Kanlı Noel hadiselerinden sonra “Kıbrıs” tabiatıyla Türk kamuoyunun gündeminden hiç düşmez. İşte bu zamanlarda Prof. Dr. Niyazi Berkes Yön dergisinde yazmış olduğu makalelerinde Yunan milliyetçiliğine de değinmiştir. “Yunan milliyetçiliğinin bütün Hristiyan kiliselerinin, bütün Avrupa devletlerinin, hemen bütün batı düşünür ve yazarlarının, eğilimleri, inançları, çıkarları ne olursa olsun, hepsinden destek görmek gibi eşsiz bir talihi vardı.” diyen Berkes devamında bilim adamı nazarıyla şu tarihi tespiti de yapmıştır:
“Yunan milliyetçiliğine gıda veren kaynak ne Eflatun ve Aristo’nun Hellası’ı, ne de Batı Avrupa’nın liberal ve sosyalist fikirleridir. Yunan milleti en başarılı şekilde papaz teokrasisinin yaratığıdır. (…) Kiliseyi ve Ortodoksluğu yok farz ediniz, Yunan ulusunun birlik içinde bir ulus olarak ayakta durabileceği şüphelidir.” (Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümenik, Kaynak Yayınları, İstanbul 2002, s.22-23) Kurulduğu günden bugüne 10 kat büyüyen bir devlettir Yunanistan. Bu genişleme hep Berkes’in dediği gibi Avrupalı ağabeylerinin destekleriyle olmuştur.
Rumlar 1821’de Mora’da ayaklanmışlardır. Mora ayaklanması İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğini arkasında buldu ve 1827’de Navarin’de Osmanlı-Mısır donanması yakılmış, 1828’de Rusya Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmış ve 1829’da Yunanistan bağımsız bir krallık olarak kurulmuştur. (Ergün Aybars, “Türk-Yunan İlişkileri”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. 1, Sayı: 3, İzmir 1993, s. 3.)
Yunanistan kurulduktan sonra gayesini Osmanlı’ya karşı genişleme olarak belirlemiştir. Avrupalı devletlerin de desteğini alan Yunanistan, bu devletlerin aracılığıyla 1881’de toplanan Elçiler Konferansı’nda Taselya’nın bütünü ile Epir’in bir bölümünü daha topraklarına katmıştır. Ağustos 1889’da Girit’te isyan çıkaran Yunanistan istediğini elde edemeyince Taselya sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başladı. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti Yunanistan’a savaş ilan etti ve 1897’de Dömeke Meydan Muharebesi’nde Yunanistan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ama Rusya’nın araya girmesiyle Osmanlı Devleti Girit’te tavizde bulundu ve Girit’in Yunanlı bir prens tarafından yönetilmesini kabul etti. (Murat Taştan, “Yunanistan Devleti’nin Kuruluşundan İkinci Dünya Harbi Sonuna Kadar Türk-Yunan İlişkileri”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl: 26, Sayı:50, Genelkurmay Basım Evi, Ankara 2001, s. 240.)
1912-1913 Balkan Harbi’ne de katılan Yunanistan, 1912’de Ege Denizi’ndeki Girit, Limni, Taşoz, İmroz, Ayastrati, Semadirek ve Bozcaadayı, 1913’te Midilli, Sakız ve Sisam
adalarını işgal etti. 1913 Bükreş Anlaşması ile bu adalardan başka Epir ve Makedonya’nın güney parçası Yunanistan’a bırakılmıştır. Selanik dâhil Osmanlı Devleti çok geniş bir toprak parçasını kaybetmiştir. (M. Çetin Varlık, “Türk-Yunan İlişkilerinin Tarihî Seyri”, Kaynaklar, Sayı: 5, İstanbul 1987, s. 61.) Böylece Balkan Savaşları’ndan en kazançlı çıkan ülke Yunanistan olmuştur. Yunanistan bu iki yılda topraklarını iki kat genişletmiştir.
Genişleme politikasına devam eden Yunanistan, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmasından istifade ederek, yine Avrupa Devletlerinin desteğiyle Türkiye’yi işgal etmeye başlamıştır. 1919-1922 arasında yalnızca bir Türk-Yunan savaşı olarak değerlendirilemeyecek olan bu savaşın sonucunda Türkler Sevr Barış Antlaşması yerine Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamışlardır. Sonuç olarak Türk Milleti’nin direnişi Yunan Megali İdea’sını çökertmiştir. (E. Aybars, a.g.m., s. 6-7)
Cumhuriyet Tarihi boyunca da Yunan milliyetçiliğinin Kıbrıs’ta enosis, Patrikhane bahsinde ekümeniklik ve adalar bahsinde de Lozan’ı tanımama, hatta olmayan uydurma bir Pontus Soykırımı icat etme tutum ve tavırlarıyla sürekli haksız ve hukuksuz bir şekilde Türk Milleti aleyhine genişleme temayülü göstermeye devam etmektedir.