Moskova Sempozyumu'nda Denizlili Bir Edebiyatçı

Geçtiğimiz yıllarda, “Moskova’da bir sempozyuma katılacaksın.” deseler güler geçerdim. Nasip oldu. Moskova’da, “Karaçay Malkar Türkleri” sempozyumuna katıldım. 300 bilim adamı, sanatçı ile birlikte bir hafta misafir edildim. Moskova’yı az-çok tanıdım; Kız

Moskova'da Sempozyuma katılan Denizli'li Edebiyatçı Hasan Kallimci'nin kaleminden işte Moskova...

Karaçay Malkar Türkleri, Kabardey-Balkar ve Karaçay Çerkes Özerk Cumhuriyetlerde, Mingi Tav’ın eteklerinde yaşıyorlar ve Kıpçak Türkçesi konuşuyorlar. Türkiye’de, Suriye’de, Orta Asya’da, Avrupa ve Amerika’da yaşayanları da var. Kıpçak Türkçesi konuşuyorlar. Vefalı insanlar... Kendileri ile ilgili yazılar yazmış, dört eser vermiş olmam sebebiyle, sempozyuma davet ettiler; bildiri sunmamı istediler. “Karaçay Malkar Türklerinin Tanınması ve Tanıtılması” konusunda yazıp gönderdiğim bildiri kabul edilince 23-29 Kasım tarihleri arasında sürecek sempozyum için yola koyuldum.

          

Uçakta tanıdığım akademisyen Karaçaylılar vardı; Moskova’ya indik. Uçak bulutların arasında süzülüp inerken düz bir arazide, ormanlar içinde köyler, müstakil inşa edilmiş bahçeli evler, çok sayıda küçük göl göze çarpıyordu. Unokovo Hava Alanı’na indiğimizde Moskova’da yaşayan ve sempozyum boyunca hizmet edecek Karaçay-Malkar Türkleri gençler tarafından karşılandık. Bizi bir midibüs ile kalacağımız otele götürdüler. Üç yıldızlı otel, 29 katlı bir bina idi; iç kısmındaki yazıda adı, Latin harfleriyle yazılmıştı: “ASTRUS – Moskow City Hotel”. Hava alanında, iki Rus polisi tarafından pasaport kontrolü yapılırken görevli sayısının hemen artırılarak kısa zamanda işlemlerin tamamlanmasını takdir ettik.

          

Sempozyum, Rusya’nın en itibarlı bilim merkezi olan Rusya Bilimler Akademisi’nin salonlarında gerçekleştirildi. Türk devlet ve topluluklarından, Gürcistan, Norveç, Rusya ve Macaristan’dan... 300’e yakın kişi davet edilmişti. 24 Kasım Pazartesi günü büyük salonda açılış konuşmalarıyla başladı ve sonrasında bildiri sunulması ile devam etti. Açılış konuşmasında söz verilen bir Ermeni’nin Karaçay Malkar Türkleri ile ilgili bir paragraflık sözden sonra Büyük Ermenistan’ı anlatması ve konuşmasını uzatması tepki gördü. Bir Tatar Türk’ünün “Kırım’ı bir imza ile ayrımışlardı; yeniden Rusya topraklarına katıldı. Putin’e teşekkür ediyorum.” şeklindeki konuşması, birkaç kişi tarafından alkışlandı. Bildiriler konularına göre dört ayrı salonda dört gün boyunca sunuldu. Beşinci gün olan 28 Kasım değerlendirme oturumuna ayrılmıştı.

           

Sempozyum programının yer aldığı, hangi katılımcının hangi salonda konuşacağı yazılı bir PROGRAM kitabı basılmıştı. Kitap; Rusça, İngilizce ve Karaçay Malkar Türkçesi olmak üzere üç dilde yazılmıştı. Karaçay Malkar Türkleri ile ilgili kitapların, kültürlerini tanıtan ürünlerin teşhir edildiği bir sergi de hazırlanmıştı.

          

Her salonda, salonun arka kısmında İstanbul’dan getirilen tercümanlar için dört bölümden oluşan kabinler yapılmıştı. Çoğunluğu Rusça yapılan konuşmaları, frekans ayarı yapılmış kulaklıklardan Türkçe dinledik. Tabii İngilizce, Türkçe, Almanca sunumlar da diğer dillere tercüme ediliyordu.

