Bugün, Türklerin bulundukları her yerde kutlanmakta olan ve yeni yılın başlangıcı, doğa bayramı ve baharın müjdeleyicisi diye bilinen geçmişi 18 asırdan daha fazla olan Nevruz Bayramı. Bu bayram sert ve uzun süren kış aylarından sonra doğanın bahar ile yeniden canlanmasının sembolüdür.
Nevruz ile alakalı bir önemli şey ise Türklerin Ergenekon’dan çıkış tarihi olmasıdır.
Nevruz, Orta Asya’dan Anadolu’ya pek çok bölgede dayanışma, toplumsal birlik ve yardımlaşma gibi önemli durumları sağlayan içeriği ile hala yaşamakta.
Baharın yani yeni yılın başlangıcına hazır olmak isteyen insanlar nevruzda yeni yılı yeni kıyafetler giyerek karşılıyorlar. Öncesinde ise varsa yıkılmış olan yerler onarılıyor, evler temizleniyor, badanalar yapılıyor. İnsanlar böyle yaparak yeni senede her şeyin yeni olmasına itina gösteriyor.
Nevruz Bayramı kutlamalarındaki ritüellerden biri de yumurtaların tokuşturulmasıdır. Yumurtaların bolluk için boyanıp ve tokuşturulduğu biliniyor. Ayrıca mezarlık ziyaretleri de çok görülür. Bu ritüel ile ecdatla evlat buluşması gerçekleşir.
Nevruzda yapılan bir diğer şey ise spor müsabakaları. Ayrıca şarkılar söylenip danslar ediliyor, şairler şiirlerini okuyor.
Nevruz, Ergenekon Destanı’dır
Ergenekon Türklerin var olma düşüncesinin sembolüdür. Nevruzun tarihi Ergenekon’a dayandırıldığından o gün demir dövülerek Ergenekon’dan çıkış da kutlanıyor. Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan çıkışının anısına kutlanmıştır.
Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan çıkış günü olarak da biliniyor. Kelime olarak “yeni gün” anlamına gelen bu özel günde, tabiatın canlaması ile yeni bir senenin başladığına ve ne kadar bereket, bolluk, dayanışma ve yardımlaşmayla geçirilirse tüm yılın o şekilde geçeceğine inanılıyor. Bugüne özel kurulan ve 7 çeşit yemeğin bulunduğu “nevruz sofrası”na toplu hâlde oturuluyor. Senenin bolluk ve bereketle geçmesi için kurulan zengin sofrada, herkes her yemekten yiyerek, senenin o rahatlıkta geçmesini diliyor.
Ergenekon Destanı
Ergenekon Destanı’nda Türkler, Nevruz günü Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler’in mitolojik sayılarındandır.
Ergenekon Destan’ı, Türkler’in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. Ergenekon Destanı’nın önemli bir çizgisi, Türkler’in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler’in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı’nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir.