Depremle sanki uykudan Sarıkamış’a uyandı insanlar.
Depremde, soğuk karlı bir kış gecesinde yazlık kıyafetleriyle donan yiğit askerlerimiz gibiydiler. Gecelik ve pijamalarıyla uyandılar. Sadece kar örtüsü bedenlerini örtmüyordu.
Bir kısmı anında, bir kısmı saatlerce, günlerce kurtarılmayı beklediler. Yaralıydılar. Kolları veya bacakları ya da gövdeleri beton yığınının altındaydı. Kan kaybettiler, üşüdüler, canları yandı… Yetmedi soğuk betondan daha ağır çöktü üstlerine, dondular… Aç susuz inleyerek sessizce sevdikleriyle vedalaştılar.
06.02.2023 günü saat 04.17’deki o korkunç afetten sonra, her gün, sanki alarmı kurulmuş gibi 03.30 ile 05.30 arasında uyanıyorum.
Türkiye, 06.02.2024 de TV’lerde, yazılı ve sözlü basında, sosyal medyada mutlaka bir yıl önceyi hatırlatıcı etkinlik ve etkileşimler yaşayacaktır.
Ben hatırlatmayı azıcık erkene aldım. Ama bölgemizde kayıpları olan herkes, o geceyi ve günü, zaten her an yeniden yaşıyor.
İnsan yaşadığı sürece depremler olacaktır. Bunlar da hissedilecek, duyulacak veya yaşanacaktır. Bu anlara hazır olmak için yaşananlardan ders almak gerekir.
Liyakat ve deprem
Kimse Türk askerini sahada çok geç görevlendirenlere hesap soramadı.
Sosyal medyanın baskısından kurtulmak için internetin hızını düşürdüler. Hâlbuki can kurtarmak için en önemlisi iletişimdi. Bunu düşünmemişlerdi. Enkaz altındakilerin bir yandan dayanma gücü diğer yandan telefonlarının pili de tükeniyordu. En sonunda nefesleri tükendi. İletişimi yavaşlatanlar, “biz karar verdik” dediler. Onlara da hesap sorulmadı.
Deprem için kurulmuş AFAD bünyesinde 05.02.2023 günü kadrolu kaç inşaat mühendisi çalışan ve mühendis yönetici vardı?
Kaç uzman planlamacı vardı?
Kaç kurtarma eğitimi almış uzman vardı?
AFAD neden deprem verisi toplar? Neden sürekli dünya kuruluşlarından sapmalı olarak deprem rakamları açıklar? Sonuçları daha doğruysa da yanlışsa da milletimize sebepleriyle açıklanması gerekmiyor mu?
06.02.2023 sabahına kadar yıllardır yazdığım deprem yazılarında, “hazırlık yapmıyoruz. Unutuyoruz” “Hazırlığı ceset torbası depolamak sanıyoruz”, “toplanma alanlarının yerini mahallemde muhtardan başka bilen yok. Büyük levhalarla belirtilmeli” gibi pek çok konuyu dile getirmiştim.
Kaderimizmiş mi diyeceğiz ?
Kader mutlak vardır ve kadere iman ediyoruz. Ama Kur’an okuyan, anlamını bilen bizler; yüce Yaradan’ın önce tedbir sonra tevekkül istediğini biliyoruz. Bu konularda uzman değilim ama Müslümanım çok şükür.
İlim ve fen olmayan yerde İslam yoktur.
Dünyada pek çok İslam âlimi vardır ki; pek çok alanda çalışmaları, eserleri kabul görmüş, kayda geçmiş, ismi ve temsil ettiği dini de yücelterek tarihteki yerini almıştır.
İslam’ın yüce kitabında; yüce Yaradan, sevgili Peygamberine; “Oku! oku! oku! seni yaradan Allah’ın adıyla oku!” diyor.
Uçuruma düşmemek için önce Kur’an’ı okuyup, anlayıp sindirmek gerek.
Kur’an okuyup anlamadan İslam’ı yaşayan Müslüman denize dökülen mayın gibidir. Kime çarpacağı, ne zaman patlayacağı belli olmaz.
Ama yaşarken de tedbirli olmak gerekir.