          

Karaçay Malkar Türkleri ile ilgili kitaplarımdan üç tanesini yanımda götürmüştüm. Tertip heyetinden bir görevliye verdim. Kabardey Balkar Türklerinin televiyonu Balkarya, sempozyuma geliş sebebim, bildirim ve kitaplarımla ilgili konuşturarak kısa bir çekim yaptı.

 

Bildirimi, 27 Kasım Perşembe günü sundum. Bir Türkiye Türk’ü olarak, bir ders yılı köylerinde öğretmenlik yaptığım ve yıllar boyu az-çok içlerinde olduğum Karaçay-Malkar Türklerinin kendilerini tanımaları ve tanıtımlarının yapılması konularındaki görüşlerimi belirttim. Türkiye’de öne çıkan yazarları ve eserini sıraladım. Konuşmamı, Karaçay-Malkar Türklerinin özellikle düğün törenlerinde söyledikleri “Alğış”ı (Duayı) hatırlatarak bitirdim. Uzun olan Alğış, şöyle başlardı (Türkiye Türkçesi ile yazıyorum):

 

“Alğış kabı bal kabı / Elimize alalım / Dilimizle söyleyelim / Ulu Allah’tan gelen felaketten / Uzaklarda kalalım.”

 

Arada, “Voy amin deyin, amin amin / Amin deyen dileğine kavuşsun / Amin demeyen dilini ısırsın.” denir ve dua uzar gider; sonunda dinleyenler dillerinin ısırmamak ve dua edilen kişi için “Amin!” derler.

 

Bunları söyledikten sonra, “Karaçay Malkar Türkleri ve diğer Türk boyları, sağlıklı olsunlar, birlik ve dirlik içinde yaşasınlar; başları ağrımasın!” diyerek bitirince salondan “Amin” sesleri yükseldi.

 

Moskova çok geniş, düzlük bir alanda kurulmuştu ve durmadan genişliyordu. Şehrin bir boydan bir boya 150 kilometreden fazla olduğu ifade ediliyordu. 26 Kasım Çarşamba gecesi, 16 kişilik bir grup olarak rehberimiz Nadya HACIYEVA adlı Karaçay Türk’ü ile Kızıl Meydan’a gittik. Gece olması sebebiyle soğuk daha fazlaydı. Pantalonun altına iki içlik giymiş olmama rağmen yaklaşık on dakika sonra ayaz, baldırlarımı acıtmaya başladı. Rusya bir bakıma Kızıl Meydan ve o meydanın yanındaki Kremlin Sarayı demekti ve oraları görmek güzeldi.

 

Perşembe günü öğle sonrasında Ülkeler Müzesini görme ve Moskova’yı tanıma gezileri tertiplendi. Ben Moskova’yı tanıma gezisine katıldım. Bize Türkçe rehberlik yapan 75 yaş civarındaki Rus kadın, Moskova’nın cadde ve sokakları, tarihi, müzelerini anlattı. Hafif yüksek bir yere geldiğimizde; “Burası Serçe Tepesi. Burada Serçe Köyü vardı. Moskova genişleyince köy istimlak edildi, köylülere ev verildi; yalnız kilisesi kaldı. Buradan Moskova’nın her yeri görülür.” dedi. Kilise, yeşil kubbeleriyle az çok bizim türbeleri anımsatıyordu. Konya düzlüğünde Alaaddin Tepesi ne ise, Serçe Tepesi  de o idi ve tabii daha genişti.

 

Sabah kahvaltıdan sonra saat dokuzda otelden otobüslerle Rusya Bilimler Akademisi’ne götürüyorlar ve akşam saat 18.00’den sonra otele getiriyorlardı. Dört şeritli çift yolda trafik o kadar yoğundu ki on dakikalık yolu yaklaşık bir saatte alabiliyorduk. Akademi’ye her girişimizde pasaportlarımız ve Konferans (Sempozyum) katılım kartlarımızı göstermek mecburiyetimiz vardı. Konuşma aralarında sabahtan ve öğle sonrasında birer defa çay molaları veriliyordu. Öğle yemeğini Akademi’nin yemekhanesinde verdiler. Balık dışında et yiyemedim; o da içime sinmiyordu. Öğünlerimde; domates, salatalık, zeytin, peynir, makarna, patates püres, meyve suyu, yumurta gibi yiyeceklerle idare ettim. Bir kere sebze çorbası aldımsa da bizim çorbaların tadını bulamadım.

