Her sene 24 Nisan’da “Sözde Ermeni Soykırımı” konusu, büyük devletler de dahil olmak üzere farklı ülkelerin parlamentolarında gündeme alınmış ve olumsuz bir algı meydana getirilmeye çalışılmıştır. 1878’e kadar Türkler ile Ermenilerin arasında hüküm süren dostluktan sonra şimdi ki durumda " Sözde Ermeni Soykırım"ı meselesine nasıl gelindi?
Asıl soykırım Türklere yapıldığına ve bunun günümüzde Azerbaycan'da Karabağ'da devam ettiği halde nasıl bir algı ile bu hale gelindi? Meselenin aslı neydi?
Tüm bu soruların cevabına Dr. Cengiz Tatar'ın " 24 NİSAN 1915; “ERMENİ SORUNU, TEHCİR VE GERÇEKLER” başlıklı yazısından ulaşacağız.
İşte o makale:
1878’e kadar Türkler ile Ermenilerin arasında dostluk hüküm sürmüştür. Osmanlıların sınırları içerisindeki Ermenilere adil bir yönetim sunması, sınırları dışındaki Ermenilerinde devlete sığınmalarına neden olmuştur.
XV. Yüzyılda Doğu Anadolu’da siyasi egemenlik çekişmelerinden bunalan Ermeniler, Osmanlı Devletine kabul edilerek İç Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Ermeniler, mensubu oldukları Osmanlı Devleti’nin her alanda ilerlemesi için çalışmışlardır. Ermenilerin bu özverili çalışmaları “millet-i sadıka” ismini hak etmelerine sebep olmuştur. Alman Moltke “Türkiye Mektupları” eserinde Osmanlı Ermenilerinin Türklerden hiçbir farkı olmadığını, onların “Hıristiyan Türkler” olarak ifade edilmesi, Türkler ile ilişkilerinin her alanda iyi olduğunu göstermiştir.Tarihi belgelerde, Türkler ile Ermenilerin değerli varlıklarını gündelik hayatta birbirilerine emanet etme, kefil olma, şahitlik yapma gibi güven gerektiren değerleri yerine getirdiğini göstermiştir.
Osmanlı Devleti tarafından yüzyıllar boyunca millet-i sadıka olarak kabul edilen Ermeniler, Avrupa devletlerinin “Şark Meselesi” olarak şöhret bulan politikaları neticesinde, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan Osmanlı idaresine karşı ciddi sorun teşkil etmeye başlamıştır. Fransız Devrimi'nin milliyetçilik cereyanları ile zayıflayan Osmanlı Devleti'nin topraklarına göz koyan Avrupalı güçlerin Hıristiyan azınlıklardan kendi emellerini gerçekleştirebilmek için yararlanma arzuları, Ermeni Kilisesi tarafından desteklenen Ermeni milliyetçiliğini teşvik etmiştir. Başlangıçta burjuva ve şehir kökenli olan,elitist bir özellik taşıyan Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni toplumunun tüm katmanlarına yayılarak ayrılıkçı bir renge bürünmesini hızlandırmıştır. Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerde dönüm noktası, 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve müteakiben imzalanan Ayastefanos ve Berlin andlaşmaları olmuştur.