Deprem stres yüklenmesini sabırla bekler
Deprem de tedbir alınmadığında, duvarda okunmadan asılı duran Kur’an gibidir. Deprem de sabırlıdır. Beş yüz sene bile bekler. Tedbir almayanlara, anlamayanlara, anlamak istemeyenlere kendisini en acı biçimde anlatır.
Ben de yerin alnımı tokatladığı, Azrail ile selamlaşıp, tokalaşıp ayrıldığım gece ve günlerin (MDM’de yayımlanan Başımız sağ olsun başlıklı yazımdan) ardından, yaşamamızın bir işe yaramasını diliyorum.
Çubuklu uzmanlar değil, çözümcü uzmanlar arıyoruz.
Maraş fayları ve on bir şehrin felaketi
Başta İstanbul’u, Bingöl’ü, Antep’i, Hatay’ı Maraş’ı Adana’yı (çünkü deprem olan 11 ilde Maraş fayları dışındaki faylar hareket ederse hepimiz tekrar yıkılmamalıyız) ve diğer tüm riskli şehirleri acilen dönüştürün ve depreme hazırlayın.
Bu sizin göreviniz sayın yöneticiler.
Kızılay çadır satmaya devam ediyor mu?
Deprem öldürmez ihmâl öldürür sözünü beyinlerimize nakşeden, Türk Milleti’nin Deprem Dede’si Ahmet Mete Işıkara hocayı rahmetle anıyorum.
Depremde kaybettiğimiz canlara rahmet diliyorum.
Depremde kaybettiklerimizin vebali; ihmali olanları inanın asla sağlık ve huzurla yaşatmayacak.
Hâlâ tam açıklanamayanlar
Bu kadar il etkilenmiş ve diğer illerde de yıkımlar olmuşsa da, yaklaşık beş yüz yıllık aradan sonra, kapıları çalan bu felaketin olumsuz sonuçları halen ortadan kaldırılamadı.
Kayıplarımız için yöneticiler 50.783 kişi dediler, inandık mı? İnanmıyorduk. Haklı çıktık.
Eski bakan yeni İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Murat Kurum, bir TV programında “130.000 kişi kaybettik” dedi. Sonra da bu sözlerin yanlış anlaşıldığı konuşuldu. Kurum, cumhuriyet dönemindeki deprem kayıplarının toplam sayısını verdiğini söyledi.
Sonra manidar bir açıklama duyuldu. İçişleri Bakanı depremdeki can kaybını 53.537 olarak düzeltti. Depremin üzerinden bir yıl geçmiş ve Kurum’un sözleri üzerinden büyük tartışmalar yaşanırken yapılmış bir açıklamaydı. Acı acı düşündürdü.
Her hanede ortalama insan sayısı ile hesap yaparsanız depremden etkilenen şehirlerde kaç kişinin vefat ettiği ortaya çıkmıyor mu?
Nüfus kayıtlarından, hastane ve doktor ziyaretlerinden, aldıkları yardımlardan tespit edilemiyor mu?
Herkes kayıplarıyla ilgili bildirimde bulundu. Neden toplam ve gerçek sayı farklıysa açıklanmıyor?
Bizlere mi kalmalı bu hesabı yapmak?
Söyleyin gitsin artık 130.000’mi? 750.000’mi? Bir milyon mu? Yoksa daha mı fazla?
Tam açıklığa kavuşmayan sadece kayıp sayımız değil, başka hususlar da var. 06.02.2023 günü saat 04.17’de yaşanan 7.8 büyüklüğündeki depremin, aslında, iki ayrı deprem olduğunu bazı uzmanlar vardı. Çok da konuşulmadı. Gerçekten öyle mi veya niçin fazla konuşulmadı, bilmiyoruz. Gündemin içinde kaybolup gitti.
Dokuz dakika sonraki 6,9 büyüklük ve saat 13.24’de 7.6 büyüklükteki Elbistan depremlerinden hemen sonra oluşan ilk depremin 7.4 büyüklükte olduğu ve 11 şiddetinde hissedildiği şeklinde çeşitli açıklamalar duyduk.
Depremde yıkılan (sonradan tedbir amaçlı yıkılanlar bunun dışında) bina sayısı yetkililerin elinde kayıtlı.
