalar ve Türk Hükümetini konu hakkındaki kararlı tutumu, problemin çözümü yönünde umut dolu gelişmeleri de beraberinde getirmeye başlamıştı. Durumun olumlu bir havaya doğru gittiğini gören Büyükelçi Hüsrev Gerede, istişarelerde bulunmak üzere Ankara’ya geldi. Konu hakkında Mustafa Kemal Paşa ya gerekli bilgileri verdikten sonra, sonuç almayı kolaylaştırmak ve Türk Hükümetinin konuya çok önem verdiğini göstermek için, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kendisi ile birlikte İran’a gelmesinin olumlu karşılanacağını ifade etti. Bunun üzerine, Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda Dış İşleri Bakanının da İran’ı ziyaret etmesi kararlaştırıldı. Gazi Paşa bu meselenin halledilmesini çok önemsediği için, görüşmelerde tıkanma olması halinde, İran tarafını etkilemek için “ Şah Hazretlerini hakemliğini isteyin” diyecektir. Nitekim görüşmeler devam dererken stratejik bir Tepe’nin hangi tarafta kalacağı konusu görüşmelerin tıkanması sonucunu doğurunca, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, “Şah Hazretleri aramız da hakem olsun” teklifini öne sürmüştür. Tabii Türk tarafının bu jesti karşısında ortam sakinleşecek ve İran Şahının da tesiri ile bu pürüzde halledilerek anlaşmaya varılmıştır.
Artık iki ülke arasında anlaşmanın imzalanması karşısında bir engel kalmamıştı. 23 Ocak 1932 de Tahran da Türkiye Cumhuriyeti adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İran Devleti Dışişleri Bakanı Furugi arasında, sınır sorunun çözümüne yönelik olarak, “Türkiye ile İran Hudut Hattının Tayinine Dair İtilafname” ile iki ülke arasındaki sorunların çözümüne yönelik “Türkiye ile İran Arasında Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Muahedenamesi” adlarında iki anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile , Küçük Ağrı Dağının tamamı Türkiye’ye verilirken, buna karşılık olarak, Van iline bağlı Kotur bölgesinde bir miktar toprak İran’a verildi.
Böylece, uzun yıllar Türkiye ile İran arasında ciddi bir problem olan sınır meselesi, sulh yolu ile halledilmiş oldu. Bu anlaşmanın bir hatırası olarak bugün Türkiye – İran sınırı olan, Kazım Karabekir Tarım işletmesi içinde yer alan bir çeşme yapılmıştır. Bu çeşmeye İran Şahının Türk asıllı eşi Süreyya ya ithafen,” Süreyya Çeşmesi” adı verilmiştir. Yeşil Iğdır Gazetesi
Arslantürk AKYILDIZ
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.