Bu savaş sonrasında “Ermeni Sorunu” artık siyasallaşmıştır. Osmanlı siyasi ve askeri gündemini meşgul eden Ermeni sorunu, 1’nci Dünya Savaşı yıllarında artık tamamen uluslararası bir özellik kazanmıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya gibi emperyalist ülkeler arasındaki çekişme neticesinde Osmanlı Devleti’nin önüne getirilmiştir. Ermeniler; Yunan, Sırp,Karadağ ve Romen gibi milletlerin emperyalist desteğiyle bağımsız olmalarından cesaret almışlardır. Ermeniler, bağımsızlık sırasının kendilerine geldiğini düşünerek harekete geçmişlerdir. Rus ve Avrupalılarla, özellikle İngilizler ile iş birliği yaparak ilk önce özerklik bilahare bağımsızlık için her yöntemi denemeye başlamışlardır. Ermeniler, bir adım daha atarak hızla yurt içinde ve dışında siyasi teşekküller kurmaya başlamışlardır. Bu teşekküllerin en önemlileri siyasi varlıklarını günümüze kadar sürdüren Hınçak (1887-Cenevre) ve Taşnaksutyun (1890-Tiflis) kurulmuştur. 1877-78 Rus-Osmanlı Savaşı'ndan sonra Ermeni komitelerinin ayaklanmaları başlatılıp ülke içerisinde her türlü terör eylemlerine girişmişler ve 1’nci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde çıkardığı isyan sayısı 40’a yakın olmuştur.
“Ermeni Sorunu”, bugün hem Türkler hem de Ermeniler için ayaklarına vurulmuş pranga oluşturmuştur. Her iki toplumun kendi özgür istençlerinden çok; güçlü devletlerin, yani oyun kurucuların yönlendirmesi ile oluşturdukları gündem olmuştur. “Ermeni Sorunu” ya da sözde “Ermeni Soykırımı”, hem bu soykırım olduğunu savunan Ermenistan ve Ermeni diasporasının hem de buna karşı çıkan ve bunu kabul etmeyen Türkiye’nin ve Türk toplumunun, bu noktada kazandığı günümüze kadar bir kazanım olmamıştır. Sorunun özüne baktığımız zaman; geçmişten günümüze sorunun çözümü yönünde yol almak bir yana; başka güçlerin, siyaset merkezlerinin devreye girmesiyle birlikte, sorun daha da karmaşıklaşmış, içinden çıkılması daha da güçleşmiş ve savlar daha keskin söylemlere dönüşmüştür. Emperyalist devletlerin, özellikle Ermeni Diasporasına yaranma çabası, konuyu uluslararası düzeyde daha içinden çıkılmaz bir düzeye taşımıştır.
1914’te Ermeni komiteleri, Türkiye'deki şubelerine; "Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek, Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silahaltına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktır."mesajını vermiştir. Savaşın başında Doğu Cephesi'nde yaşanan gelişmeler aynen yukarıdaki raporlarda öngörüldüğü şekilde seyretmiştir. Ermeniler, seferberlik ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başlamıştır. Türk askerlerine karşı Zeytun'da silahlı saldırı tertip etmişlerdir. Rusya'ya göç ederek Ruslar tarafından Türk ordusuna karşı savaşmak üzere oluşturulan çetelere katılmışlardır. Rus ordusunun 1 Kasım 1914'te Doğu Anadolu üzerine başlattığı taarruzu müteakip de birçok vilayette isyan çıkarmışlardır.
Ermeni isyanları arasında en büyüğü ve aralarında tehcir kararı da bulunmak üzere sonuçları açısından en önemlisi, Van'daki isyandır.Van ve çevresinde; memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır.
Osmanlı Hükümetinin seferberlik ilan etmesi ile Osmanlı topraklarında Ermeni isyanları art arda patlak vermeye başlamıştır. Osmanlı Hükümeti, Van isyanının patlak vermesine kadar bir takım küçük tedbirler ile Ermeni komitelerinin faaliyetlerini önlemeye çalışmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin iyi niyetle ve küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışması fayda etmemiştir. Ermeniler konusunda köklü tedbirler alma lüzumu gün geçtikçe önem kazanmıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi, tehcir kararıdır. 1890 yıllarından itibaren tamamen ayrılıkçı hareketler, 1915’ten itibaren farklı bir boyut kazanmıştır. 1’inci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte toplu bir ayaklanma haline dönüşen Ermeni olaylarına, Osmanlı Devleti zamanın olanakları doğrultusunda bir çözüm arama yoluna gitmiştir. Tarihe,“Tehcir” olarak geçen Sevk ve İskan Kanunu’nu uygulamaya koymuştur.