Sıkışınca adına “asrın felaketi” denilen bu depremin bu büyüklükte geleceği yıllar önceden biliniyordu.
Gaiplik
Deprem sonrası kayıp insanlardan bahsediliyor. Çocuklarını arayan ebeveynler, aile üyelerini arayıp bulamayan insanlar var.
Kaç kişi, yaş bilgileri nedir? Varsa kaç çocuğumuz? Vefat mı etti? Akli dengesini mi yitirip kayboldu? Organ mafyasının eline mi düştüler? Halen göçük altındalar mı?
Yaman sorular…
Adı hukuken “gaiplik”, (bir kimsenin ölüm tehlikesi içinde olduğunun bilinmesi ama ondan çok uzun bir süre haber alınamaması ya da çok uzun bir süre yitip gitmiş bulunması durumunda, ilgili kişilerin başvurusuyla, yitikliği yargıç kararıyla onaylanıp kişiliğine son verilmesi,) olan problemi yaşayanlar.
Parçalanmış cesetlerin hafriyat alanlarında bulununca hemen oraya açılan çukurlara atıldığını sosyal medya videolarında gördük. Mezarları bile olmadı.
Yargılama muhatapları genişletilmeli
Başka sorularda can yakıcı.
Taşıyıcılığı olmayan zeminlere imar izni verenler, imar tadilatlarına imza atanlar neden yargılanmıyor?
İmar affı çıkartmak neden suç değil?
Deprem risk derecelerini hangi keyfiyete göre ayarlamışlar ve sürekli değişmiş; yargılamayı düşünmez misiniz?
1985 ve daha eski şartnamelere göre projeleri denetlenip onaylanarak yapımına izin verilen, ruhsatları verilen, yapı kullanma izni verilen binaların yüklenici, proje mühendisleri, fenni sorumlularını yargılamak en kolayı. Ya onlara bu izinleri verenler, “şu şartnameye göre hesap yap” diyenler, bu şartlara göre binaları kullanıma açanlar, neden yargılanmıyor?
Ruhsatsız yani kaçak yapılan binaları veya yasaya ve tekniğe aykırı yapılan eklentileri imar affı ya da barışı ismiyle affedenlere dava niçin açılmaz?
Hatta o eski şartnameye göre yapılan tüm binalar bilinirken; o binaları kentsel dönüşüme sokmayanlar neden yargılanmıyor?
O tarihte sanki beton üretim tesisleri yaygınmış gibi “Aaa bakın bu binada dere kumu kullanılmış” diyenler; insanları neden töhmet altında bırakıyorlar.
“Demir ince kullanılmış” diyen allameler, o binaya ait betonarme projeler hakkında bilgi sahibiymiş gibi hüküm verenler, bilmiyorlar mı ki o dönemde izin verilen ve kullanılan demir düz yuvarlak demirdi. Çapları da daha ince demirler olarak kullanılıyordu.
Tabii ki; teknolojik olarak ve şartnameler olarak düşük dayanımlı binalardı. Ama bunu bütün yöneticiler de biliyordu. Bunlar gerçeklerin ifade edilmesidir. Herhangi bir kimseyi savunmak anlamına gelmez. Eksik ve kalitesiz malzeme kullanan kim varsa yargılansınlar ve cezalarını çeksinler. İnşaatları denetlemeyen yapı denetim firmaları cezalarını çeksinler.
Yere gömülen binaların imar izni için sıvılaşma olacak zeminleri imara açanlara neden hesap sorulmuyor? Sağlam zeminlerde 1-4 katlı 70 yaşındaki binalar ayakta duruyor. Uygun olmayan arazilerde çok katlı yapılara izin verenler neden yargılanmıyor?
Dere yataklarına, tarım arazilerine, sağlam olmayan zeminlere imar izni verenler neden yargılanmıyor? İncelemeden zemin raporları verenler, kopyala yapıştır yöntemiyle rapor yazanlar yargılanmalı.
Belediyeler, çevre şehircilik ne iş yapar?
Akademisyenler bir arada çalışarak bu depremin sonuçlarına göre şartnameleri yeniden yazmalıdır.
En önemlisi de bu şartnamelere siyasi müdahalenin önüne geçilmelidir.
Yıldırım Üzümcüoğlu / Milli Düşünce Merkezi