Kitabı yazdığı dönemde Kral Fahd b. Abdülaziz hayatta olduğu için daha ziyade onun ahlaksızlıklarını ve yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya çalışan, Nasır el-Said kitabının ilk 30 sayfasını Suud Hanedanının şecerenamesine ayırmış ve kitabının bitiminde de bu hanedanının aslında Hicaz ve Medine Yahudilerine dayandığını ispat etmiştir.
El-Said kitabının devamında Yahudilerin Muhammed b. Abdülvahhab’ın tesis ettiği “Vahhabilik Düşüncesi’ni” nasıl desteklediğini genişçe açıklıyor. Sonra Muhammed b. Abdülvahhab’ın nasıl dini bir lider olduğunu ve bununla beraber Arabistan’ın siyasi liderliğinin Suud Hanedanına intikal edilmesinde Yahudilerin eli olduğunu ve bu planın Yahudiler tarafından planlanıp icra edilmesini geniş bir şekilde açıklıyor.
Yazar, Suud Hanedanının icraatlarını teferruatıyla incelemiş ve hiçbir hususu kalemden düşürmemeye gayret etmiştir. Devamında Bu hanedanın Arabistan’daki kabilelere yönelik soykırımlarını incelemiş ve iddiasının ispatı için gerçekleri yansıtan birtakım tarihi fotoğrafları gözler önüne sermiştir. Yazar kitabının devamında Suudi Hanedanının geçtiğimiz asırda İngilizlerle olan yakın irtibatlarına da yer vermiştir.
Nasır el-Said kitabının devamında Suudi Hanedanı ile İsrail rejiminin kurucusu Ben Gurion arasındaki yakın ancak gizli tutulan irtibatlarına ve günümüzde bu ikilinin arasında devam eden ilişkilerine yer vermiş ve şöyle eklemiştir: “Ben Gurion’un idealindeki rejimi kurmak için direk olarak Suudi Hanedanının desteğini almıştır.”
Yazar, yukarıda adı geçen “Tarih-i Arabistan” (Arabistan Tarihi) adlı eserin kapağına eski Arabistan kralı Fahd b. Abdülaziz’in gençlik yıllarında fahişe bir kadın ile yakalandığı bir fotoğrafını bırakmıştır. Fotoğrafta kral tanınmamak için elleriyle yüzünü kapatmaya çalışıyor. Yazar fotoğrafın üstünede Suud Hanedanına gönderme yaparak Bakara suresinin 204’ten 207’ye kadarki ayetlerinin mealini yazmıştır:
“İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır.”
“İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
Ona: “Allah’tan kork!” dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevk eder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!”
Şimdi Bu Habis Şecerenin Ayrıntılarına Bir Göz Atalım:
Hicret’ten sonra 851 senesinde ANZA kabilesinin bir kolu olan Al -MASALIKH grubundan bir kaç adam buğday, mısır ve öteki yiyecek ürünleri almak üzere bir kervan kurarak Necd’den Irak’a gitti. Bu kervanın lideri Sahmi Bin Hatlul’du. Kervan Basra’ya gelince, yiyecek almak için durdu. Yiyeceği daha ucuza almak için pazarlık ettikleri sırada Yahudi tüccar Murdakai Bin İbrahim bin Mose, kervandakilere nereli olduklarını sordu. ANZA kabilesinin El Masalikh kolundan geldiklerini söyleyen kervandakilere Yahudi tüccar Murkadai büyük bir sevinçle sarılarak kendisinin de aslen o kabileden geldiğini fakat babasının aile içi ihtilaflar yüzünden kabileden ayrıldığını ve bu bölgeye yerleştiğini söyledi. Yanında çalışanlara dönen Murkadai, kervandakilerin develerini her çeşit yiyecekle doldurmalarını emretti. Bu durumdan çok duygulanan kervandakiler, Murdakai’nin anlattığı her uydurma hikayeye hiç tereddüt etmeden inandılar. Kervanın yükünü alıp da hareket etmeye başlayacağı an,Yahudi tüccar onlarla Necd’e gelmek istediğini ve ata topraklarını görmek istediğini söyledi. Bu istek kervan üyeleri tarafından memnuniyetle karşılandı.
Kervanla birlikte Necd’e gelen Murkadai, burada kaldığı süre içerisinde burada tanıştığı insanlara çeşitli propagandalar yaptı ve çevresinde bir grup oluşturmaya başladı.Yaptığı propagandalar Yemen, Hicaz ve Necd bölgesinde etkin olan Müslüman din adamı Şeyh Salih Salman Abdullah El Tamimi’nin tepkili muhalefetiyle karsılaşmıştı. Şeyh, Murkadai’nin gerçek niyetini çözmüş ve onu bölgeden sürdürmüştü.
El Kasım bölgesine sürülen Murkadai burada ismini değiştirerek Markan Bin İbrahim Musa ismini aldı. Bir süre sonra sürgün edildiği bu bölgeden ayrılan Murkadai El-Katif yakınlarındaki Diriye kasabasına yerleşerek burada yeni hikayeler uydurarak propagandalara başlar. Uydurduğu hikayeler arasında en çok bilinenlerden birisi Hz Muhammed’in kalkanının Uhud savaşında putperestler tarafından ele geçirildiği ve kalkanın daha sonra Banu Kunakiya adli bir Yahudi kabilesine satıldığı, onlarında bu kalkanı eşsiz bir hazine gibi sakladıkları hikayesiydi. Bu hikayelerle ve propagandalarla saygınlık kazanan Murkadai, bu kasabaya tamamen yerleşerek burayı kafasında tasarladığı Yahudi krallığının merkezi olarak görüyordu.
