Türkeş'in vefatının 21. yılı. Zaman geçtikçe, Alparslan Türkeş'in öncülük ettiği Milliyetçi/Ülkücü Hareket'in Türkiye'nin var oluşundaki yeri daha belirginleşiyor.
Milliyetçilik tabiî ki Türkeş'le başlamadı. Hatta Dokuz Işık da Türkeş'le şekillenmedi. Zaman zaman anlattım. Kitaplarımızda da izah edilmiştir. Ama öyle bir fonksiyonu var ki, milliyetçi hareketleri dernekçiliğin çok ötesine taşımış, Türkiye'nin istikbaline yön vermiştir.
Daima hatırlatırım. Halkımız, Türkiye'nin içine itildiği badireden çıkışında Türkeş'in fedakârlığını idrak etmiştir. İnsanlar 7 Nisan'da Ankara'da kar altında yapılan cenaze töreninin ihtişamıyla başında olduğu partisi arasındaki oransızlığı gözlemişler ve Türkeş'in asıl neyi temsil ettiğinin farkına varmışlardır.
Yanı başımızda bir emperyalist güç, ta uzaklarda Okyanus ötesinde bir başka emperyalist güç Türkiye üzerinden birbirleriyle cedelleşiyor.
O, siyasî liderdi ama askerî formasyona sahipti. Tehlikenin nereden nasıl geleceğini hesap etmiş, tedbirini almıştı. Ankara'da gençleri toplar, bıkmadan usanmadan tarihten misallerle neler yapılması gerektiğini anlatırdı. Ülkü Ocakları üniversitelerde böyle teşkilâtlandı.
1968 yılından itibaren Türkiye büyük kavganın içine sürüklendi. İtildi, demiyorum, sürüklendi. Önüne geçilmez bir sürüklenme... Kurtulmak için çaba gerek. Yoksa topraklar "Türkiye/Türkeli" olmaktan çıkacak.
Türkeş'in bir araya getirdiği üniversiteli gençler tehlikenin önünde büyük set kurdular. O dönemi yaşayanları, ilk Ülkü Ocakları'nı fakülte fakülte kuranları, sonra Ülkü Ocakları'nı birlik hâline getirenleri dinledim ve yazdım. Hatıralarını yayınlayanlar da olmuştur. "İlkler"den Erol Kılınç meselâ; kendisini dinlemiştim. Sonra "Damla Damla Yaşadıklarım" kitabını çıkardı. Yeri geldikçe burada Erol Kılınç'ın hatırlarından bahsettim. Öyle sıradan yazılmış bir hatıra değil; dili sağlam. Merakla okuyorsunuz. Yakın tarihin, Ülkücü kanadın muğlak kalmış birçok noktasını aydınlatıyor. Ve Türkiye'nin hâlini onun satırlarından kavrıyorsunuz.
Erol Kılınç bir esnafın çocuğu. Şu hakikat ki, ülkesine sahip çıkanlar Anadolu'nun cefakâr insanları. Ölümüne mücadele veren gençleri bir araştırın. Bir tarafta ülkesini, emperyal güçlerin içimizdeki maşalarının saldırılarına karşı savunurlarken, diğer taraftan yoklukla mücadele ediyorlardı. Dönemi yaşadım ve sonra zamanın süzgecinden geçirerek geriye baktım. Gençlerin dayanma gücünü Allah'ın bir lütfu görüyorum. Arızalar olmadı mı? Olmaz olur mu! Fayda sağlamak isteyenler, kullanmak isteyenler, farklı mecralara sürüklemeye kalkışanlar vardı ama Hareket'i çizgisinden saptıramamışlardır.
Erol Kılınç "saptırma" hesaplarının örneklerini kitabında vermiştir. Millî Mücadele'de M. Kemal de "saptırma" hesaplarına karşı çok ihtiyatlıydı. Sadece Hint Müslümanı Mustafa Sagir'in idamını hatırlatayım.
Ülkücü Hareket ruhunun ne kadar gerekli olduğunu güney sınırımızda başlattığımız harekâtta da görüyoruz. ABD'nin ve Rusya'nın maşalarını, 1970'li yıllarda olduğu gibi, "Kızılelma'ya gidiyoruz." diyenler dağıtmışlardır.
İttihat ve Terakki Fırkası konusuna iki gündür boşuna girmiyorum. Tarihin cilvesi, İttihatçılar yenildiler. Çökmek üzere olan bir imparatorluğu ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Dayanabildikleri kadar dayandılar. Yine içlerinden çıkanlar Millî Mücadele'yi verdiler.
Biz her sahada Millî Mücadele ruhunu yaşatmalıyız.
Arslan TEKİN / YENİÇAĞ