Bir devlet, hukuk ve hukukun ortaya çıkardığı adalet duygusu üzerine, yaşar ve ayakta kalır. Çoğunluğumuzun teşhisi o dur ki; Türkiye’de yaşama yansımayan hukuk metinleri ve uygulamaları neticesinde, ortada bir hukuksuzluk vardır.
Her vatandaş, başta anayasa olmak üzere temel yasalarla adeta bir nikah akdi gibi bir akidle devletine hukuken bağlıdır.
Mehmet Barlas’ın bir kitabında yazdığına göre, rahmetli tiyatrocu İsmet Ay bir düğünde “Bir yastıkta kocasınlar” diye evlenen çifte dilekte bulurken annesi atılmış ve “Önemli olan aynı yastıkta kocamak değil, mutluluk için bir yastıkta aynı rüyayı görmektir” demiş.
Bizde vatandaş olarak nikahlı bulunduğumuz devletle, aynı yastıkta kocuyoruz ama bir türlü hepimizi mutlu edecek rüyayı göremiyoruz!
Bir çok açıdan bakınca “Türkiye tam bir hukuksuzluk cennetidir” diyebiliriz. Hem de doğumdan ölüme kadar tam bir belirsizlik vardır ve bu iyi vatandaşların aleyhine olan bir husustur.
Kimin şansı varsa bu hukuksuzluktan nasiplenir kim kadersiz ise piyango ona vurur ve ölünceye kadar çekip durur. “Kader Mahkumları” diye neden denmiştir üzerinde durmak gerekir.
Ayrıca “Devlet çeşmesinden su içilmez”, “Allah mahkeme kapısına düşürmesin”, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” gibi daha çoğaltılabilecek deyimler, durup dururken halkın diline kendiliğinden düşmemiştir.
Ben ecdatın yaşadığı topraklarda devletini kaybetmiş bir Balkan Türkü’yüm. En kötü devletin bile devletsizlikten sonsuz derecede iyi olduğunu bilirim. Ancak devlette buna karşılık nikahına aldığı vatandaşı, hukuken üzmeyecek ve adil olmayı başaracaktır. Yine meşhur bir sözdür; “Halkı yaşat ki, devlet yaşasın”.
Unutulmamalıdır ki; halk hukukla yaşar, memleket hukukla abad olur, insan hukukla biat eder... Huzur ve güvenin kilidi, herkes için eşit, şeffaf ve objektif kriterler çerçevesinde uygulanan hukuktur.
Devlet; yasalaştırdığı ve hakimler eli ile uyguladığı hukuk sayesinde, güvenilir, inanılır, destek alınabilir, sadakat duyulabilir, vefalı, sözünün eri, gerektiğinde yaşamın adanacağı ve halkına karşı sorumluluğunun farkında olan güçlü bir yapı olmayı başarmalıdır.
Türkiye’ye bakınca devletin hukuk eli ile vatandaşları arasında bir eşitsizlik yarattığını görüyoruz. Dediğimiz gibi bu eşitsizlik kundakta başlayıp ölünceye kadar sürüyor. Halbuki anayasamız tam tersini söylüyor!
Örnek mi dediniz? Emekli aylıklarındaki farklılıklar, bedelli askerlik uygulamaları, mahkeme kararları, vergi ve hapis cezalarına getirilen aflar, devletin kestiği sübjektif kriterli tüm cezalar, haksız ödüllendirmeler ve özel hayatın ihlal edilmesi ilk akla gelenlerdir.
Şimdi de “İç Güvenlik Paketi” adı altında bir yasa TBMM’den geçirilmeye çalışılıyor. TBMM’deki kavgaları görüyorsunuz değil mi? Sizce bu yasa bizim huzurumuz içinmi yoksa korku imparatorluğu pekişsin diye mi çıkıyor?
Sadece bu iktidar dönemini ölçü alırsanız, memleketimizin çıkarılan yasalar açısından nasıl yaz boz tahtasına döndüğünü görürsünüz. Meşhur davalarda savcı ve hakimlerin tutumlarını, sonra dönüp bu davalara “Pardon yanlış olmuş, bunların hepsi kumpasmış!” denildiğini, delillerin kaçırıldığını ve karartıldığını, bölücülüğün ve buna bağlı terör ve şiddetin müsamaha gördüğünü, yolsuzlukların ve rüşvetin üzerinin örtüldüğünü hep birlikte izliyoruz. Sonra bu ülkede hukuktan bahsedilebilirmi?
Görülen o dur ki; Türkiye, iktidar tarafından hukuk kullanılmak sureti ile bir diktatöryaya yada Türkiye’ye has bir faşizme sürüklenmektedir. Nereden biliyorsun derseniz, o kadar çok hukuksuzluk varki; başka bir şeye benzetemiyorum.“Kabataş Yalanı” na ve yargıda kullanılmak üzere olay hakkında yaratılan fırtınaya nasıl bakabilirim?
Elbette suçlu kayırılmayacak ve doğru yasalarla cezalandırılıcaktır. Ama ne yasanız yasa ne de savcı ve hakimleriniz savcı ve hakim gibi değil ise sığınacak tek yer Allah’tır.
Hukuksuzluğun yarattığı anarşiyi yeni hukuksuzluklarla ortadan kaldıramazsınız!
Ne yazık ki; Türkiye bu dönemde iyiden iyiye hukuksuzluk ülkesi olmuştur. Halk darbe dönemlerinde bu kadar ürkmemiş ve korkmamıştır. Darbe hukuku ve yargısı aranacak hale gelinmiştir.
Süratle bu durumdan kurtulmalı ve bir “Hukuk Ülkesi” haline gelmeliyiz.
Sizlere hisse çıkartabileceğiniz bir kıssa ile nokta koyalım. Atina’nın bir şehir devleti olduğu dönemde halk, yöneticilerden fena halde şikayet ediyor ve onları başlarından nasıl göndereceklerini tartışıyor ama bir türlü yönetenleri değiştiremiyorlarmış. Bir gün Antisthenes adlı filozof kürsüye çıkmış ve Atinalılara seslenmiş; “Size bir teklifim var. Hemen bir karar alıp bundan böyle bütün eşeklerin at olduğunu ilan edin ve eşeklere eşek değil, at deyin!”... Biri bu söylem üzerine atılmış ve sormuş;“Bunun bize ne faydası var?”... Antisthenes cevap vermiş; “Yönetenleri göndermek ve yeni yönetici seçmek konusunda anlaşamadığınıza göre çözüm bulunana kadar eşekler tarafından yönetilmek utancından kurtulmuş olursunuz..” Acaba biz de eşeklere at mı desek?
Özcan PEHLİVANOĞLU