CHP Bilim Platformu tarafından hazırlanan raporda üniversitelerde yaşanan çöküş ele alındı ve Türkiye'nin sahte ve şaibeli yayınlarda dünya üçüncüsü olduğu, yükseköğretim kalitesinde 137 ülke arasında 101. sırada yer aldığı belirtildi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Açıkel, konu ile ilgili olarak, "Saray rejimi, otoriter uygulamaları ve liyakatsiz kadrolaşma politikalarının sonucunda, niteliksiz ve küresel liglerde her geçen gün gerileyen bir akademi tablosu yarattı" değerlendirmesini yaptı.
Raporda, "Niteliği düşen akademik yayınların yanı sıra para karşılığı yazdırılan tezlerin yaygınlaşmasına da göz yumuluyor. Tez ve yayın sahteciliği ile sözde akademisyenler terfi ederek, üniversitelerde yönetici kadrolara atanıyor. AKP'nin akademiyi bir kadrolaşma alanı olarak gören yönetim anlayışı sonucunda Türkiye, Hindistan ve Nijerya'nın ardından şaibeli, sahte ve para karşılığı en çok tez ve makale yayımlayan üçüncü ülke konumuna geldi." denildi.
***
Habertürk'ten Yusuf Doğan ise bu tespitleri doğrulayan "sahte tez yazma sektörü" ile ilgili haberinde şu bilgileri verdi:
"Kayıt dışı olduğu için büyüklüğü tam olarak bilinmese de sürekli artan özel üniversite sayısı ve mezuniyet için tez yazma zorunluluğu, sektörü günden güne büyütüyor.
Kendilerini 'tez danışmanlığı şirketi' olarak tanımlayan kişiler, ilk etapta yüz yüze görüşme talebimizi reddedip tezin aşama aşama mail aracılığıyla tamamlanacağını, gerekirse son aşamada yüz yüze görüşebileceklerini söyledi."
***
Aslında Türkiye'nin bütün sorunlarının temelinde, insanların hak etmedikleri makam ve mevkilere ulaşmak için her yolu mubah görmesinden kaynaklanan talan anlayışı vardır.
Türkiye'de siyaset de ülkenin kaynaklarını talan için yapılır!
Bir ara dünyadaki tarikatları incelemiştim. OPUS DEI adlı tarikat, gittiği her ülkede, öncelikle mesleğinde çabuk yükselmek isteyen, hırslı, yerleşik, ahlâki değerlere önem vermeyen şahıslarla, kendilerini çok önemseyen fakat nedense adlarını duyuramamış aydınları avlamıştı. OPUS DEI, sahip olduğu medya üzerinden bu tür insanları destekledi, mesleklerinde adlarını duyurmalarını sağladı. Sonra da bunları kullanarak ülkede her istediğini yaptırır hale geldi. Michael Walsh'un deyimiyle bu örgüte OPUS DEI yerine OCTOBUS DEI, yani "Ahtapotun İşleri" denilmeliydi.
Tıpkı Türkiye'deki cemaat yapılanmaları gibi değil mi? Türkiye'de de üniversiteler, cemaatin tekeline bırakıldı. Akademik kariyer yapmak için bilimsel araştırma yapmak değil, cemaate mensubiyet arandı. Sonuçta, üniversitelerden başlayan çürümeyle devletin diğer kurumları da çöktü!
***
Bu tür sahtekârlıklar, "gemisini yürüten kaptan" parolası ile hoş görüldü. Halk içinde yaygınlaşan bu anlayışın sonunda, koca Türkiye, hayata sahtekârlıkla başlamış, diploması bile sahte kadroların yönetimine boyun eğmek durumunda kaldı.
Türkiye'de sahte diploma ile öğretmenlik, polislik, doktorluk, savcılık, hatta kaymakamlık yapanlar çıkması bir tesadüf değil, kültürel değerlerdeki bozulmanın, çürümenin belirtileridir.
Ülkenin ve devletin imkânları, kısacası pasta bölüşülürken, partizanlık, mezhepçilik, etnik kökencilik, tarikatçılık, hemşericilik, akrabacılık yapılırken kimse sesini çıkarmadı!
"Bizim partimiz bize kredi vermelidir, bizim mezhebimizden olan devlet memuru bizimkileri devlet dairesine doldurmalıdır, bizim cemaatimiz bürokrasiye hâkim olmalıdır, bizim hemşerimiz, bizim akrabamız kayırılmalıdır?" denildi ve bu anlayışla desteklenen iktidarlar eliyle Türkiye, millî gelirinin yüzde 60'ı kadar borçlandı. Üstelik alınan borçların nereye harcandığı da belli değil.
Sonuçta, Türkiye bir bütün olarak açlık sınırına geldi. Çünkü kitleler adaletten koptu. Adaletsizlik ahtapotunun kolları Türkiye'yi sıkmaya başladı! Üzerinde kafa yormamız gereken asıl sorun budur.