Tehcir Kararının Alınması, Uygulanması ve Gerekçeleri:XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti tebaası olan Hıristiyanların hamiliğine soyunan Avrupa’nın büyük devletleri Ermenililer ile ilgilenmeye başlamış ve kendi mezheplerine çekerek Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarını lehlerine artırmak amacını gütmüşlerdir. 1914 Haziran’da Erzurum da, Doğu eyaletleri başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden gelen temsilcilerin katılımı ile Taşnaksutyun Kongresi toplanmıştır. Kongre de; “İttihat Terakki Hükümetinin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama konusunda aldatıcı hareketler yaptığı belirtilmiştir. İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet durumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye” karar verilmiştir. Ermeniler, Osmanlı Devletine karşı hazırladıkları haince planlarını uygulamaya Rusya’da başlamıştır. Bütün güçleri ile Rus savaş ordusunu takviye etmek üzere faaliyete geçmiştir. Rus topraklarının dört yanından Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, çetelere, intikam alaylarına girmek üzere Kafkasya’da toplanmıştır. Rusya, kendisini Doğu Hıristiyanların koruyucu olarak görmüş ve bu propagandayı yaparkende Eçmiyazin kilisesini kullanmıştır.
Bu dönemde, Osmanlı Hükümeti en çok meşgul eden olay Zeytun’da yaşanmıştır. Zeytun’daki olaylar Antep ve civarını etkilemiştir.İçişleri Bakanı Talat Paşa, Zeytun Ermenililerin başlattığı olayların bir türlü yatışmaması üzerine 6 Mayıs 1914 tarihinde Maraş mutasarrıfına gönderilen şifre ile Zeytun’luların bölgeden tamamen ihracı emretmiştir. Zeytun’da, 30 Ağustos 1914 te çıkan ayaklanmayı, Kayseri, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Ankara, Van, İzmit, Adapazarı, Bursa, Adana, Halep, İzmir ve Samsun ayaklanmaları takip etmiştir. 9 Şubat 1915’te ise Van isyanı başlamıştır. Osmanlı Hükümeti, 24 Nisan 1915 tarihinde kadar, isyanlara karşı yalnız mahalli ve özel tedbirler almakla yetinmiştir. Bu tarihte Ermenileri silahlandıran komite yuvalarını dağıtmak için vilayetlere ve mutasarrıflıklara gizli bir tamim yollamıştır. Tamim ile Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanması istenmiştir. 26 Nisan 1915’de çıkarılan tamim gereğince 235 kişi tutuklanmıştır. Geçici bir kanunla da bütün vilayetlerden, gayrimüslimlerin, bilhassa Ermenilerin elinde bulunan silahların toplanmasını istenmiştir. Van'da patlak veren Ermeni isyanı bütün hızıyla devam ettiği bir sırada, diğer bölgelerde de Ermenilerin isyan ettikleri, yol kestikleri, müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri yolunda haberler gelmiştir. Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisindeki bu olayları önleyememiştir. Van’ın düşmesi ve Rus ordusunun doğu illerine yürümesi sırasında, özellikle öncülük eden Ermeni gönüllü intikam alayları tarafından, Müslüman halk merhametsizce yok edilmiştir. Hükümet, ordunun vatan savunmasıyla uğraştığını belirterek Ermeni patrikliğine, Ermeni milletvekillerine ve komite reislerine bir uyarıda bulunarak isyanlara, saldırılara, cinayetlere devam edildiği sürece şiddetli önlemler alınacağı belirtilmiştir. İçişleri Bakanı Talat Paşa, Ermeni Taşnaksutyun Komitesi şeflerinden Erzurum milletvekili Vartekes Efendi’ye; “Hükümetin eline geçen belgelerden her şeyi öğrendiğini, Ermeniler seferberlik nedeniyle bir harekete geçerlerse şiddetli mukabele göreceklerini” söylemiştir. Başkumandan Vekili Enver Paşa da, Ermeni patriğine;“Osmanlı Devleti, bu savaşta Ermeni vatandaşlardan sadakat beklerken silahları ile birlikte kaçan Ermenilerin köylere hücum edip memurları öldürdüklerini resmi raporlarda olduğunu belirtmiştir. Ermenilerin bu davranışları umumi mahiyet alırsa ordunun sıkı tedbirler alacağını”belirtmiştir.
