OZAN ARİF’İ ZAMAN AYNASINDA SEYRETMEK
Ellerinde kopuzları vardı önce; sonra dambura dendi, tar dendi, dutar dendi, bağlama dendi, çöğür dendi, saz dendi…
Türk milletinin kültür taşıyıcısıydılar onlar… Türk milletinin millî, insânî ve inanç değerlerini saza verdiler, tele verdiler, dile verdiler, yele verdiler… Çaldılar söylediler, söylediler çaldılar… Ne açız dediler, ne açığız dediler, ne evsiziz dediler, ne barksızız dediler… Ne çoluk çocuk, ne de torun derdindeydiler…
Önce Atalar yurdunda, Türkistan’da, Ergenekon’da, Altaylarda, Issıg Göl’de, Orhun’un kaynağında çaldılar söylediler, söylediler çaldılar. Tamgaların izinde yürüdüler dağ dağ, ova ova, bel bel… Bir ırmak akışı misâli en doğudan en batıya başlayınca büyük göçler, ozanlar da katıldı bu göçlere… Attila’yla Avrupa içlerine gittiler… Babur Şah’la Hindistan’a, Alpaslan’la Anadolu’ya girdiler…
Hak âşıklarına öykünüp biz de âşığıyız; hem Türk milletinin hem de âlemlerin Sahibi’nin vaaz ettiği bütün değerlerin âşığıyız dediler… Öylesine bir aşkla bağlandılar ki bu değerlerine sazı sadece Hak’tan gelen, hak bildikleri değerleri tebliğ etmek için çıkardılar kılıfından ve onun için Telli Kur’an dediler sazlarına… Âşıktılar ya bir kere, Hak’ka söz vermiştiler ya bir kere, Türk milletinin duyan kulağı, hisseden vicdanı ve söyleyen dilleri olmuşlardı ya bir kere… İnandıklarını haykırdılar, inanmadıklarında sustular. Türk milletinin dostuna dost, düşmanına düşman oldular. Türk milletinin bekâsını, varlığını, istikbâlini her şeyin üstünde tuttular…
Dede Korkut Destanlarında filizlenen kimlikleriyle, beylere nasihatçi oldular. Beylerin daraldığı yerlerde onlara akıl oldular. Boy boyladılar, soy soyladılar… Türk milletinin bekâsı için, varlığı, dirliği, birliği için dua kıldılar… Adı Görklü Muhammed’e salavat getirdiler… Darda olanlara sığınma kapısı olarak Âlemlerin Sahibi’ni; Allah’ı salık verdiler…
Söylediklerinde Kur’andan söylediler, atalardan söylediler, tarihten, erenlerden söylediler… Yeri geldi Öksüz Âşık oldular, Karacoğlan oldular… Yeri geldi; Kozanoğlu, Dadaloğlu, Köroğlu oldular… Yeri geldi, Âşık Veysel oldular, Rûhi Su oldular, Mahsunî Şerif oldular, Neşet Ertaş oldular, Yeri geldi yanlış yapmaması, yanlışa düşmemesi için halk hikâyeleriyle, darb-ı mesellerle, zaman aynası tuttular insanımıza… Yeri geldi ağlattılar, yeri düşündürdüler…
Ve yeri geldi Türk milletinin Türkiye Cumhuriyetinin en bunalımlı yıllarında, Ozan Ârif oldular… Sokaklarda provakatörler sağ sol adına kurşun yağdırırken Türk milletinin evlâtlarının üzerine Ozan Ârifler sazın teline vurdular, söze vurdular, dile vurdular Türk milletinin bekâsı için bildikleri ve inandıkları doğruları haykırdılar…
Ozan Âriftiler… Hem öğretmendiler, hem Âriftiler hem de Şirin’diler. Gençliğe öğretmen oldular bilgileriyle… Ârifçe söylediler sözlerini milletine sazlarıyla. Şirindiler muhabbette dostlarına.
Seyfi Baba şiirinde Mehmet Âkif Ersoy, ziyaret sonrasında hasta yatağındaki Seyfi Babaya para vererek ayrılma duygusundayken bir onluğu bile olmadığını farkedince:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!..”
Der ya!.. Bende de Ozan Ârif gibi ozanlar rahat zamanların ozanları olsalardı ne sevdâ türküleri söylerlerdi, ne aşk hikâyeleri anlatırlardı, âşık yarışmalarına girdiklerinde de göğüsleri madalyalarla dolardı diye geçiririm hep içimden…
Kavga zamanlarının bütün ozanlarının başına gelenler Pîr Sultan Abdâl misâli, Ozan Âriflerin de başına gelir… Sadece kavga ettiklerince değil gün olur yola beraberce çıktıkları yol arkadaşlarınca bile anlaşılmaz olur. Geriye ne mi kalır; hani âfet tarzı yağışların yol açtığı boz bulanık seller bir yerlerde eğleşir; yağışlar diner, aradan zaman geçer, sular durulur, geride susuzluğunu giderecek canlara yine de suları kalır ya… Ozan Âriflerden de gelecek çağlara milletimizin gönlüne su serpecek türküler kalacaktır hiç şüpheniz olmasın. 16 Şubat 2019 Cumartesi günü Samsun’da uğurlayan on binlerin duasına biz de katılıyoruz: Mekânı Cennet olsun!..
Son vedâ Ozan Ârif’ten olsun yine de:
Yalan dünya işte senden // Aha geldim, gidiyorum.
Kalanlara selam benden // Aha geldim, gidiyorum.
Şerif KUTLUDAĞ 18 Şubat 2019 ( DEHA20 )