Türkçülüğün manifestosu kabul edilen “Üç Tarz-ı Siyaset”in yazarı olan Akçura’nın fikirleri Osmanlı Devleti sınırlarının ötesinde Rusya Türkleri içerisinde de etkili olmuş ve gerek Rusya Türkleri gerek Osmanlı Türkleri arasında milliyetçi – aydınlanmacı fikirlerin önderlerinden biri olmuştur.
Yusuf Akçura, 2 Aralık 1876'da Moskova'nın doğusundaki Ulyanovsk'ta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazan'a göç etmiş Kırım Türkleri'nden. Babasının ölümü üzerine 1883 yılında annesi ile birlikte İstanbul’a göç etmiş, burada Harbiye Mektebi’ne girmiştir. Mezun olduktan sonra erkan-ı harp sınıfına ayrıldıysa da Jön Türklerle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tekrar tutuklanarak Fizan’a sürülmek üzere Trablusgarp’a gönderilmiştir.
Trablusgarp’tayken bir süre sonra serbest bırakılan ve rütbesi iade edilen Akçura İstanbul’a geri dönmemiş ve Paris’e gitmiştir. Burada, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde üniversite eğitimi alan Akçura; Şerafettin Mağmumi, Sadri Maksudi ve Ahmet Rıza gibi düşünürlerle tanışmı, Paris’te içlerine girdiği Narodnik ve Marksist Rus sığınmacı çevrelerinden de oldukça etkilenmiştir.
1903 yılında, üniversite eğitiminin bitmesinin ardından Kazan’a dönmüştür. Meşhur “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesini burada yazarak yayınlanması için Kahire’de yayınlanan Türk Gazetesi’ne göndermiştir. Makalenin İstanbul çevresinde pek bir etkisi olmamıştır ancak Rusya Türkleri arasında oldukça ses getirmiş ve Akçura’nın tanınırlığını arttırmıştır. Kazan’da İsmail Gaspıralı ile tanışmıştır. Akçura’nın Türklerin siyasi birliğini sağlama, agresiflik yerine ılımlı bir politika izleme, siyasal alandan çok kültürel alanda mücadele verme, toplumsal ilerleme de kadında önemli bir rol görme fikirleri ve doğayı gözlemleme, gerçekliği temel alan incelemeler yapma, tarihsel çözümlemelere önem verme, her türlü uhreviyattan arınmış laik bir düşünce sistemi kullanma yöntemleri Gaspıralı’nın etkisiyle gelişmiştir.
1908 yılında Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet’in iadesi üzerine tekrar İstanbul’a dönmüştür. Bu dönem onun en faal olduğu yıllardır; İstanbul’da kurulan Türkçülükle ilgili derneklerin hemen hepsinin kurucuları arasında yer almış, birçok gazete ve dergide yazılar yazmıştır. Özellikle Türk Yurdu Cemiyeti’nin yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi’ndeki yazılarıyla dikkatleri çekmiştir.
1911 yılında bu sefer İstanbul’da yayınlanan “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi ilkinin aksine bu sefer İstanbul’da da büyük bir yankı oluşturmuş ve Türk milliyetçilerin temel metinlerinden biri haline gelmiştir. Akçura’nın gittikçe artan entelektüel şöhreti sonucunda İttihat ve Terakki Partisi’ne davet edilmiş ancak bu daveti reddetmiştir. Hatta Ziya Gökalp’in ısrarlı istekleri sonucunda partiye katılmayı kabul etmesine rağmen yemin metnindeki “Osmanlı Devleti’ne ve İslam’a bağımlılık” taahhüdünü görünce vazgeçtiği söylenmektedir. İttihat ve Terakki’ye katılmayı reddetmiş ancak faal siyasetin dışında da kalmayarak 1912 yılında Ahmet Ferit Tek ile birlikte Milli Meşrutiyet Fırkası’nı kurmuştur. Bu parti, ideolojisini Türkçülük olarak belirleyen ilk partidir. Parti’nin yayın organı İfhan Gazetesi’dir ve müdürlüğünü Mustafa Suphi yapmaktadır.
1913 yılında Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikastın ardından sürgün edilen muhaliflerin arasında Ahmet Ferit Tek ve Mustafa Suphi de yer almıştır. Böylece parti dağılmış ve hiç bir seçime katılamadan kapanmıştır.
Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı birlikte Kırım, Gurzuf’ta (1908)
Akçura, 1917’de Bolşevik Devrimi sırasında Rusya’ya gitmiş ve 1 yıl orada kalmıştır. Yaşanan devrimi ve yükselen bu yeni ideolojiyi yerinde inceleyen Akçura ardından tekrar İstanbul’a geri dönmüştür. 1919 yılında, işgal altındaki İstanbul’da Milli Meşrutiyet Fırkası’ndan bir grup isimle birlikte Milli Türk Fırkası’nı kurmuştur. Milli Türk Fırkası, Türkçülüğünün yanında ülkenin işgal edilmiş olması ve devrim Rusya’sının Akçura üzerindeki etkisinin yansıması olarak anti-emperyalist yanıyla öne çıkmış bir partidir. Parti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra Akçura İngilizler tarafından tutuklanmış, bir süre sonra serbest bırakılmıştır. Serbest kaldıktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş, Ankara’da Maarif Vekaleti’nde, Kazım Karabekir’in karargahında çalıştıktan sonra 1924 yılında İstanbul mebusu olarak meclise girmiştir.
Akçura, 1932 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin başkanlığına seçilmiş ve ömrünün sonuna kadar bu görevi sürdürmüştür. Aynı zamanda 1934’te İstanbul Üniversitesi’nin yeniden kuruluşunda Yakınçağ Siyasi Tarihi profesörü olarak hocalık yapmıştır.
11 Mart 1935 tarihinde vefat eden Akçura, Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Üç Tarz-ı Siyaset
1904 yılının Mart ayında kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi Akçura’nın ismini duyuran eseri olmuştur. Makale Türkçülüğün manifestosu olarak kabul edilir. Türkçülüğün manifestosu olarak nitelendirilen bir makalede bekleyebileceğimiz Türklerin niteliklerini ve tarihlerini öven hamasi söylemler bu makalede yoktur. Aslında Akçura’nın hiç bir söylev ve eserinde böyle bir üslup yoktur. O tüm çalışmalarında tamamen gerçekçi ve faydacı argümanlar üzerinde durmuştur. Makalede Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için savunulan Osmanlıcılık, Pan-İslamizm ve Pan-Türkizm fikirlerinin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini tek tek tartışılmıştır.
Akçura, makalesine söz konusu üç siyasetin de değerlendirilirken izlenmesi gereken yöntemi belirterek başlamıştır. Buna göre bir siyasetin yararlı olup olmadığı incelenirken önce bütün insanlığa yararlı bir sonuç doğurur mu diye bakılması ardından uygulanacağı toplum için yararlı mıdır diye değerlendirilmesi gerekir. Eğer bu yöntem izlenmez ve sadece Osmanlılara, Müslümanlara veya Türklere faydalı mı diye bir değerlendirme yapılırsa usul eksikliğinden dolayı o incelemenin hatalı olacağını söyler[18] ve ardından üç siyaseti değerlendirmeye geçer.
Akçura, Osmanlıcılık siyasetinin imparatorluktaki tebaayı birleştirebileceği söyler. Bu siyaset Türk ve Müslüman tebaanın Osmanlı kimliği altında kültürel özelliklerini kaybetmesine sebep olsa bile birlik halinde bir toplum oluşturabilecektir. Ne var ki bu durumun Batılı büyük devletlerin çıkarlarına aykırı olduğu ve Osmanlı’daki gayrimüslimlerde artık milli bilincin oluşmuş olması sebebiyle Osmanlılık kimliğini kabul etmeyecekleri için bu politikanın uygulanabilirliği olmadığına ve bu yöndeki çabaların da beyhude bir yorgunluktan ibaret olduğuna hükmeder.
Akçuraya göre Osmanlı Devleti içindeki Türklerin ayrı bir millet olarak teşkilatlanmaları iktisadi, sosyal ve siyasi şartların yarattığı bir zarurettir.[31] Akçura “Türkçülüğün Tarihi” adlı kitabında uluslaşmanın gereğini şöyle açıklar: “19. yüzyılda dünya medeniyet tarihine en çok etki eden fikir milliyet fikridir. Milliyet fikrine, bu büyük kuvvete hiçbirşey galip gelmedi. Yüz binlerle muntazam ordular, bu fikir karşısında yenildi. Bugün milliyet fikrini yenebilecek kuvvet, şiddet, zulüm, top, tüfek değildir; belki milliyet fikrinin ana ve babası olan hürriyet ve eşitlik fikirleri onu yenebilir.”[32] Akçura’ya göre Batılılaşmak da Abdullah Cevdet’in iddia ettiği gibi ideolojik bir tercih değil, hayatta kalmak için bir zorunluluktur.[33] Osmanlı aydınları arasındaki yaygın olan “Batı’dan tekniği alıp kültürü almama” fikrine karşı çıkmıştır.