Başkumandan Vekili Enver Paşa bu duruma bir çare olmak üzere, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talât Paşa'ya; "Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır durumdadırlar. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3. Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre Ruslar, 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmakve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim." demiştir. Ermeniler toplu halde tutulmak yerine, ufak üniteler halinde çeşitli yerlere dağıtılacak olurlarsa, isyan etme imkânları kalmamış olacaktır. Tehcirinilk adımı atılmış olacaktır. Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde gerçekleştirilecek ve isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılacaktır.
Talât Paşa önce Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin harp sahası dışına çıkarılmaları konusunu ele almıştır. Bu maksatla, 9 Mayıs 1915’de Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey ve Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik Bey'e gönderdiği emirde; “Van gölü çevresinde ve Van vilâyetince bilinen muayyen mevkilerdeki Ermenilerin isyan ve ihtilâl için daimi birer ocak halinde bulunduklarını, bunların yoğun şekilde oldukları yerlerden çıkarılarak güneye doğru sevkleri kararlaştırılmıştır. Kararın derhal tatbiki için valilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini, bu teşebbüsün Van ile birlikte Erzurum'un güney kısmı ve Bitlis'e bağlı önemli kazalara, bilhassa Muş ve Sasun ile Talori civarına da yaymanın iyi olacağını vurgulamıştır. Ayrıca valilerden, ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamaya geçmelerini” istemiştir.
İçişleri Bakanı Talât Paşa, 23 Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede, başka vilâyetlere nakledilecek Ermeniler hakkında bilgi vermiş ve boşaltılmasını istediği yerleri belirtmiştir.Bu bölgeler; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetleri; Halep Vilâyetinin merkezi hariç İskenderun, Belen, Cisr-i Şugur ve Antakya dahilindeki köy ve kasabalar; Maraş şehir merkezi hariç Maraş sancağı; Adana, Kozan ve Mersin şehir merkezleri hariçAdana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları. Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul vilâyetinin Güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağı olarak belirlenmiştir. Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na, Hükûmetin tayin ettiği yerlere nakledilecek ve oralarda iskân edileceklerdir. Talat Paşa, durumun aciliyeti karşısında Meclis-i Vükelâ'dan karar almadan ve bir geçici kanun çıkartmadan Ermeni tehcirini başlatmış ve sorumluluğu üzerine almıştır. İskân mahallerine ulaşan Ermeniler, hâl ve mevkiin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşa edecekleri evlere veyahut hükûmet tarafından tayin edilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirilmiştir. Ermeni köylerinin Bağdat demiryolundan en az 25 km. uzakta olması şart koşulmuştur. İskân yerlerine sevkedilen Ermenilerin can ve mallarının korunmasıyla iaşelerinin sağlanması, güzergâhlarında bulunan idarî memurlara ait olmuştur. Ermenilerin, bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte götürebilecekleri ve taşınmaz malları konusunda ayrıntılı bir tâlimatnâme hazırlanarak tebliğ edilmesi kararlaştırılmıştır.
İçişleri Bakanı Talat Beyin bu tezkeresi, 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükela’dakabul edilmiştir. Ermeniler kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir. Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir. Muhtaç olanlar için hükûmet tarafından mesken inşa olunacaktır. Çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecektir. Bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra, buralara yerleştirilecek olan müslüman göçmenlere tevzi edilecektir. Bu göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek, bedelleri sahiplerine ödenmek üzere emanete kaydedilecek vefaaliyetler özel komisyonlarca yürütülecektir.