Markan Bin İbrahim Musa (Murkadai), kral olmak için bölgedeki birkaç Bedevi kabilesiyle yakınlaştı ve onların güvenini kazandıktan sonra krallığını ilan etti… Bu bölgede güçlü olan Ajman ve Banu Halid kabilesi birleşerek gerçek kimliğini ve amacını deşifre ettikleri Murkadai’ye karşı büyük bir saldırı başlatırlar. Saldırı da canını zor kurtaran Murkadai, bugün El Riyad olarak bilinen o zamanlar El Arid olarak adlandırılan bölgedeki El Mailibid Gusabiya’daki bir çiftliğe sığınır. Çiftlik sahibi iyi niyetli bir adam olduğundan Murkadai’ye kalması için bir barınak ve yetecek kadar yiyecek verir. Mukadai burada 1 ay kaldıktan sonra çiftlik sahibini öldürerek mallarına el koyar ve çevredekilere de çiftlik sahibinin hırsızlar tarafından öldürüldüğünü söyler.
Çiftliğe kurulduktan sonra, hemen Madaffa adında bir misafirhane kurarak çevresinde topladığı insanlara kendisinin bir Arap şeyhi olduğunu söyleyerek Şeyh Salih Salman Abdullah Tamimi‘ye karşı düşmanlık uyandıran propagandalara girişir ve bir gün Şeyh Tamimi’yi el Zalafi kasabasındaki camide öldürtür.
Kendini iyice güvende hisseden Murkadai, birden çok kadınla evlenerek bir sürü çocuk yapar. Suudi kabilesini kuran Murkadai, gizliden kendi inançlarını tatbik etmeye başlar ve çevrede ekonomik olarak güçlü olan kabilelerin tarlalarını ya parayla satın alarak ya da ayak oyunlarıyla ele geçirir ve kısa bir süre içinde bölgede çok büyük bir güç olur. Bu şekilde Suudi kabilesi ortaya çıkmış olur. Murkadai’nin oğullarından El Mukaran’in iki oğlu olur. Bunlardan birisinin adı Muhammed ötekisinin adı da Suud’du. Suudi krallığının ismi buradan gelmektedir. Amaçları önünde engel gördüklerini ya kadın, ya para ya da güçle susturdular.
Suudi ailesinin Arapların en önemli kabilelerinden Rabia, Anza ve Almasalih kabileleriyle hiçbir ilgisi olmadığını ve Yahudi olduklarını yazmak isteyen biyografi yazarlarını ya parayla ya da korkuyla vazgeçirttiler. Elinde uyduruk bağlantılarla yazdığı bir kitapta Suudi krallarının soyunu Hz. Muhammed’e dayandıran Krallık kütüphanesi müdürü Muhammed El Tamimi’ye Suudi krallığı tarafından Suudi Arabistan Mısır Konsolosluğu aracılığıyla çok büyük para verildi.
Zamanla çok güçlenen Suudi ailesi Arapların önde gelen ailelerini ve kabilelerini yeteri kadar Müslüman olmamakla ya da dönme olduklarını iddia ederek suçladılar ve Suudi adaleti adıyla bir çoğunu katlettiler.”SUUDI FAMILY” adıyla yayımlanan kitabin 98-101. sayfalarında Suudi hanedanının özellikle Necd bölgesinde yasayan Müslümanları zındık olarak ilan etmişler ve buradaki Müslümanların kanlarının, paralarının, mallarının ve karılarının kendilerine kapatma olarak helal olduklarını deklare ettikleri yazılmaktadır.
Yine kitapta yazılanlara göre Vahhabi çizgisinde olmayan Müslümanların, Müslümanlığının geçerli olmayacağı iddia edilmektedir. Özde gizli Yahudi olan Suudi hanedanlığı kendileri gibi gizli Yahudi olan Vahhab tarafından kurulan Vahhabilik doktrini adı altında yıllardır birçok insani acımasızca katletmişlerdir. Ülkede birçok insan yoksul olmasına rağmen, Suudi hanedanı koskoca ülkeye kendi isimlerini vererek ülkenin her şeyini kendi üzerlerine geçirmekte ve bütün doğal kaynaklardan sadece kendi kabileleri yararlanmaktadır. Hanedanlığın en ufak bir politikasını eleştirecek olan herhangi bir insanin cezası Vahhabilik gereği idamdır.
20. yüz yılın başlarında Arap bölgesini zorla ele geçiren Suudi ailesinden Kral Abdul Aziz Osmanlı imparatorluğunun emrine girmek istemiş fakat Osmanlı yöneticileri tarafından zalim, güvenilmez ve vahşi bulunarak reddedilmiştir. Bunun üzerine bölgede güç olamaya başlayan İngilizlere yaklaşarak bölgede bir çok katliama imza atmıştır.
Suudi hanedanının Yahudi olduklarına dair yukarıda adı geçen “Tarih-i Âl-i Suud” (Suud Hanedanının Tarihi) kitabındaki belgelerin yanı sıra bu habis ailenin kendi itirafları da yer almaktadır:
* 1960 yılında Kahire’de yayın yapan “Savl El Arap” radyosu ile Yemen’de yayın yapan Sana’a radyoları Suudi ailesinin gizli Yahudiler olduğunu iddia ettiler. Konuyla ilgili iddiaları yalanlamayan Kral Faysal, 17 Eylül 1969’da Washington Post gazetesine verdiği demeçte “Biz Suudi hanedanının Yahudi akrabaları vardır!!! Yahudilere karşı husumet besleyen Arap ve İslam otoriteleriyle ayni noktada değiliz!!! Bizim ülkemiz Yahudiliğin ilk kaynağı olup yeryüzüne dağıldığı yerdir!!!” demiştir.
Kaynak: Bozuyukhaberajansi.