 

Gerek Kafkasya’dan gelen gerekse Türkiye’den giden Karaçay Malkar Türklerinin şahsıma gösterdikleri ilgi, sevgi, saygı beni mutlu etti. Onlara, kendilerini işaret ederek; “Benim (Menim) öz atamdan ve anamdan bir erkek kardeşim (karnaşım), bir kız kardeşim (egeçim) var; şimdi (endi) çok (köp) karnaşım ve egeçim boldu (oldu).” dediğimde gözlerinde oluşan ışıltıyı hiç unutmayacağım.

 

Türk dünyasından gelen kardeşlerimizle tanışmamız, kucaklaşmamız, sohbetler görülmeye değerdi. Bir Altay Türk’ü, Prof. Özkul ÇOBANOĞLU’na, “Sen kaysı (hangi) Altay’dansın?” diye sormuştu. O kardeşimiz; bütün Türk dünyasını Altay olarak kabul ediyordu. Hocam, “Ben Türkiye Altay’ındanım!” diye cevap verdi.

 

İnanmayacaksınız amma sempozyumun tüm harcamalarını Moskova’da yaşayan bir Karaçay-Malkar Türk’ü karşılamıştı. Sempozyumun ikincisinin, bir yıl sonra, bir başka şehirde yapılması kararlaştırıldı ve muhtemelen yine aynı şahıs karşılayacaktı. Allah böyle şuurlu kardeşlerimizin sayısını artırsın...

 

Sempozyum boyunca dikkatimi çeken bir husus vardı: Katılımcıların içeceği su, Kafkasya’dan, eteklerinde Karaçay Malkar Türklerinin yaşadığı, zirvelerinde kar eksilmeyen Mingi Tav’ın suyu idi ve yüzlerce kilometre uzaktan bizim için getirilmişti. Bir litrelik suyu yanıma aldım ve içe içe Denizli’ye kadar getirdim; hatıra olarak saklayacağım. Gidip görmesem de Mingi Tav’ın suyunu içmek nasip olmuştu. 

 

Uçaktan indiğimde koyu gri bir hava hakimdi Moskova’da, gece gündüz üşütüyordu. Kaldığım beş gün boyunca güneşi hiç görmedim. Bileti –sempozyum nasıl olsa beşinci günde biter- diye düşünerek Cuma günü 13.35’e almıştım. Bu yüzden Cumartesi günkü değerlendirme toplantısına ve eğlenceye katılamadan ayrılmak zorunda kaldım. Hava biraz yükselmiş olsa da güneş kendini yine saklıyordu. Uçak bulutların üzerine çıktığında güneşi gördüm ve bütün sıcaklığıyla hissetim. Üç saat sürecek yolculukta, Türk Hava Yolları’nın tam doyumluk ikramı olan Türk usulü yemekleri, silip süpürerek içime sine sine karnımı doyurdum ve Türkiye’de yaşadığıma şükrettim.

 

Moskova’da sempozyuma katılmak güzeldi. Türk dünyasından kardeşlerimizle buluşmak güzeldi. Moskova’yı, Kızıl Meydan’ı görmek güzeldi... Bana bu imkânı sağlayan, Moskova’da istisna bir hafta yaşatan Karaçay Malkar Türkleri kardeşlerime teşekkür ediyorum.

AKİSHABER

Özel Haber Haberleri

GASTROANTALYA’DA DENİZLİ DAMGASI
EHLİYETLERDE O SÜRE UZATILDI
DON KİŞOTLAR ARIYORUZ!
PAÜ'de iktisadi işletme kime çalışıyor ?
Kendi ifadesiyle "Özel Proje" mi Kutluhan ?