1 Haziran 1915’de Meclis-i Vükela’nın kararı ile “Kanun-ı Muvakkat” yayımlayarak “Ermeni Tehciri” ile ilgili işlemler tamamlanmıştır. “Tehcir Kanunu” olarak yürürlüğe giren kanunun 1’nci maddesi; ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş sırasında Hükûmetin emirlerine, memleketin savunulmasına ve asayişin korunmasına karşı çıkanlara, silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askerî tertibat alma, tecavüz ve direniş sırasında isyancıları imha etme yetkisi vermiştir. 2’nci madde ise aynı komutanlara, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân imkânı tanımıştır.Kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerli olmuştur. İçişleri Bakanlığı,bu kanun ile tehcir işini orduya devretmiştir.
Osmanlı Hükümetinin Tehcir kararından sonra Ermeniler, çeşitli vasıtalarla, devletin belirlediği iskan bölgelerine sevk edilmeye başlanmıştır. Başlangıçta, daha tehcir kararı resmileşmeden önce, Zeytun, Maraş ve Haçin gibi isyan çıkan ve problem oluşturan yerlerden, Ermeniler, Konya’ya sevk edilmişlerdir. Daha sonra Ermeniler, Van vilayetine komşu olan kuzey kısımları hariç olmak üzere, Musul vilayetine, Halep vilayetinin doğu ve güney-doğu kesimlerine, Suriye vilayetinin doğusunda tahsis edilen yerlere yerleştirilmiştir. Ermen kafilelerinin iskan yerlerine gitmeleri için yakın ve sorunsuz yollar tercih edilmiş, ayrıca emniyetlerinin muhafazası için özen gösterilmiştir. Gittikleri yerlerde nüfus dengelerini bozmamaları hususunda tedbirler alınmıştır.“Tehcir Kanunu” bütün Ermenileri kapsamamıştır. Osmanlı ordusunda görevli asker, subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet görenlerin ve ailelerin yanı sıra merkez ve taşrada bulunan Osmanlı Bankası şubeleriyle, Düyun-ı Umumiye ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeni memurlar sadakat ve iyi haller göz önüne alınarak sevk harici tutulmuşlardır. Yetim çocuk ve dul kadınlar sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Hasta ve amalar, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, memurlar, tüccarlar, bazı amale ve ustalar, ticaret ve benzeri suretle ikamet eden Ermeniler, Ermeni mebus ve aileleri yerlerinde bırakılmış ve kanun dışında tutulmuşlardır.
Bu konuda, Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy, “Turksand Armenians” kitabında, “Gerçek tarihin gazetelerde ve dergilerde gerçekdışı kaynaklardan faydalanarak hafife alındığını belirtmiştir. 1’inci Dünya Savaşı’ndabu konudaki çalışmaların Amerikan misyonerleri ve İngiliz propagandacıları tarafından yapıldığını ifade etmiştir. Doğu Anadolu’daki yaşanan olayların adil bir şekilde yansıtılmadığını vurgulamıştır. Olaylar, Ermeni tezlerini destekleyenler tarafından anlatılmış ve Türkiye karşıtı, önyargılı ve tek taraflı raporlar içermiştir. Türk tezlerine kimsenin katkı yapmadığından, asıl olayların nasıl cereyan ettiğinden bahsedilmediğini belirtmiştir. Ermeniler, her zaman Osmanlı Ermenistanı’nın ve Anadolu’da bir çoğunluk gibi hareket etmenin hayalini kurmuşlardır. Ermeniler, azınlık olmalarına rağmen çoğunluğa hükmetmenin bir yolunu aramışlardır. 1.7 milyon Müslüman’ın Güney Kafkasya’da ve Kırım’daki yurtlarını terk etmek zorunda bırakıldıkları gerçeğine rağmen herhangi bir bölgeye sahip olma iddiası ile gündeme gelmemişlerdir. Justin McCarthy, soykırımın en önemli unsurunun “niyet” olduğunu işaret ederken, “Birleşmiş Milletler”dahil pek çok soykırım tanımının “niyet” konusunda tuhaf bir şekilde sessiz kaldıklarını iddia etmiştir. Osmanlı yönetimi soykırım niyeti ile tüm Ermenileri yok etmeyi hedefleyerek hareket etmiş olsaydı, sevk ve iskân yasasını yürürlüğe koymayacağını anlatmıştır. 1’nci Dünya Savaşı sırasında mübadele yaşandığının ve savaş sırasında açlığa ve hastalıklara maruz kalınmasının doğal bir sonuç olduğunu belirtmiştir. McCarthy, kimsenin masum ve kimsenin suçlu olmadığını ve yaşananların soykırım değil savaş olduğunu belirtmiştir.Ermeniler, bugün 24 Nisan 1915 iddialarını garanti olarak görmekte ve Türkiye’nin Ermeni iddialarını kabul etmezse Avrupa Birliği’ne dahil olamayacağından emin olduklarını” ifade etmiştir.
Tanzimat’tan itibaren milliyetçilik akımının da etkisiyle Balkanlar’daki Ermeniler, Emperyalist güçlerin oyununa gelmiştir. Ermenilerin amacı, isyanla, suikastla, yağma ile Hıristiyan Avrupa’nın dikkatini çekerek Avrupalılara Anadolu’da zorla suni bir Ermenistan devleti kurdurmaktır. Ermeniler yıllarca beraber kardeşlik bağlarıyla yaşadığı Türklere her türlü vahşete yapmıştır. Avrupa devletleri, dünya siyasi haritasını kendi menfaatleri doğrultusunda çizmek istemişler, Osmanlı egemenliğinde yaşayan etnik, dini, her ne şekilde olursa olsun kendisine yakın bulduğu milletlerle ilgilenmiştir. Hıristiyan Ermenileriyle ilgilenerek, son 150 yıldır Osmanlı’dan günümüze kadar gelen ve gündemimizi meşgul eden bir “ Ermeni Sorunu”nu ortaya çıkarmışlardır. Avrupa kamuoyunda, 1’nci Dünya Savaşı döneminde Ermenilere, “Sözde Ermeni Soykırımı” yapıldığı düşüncesini yerleştirmeye çalışmış, Türk Devletine ve Türk halkına inandırmaya çalışma gayreti içerisinde olmuşlardır. Tarihi gerçek ise Osmanlı Devleti savunma hakkını kullanarak “Sevk ve İskan Kanunu”nu uygulamıştır.
“Sözde Ermeni Soykırım” ile Emperyalist Devletlerin bir iddiası da 1’nci Dünya Savaşı sırasında Ermeni nüfusu ile ilgilidir. Ermeni nüfusu denilince akla ilk gelen 1,5milyon Ermeni’ye yapılanlardır. Ancak, Türk Tarihi Kurumu Başkanlığı’nın belgelerinde Osmanlı Devleti’nde 1910-1911 yılına ait Ermeni Nüfusu; 1.120.748’dir. 1914 yılında ise 1.234.671’dir. Farklı kaynaklara göre 1’nci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nde Ermeni nüfusu; 1.294.671 ile 1.915.651 arasındadır. Justin McCarty göre ise 1.698.303’tür. 1892-1914 yılları arasında Ermeni nüfusunun 1.300.000 ile 1.700.000 arasında değişiklik gösterdiği görülmektedir. 1’nci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Ermeni tehciri öncesinde Osmanlı’da en az 1.229.007 en çok 1.667.228 Ermeni nüfusu bulunmaktadır. 1’nci Dünya Savaşı sırasında 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddiaları tamamen propaganda ürünü olduğu bir gerçektir. Ermeni tarihçilerinin ve onların etkisiyle siyasetçilerinin ısrarla üzerinde durdukları nokta, Ermenilerin XIX. yüzyılın başında Doğu Anadolu’da nüfus çoğunluğuna sahip oldukları ve Osmanlı Devleti’nin 1894 yılından itibaren nüfusu sistemli bir şekilde imha ettiği yönündedir. Ermeni tarihçileri, iddialarını destekleyebilmek için savaş sırasında Amerikalı ve İngiliz diplomatlarının propaganda vesilesi saydıkları ve başarı ile uyguladıkları çalışmalardan istifade etmişlerdir. Ermeniler, soykırım iddialarında 1,5 milyon rakamını dillerinden düşürmeyerek, insanların zihinlerinde keskin bir etki bırakmayı amaçlamaktadırlar. Ermeni halkının toplumsal belleğinin oluşturulması ve dünya kamuoyunun konuya ilgisinin dahafazla çekilebilmesi için bu iddia araç olarak kullanılmaktadır. Büyük bir bilgi kirliliği oluşturularak ortaya atılan bu rakam, özellikle Batı kamuoyu nezdinde etkili olmuştur.Ermeniler, etkinin kalıcı olmasını sağlamak amacıyla her fırsatta bu iddiayı gündeme getirmişlerdir. Fakat bu rakamın gerçek dışı olduğunun açıkça ortaya çıkartılmasına rağmen geri adım atmamaktadırlar. Çünkü bu konuda geri adım attıkları an, diğer tüm iddialarının gerçekliği, insanların zihinlerinde sorgulanmaya başlayacaktır.
1’nci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı Devleti'nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini savunması olarak görülmelidir. Özellikle, Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen Ermenilerin, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabaları, savunmasız masum pek çok Türkün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Kars'ta, Van'da, İzmit'te, Erzurum'da, Bitlis'te ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde akıl almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara ulaşmıştır. Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur.
Savaşın sona ermesinden sonra ise isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkarılmıştır. Dönenler için hukukî düzenlemeler yapılmış, tehcirden kurtulmak için din değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiştir. Memleketlerine dönenlere belli bir müddet iaşe yardımı yapılmıştır. Malları iade edilmiş, yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden muaf tutulmuş, resmî dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyaları geri verilmiştir.Hükûmetin Ermenileri soykırıma yönelik bir düşüncede olmadığını, devletin kendi güvenliği için bir tedbir olarak savaşın devamı müddetince tehciri uyguladığını, savaş sonrasında Ermenilerin memleketlerine geri dönmelerine izin verildiğini ortaya koymuştur. Türkiye'yi işgal eden Rus, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin yanında önemli sayıda Ermenilerin bulunduğu ve bu işgal sırasında müslüman halka yapılan akıl almaz işkence ve katliamda bulunduğu görülmüştür. Ermeni gurupların nasıl rol oynadığının, işgalci devletlerin kendi resmî belgelerine de yansıdığı ve bu sebeple işgalcilerin Anadolu'yu terkleriyle birlikte, çok sayıda Ermenilerin birlikte Anadolu'dan çekildikleri tespit edilmiştir.
Buna karşılık Osmanlı Devleti'nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gerçektir. Başta Amerikan konsolosları olmak üzere, pekçok yabancı gazeteci ve misyon şeflerinin tehciri takip ettikleri, hatta fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden anlaşılmaktadır. Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa'da ve Amerika'da, özellikle bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni katliamı şeklinde kamuoyuna duyurulmuştur. Osmanlı Devleti'ni ve bilhassa Anadolu'yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesine rol oynamıştır. İtilâf devletleri İstanbul'u işgal ettiklerinde, Osmanlı Devleti'nin bütün arşiv belgelerini ortaya çıkarıp ve sorumluları mahkum edecek belge bulamamıştır.İngilizlerin soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden çoğunu Malta'ya göndermiş, mahkeme etmiş ve bu mahkeme sonunda suçlayacak bir delil bulamamıştır.
Ermeniler, tehcirin başlamasından günümüze kadar, Osmanlı Devletinin kendilerine karşı yapmış olduğu muameleleri, kasıtlı bir Genosid (soykırım) olarak nitelemişlerdir. Bazı batılı yazarlar ve hatta Ermeni asıllı yazarlar bile devlete karşı ilk hareketin Ermeniler tarafından ortaya çıktığını, hükümetin de meşru savunma ve egemenlik hakkını kullanarak tehcir kararı alarak uyguladığını kabul etmişlerdir. Ancak, bazı Ermeni asıllı veya Ermeni yanlısı yazarlar ısrarla Osmanlı Devletini, sorumlu tutmuşlardır. Yayımlamış oldukları sahte belgelere dayanan iddialarla bütün ittihatçıları, özellikle de Talat Paşa’yı suçlamışlar ve hükümetinin yıkılmasından sonra ittihatçı liderleri yargılamışlardır.
Sonuç olarak, yıllardır Ermenilerin Osmanlı Devletine aleyhine giriştikleri eylemlere karşı devletin aldığı tedbirler, hükümetin meşru savunma ve egemenlik hakkını kullanmadır. Ermenilerin savaş sırasında Osmanlı Devletine karşı yaptıkları ihanetleri ve belirtilen gerekçeler ile göç ettirdiği bir gerçektir. Her devlet savaş ve barış zamanlarında sınır bütünlüğünü ve kendi sınırları içerisinde kendi otoritesini yanında vatandaşlarının güvenliğini korumak zorundadır. Ermeniler, her ne şekilde ve gerekçeyle olurlarsa olsunlar, savaş sırasında mensubu oldukları devletin milletin ordusuna, sivil halkına silah çekerek, arkadan vurarak ihanet etmişlerdir. Vatana ihanetin; nerede, hangi millete mensup olunursa olunsun, hangi hukuk kuralları içinde olursa olsun bedeli ağırdır ve ölümdür. Ermeniler, bu suçu Osmanlı Devletinin savaş halinde olduğu Rusya ile işbirliği yaparak işlemişler, karşılığında ölüm yerine daha insani duygular ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır.
Osmanlı Devletinin Ermenilere karşı uygulamış olduğu tehcirin gerekçeleri doğrudur ve haklıdır. Rus ve Balkan milletleriyle yapılan savaşlar sonucunda, Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’ya önemli ölçüde göçler yaşanmıştır. Bu göçler esnasında, yolda acımasız saldırıya uğramışlardır. Osmanlı Türk’ü ve Müslüman vatandaşları çeşitli nedenlerle tehcire maruz kalmıştır.Ermenilere uygulanan zorunlu sevk ve iskan politikası, olayın gerçekleştiği dönem ve şartlar göz önünde alındığında, her yönüyle insani yönü ağır basan ve haklı uygulamadır.Ermenilerin çok sayıda Türk’ü öldürdüğü, o dönemdeki resmi belgelerde yer almasına rağmen, dünya kamuoyu bu asıl belgeleri görmezlikten gelerek siyasi amaçları için bilimsel eserlerde başvurulmayacak kaynakları temel almaktadır. Türklere, bu konuda uluslararası bir dayatma yapılmaktadır. Türk milletinin, yapmadığı bir hadiseden dolayı dünya kamuoyu karşısında suçlu duruma düşürülmesi amaçlanmaktadır.
Osmanlı devleti tarafından Ermenilere, “Sözde Ermeni Soykırımı” yapılmamıştır. Emperyalist devletler iddialarında samimi, içten, dürüstse ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyorsa arşiv belgelerinin ve birinci elden kaynakların kullanılarak konunun bütün çıplaklığıyla gözönüne getirilmesi gerekmektedir. Emperyalist güçler, 1’nci Dünya Savaşı sonrasında Sevr Antlaşması ile Türkleri, bin yıllık vatanından atmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK, Emperyalist ülkelerin oyunlarını bozduğu gibi, yaptığı devrimlerle hiçbir zaman yıkılmayacak, çağdaş, modern, uygar ve millet Egemenliği temellerine dayanan “Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti” devletini kurmayı başarmıştır.