Modern dönemin başat toplumsal kimliği milli kimliktir. Milli kimliğin bileşenlerinin temeli ise milli tarihtir. Milli kimliğin ve tarihin öznesi ise “millet”tir. Millet olgusunun göstergeleri ve modern öncesi dönemde de görülebilse de bugün söz konusu ettiğimiz “millet” modern millettir. Modern anlamda “millet/nation” terimi antik dönemde de görülen bir terimdir ve bir grubun önemli bir özelliği olarak “doğum” veya “soy” anlamına gelir. Yüzyıllarca varlığını ve kullanımı sürdüren “natio” kavramı Ortaçağa özgü olarak “etnik ve dilsel” bir algılamaya göndermede bulunur.
Kültürel ve tarihi açıdan pre-modern dönemle bir süreklilik gösterse de özgün bir bilinç, duygu, davranış ve örgütlenme modeli olarak “millet” formu millet altı olarak tanımlanan boy, soy-sop gibi yapılanmaların üzerinde bir müşterek kültür, kimlik, bilinç öngörür. Bu nitelikleri ile de pre-modern toplum modelinden ayrılır.
Modern dönemde millet formunun en önemli bileşeni tarih yazımındaki radikal dönüşümdür. Tarih artık ne dini ne de hanedan merkezlidir. Modern milli devletlerin toplumsal formasyonu olan milletin tarihidir. Bu millet tarihi de binlerce yıla uzanabilmektedir. Milli tarihin mütebariz vasfı millet olgusuna bağlı sürekliliktir. Milleti oluşturan fertlerin her biri bilincinde oldukları tarihin birer mensubudur.
Millete ve milli devlete karşı olan siyasi, ideolojik, felsefi yapıların mensupları da bu karşıtlıklarını öncelikle milli tarihe yönelik olarak gerçekleştirir. Çünkü, milli tarih, milletin en güçlü birleştirici unsuru olan çimentosudur. Bu çimentodan ayrıştırılan bir toplum millet olma vasfını da kaybetme tehlikesini yaşar.
Küreselleşme, çok-kültürcülük, post-modern felsefe gibi düşünceler millet ve milli devletleri tahrip etme potansiyeli taşımışlarsa da beklenilen başarıyı sağlayamamışlardır. Bugün de “küresel tarih” veya “yerel tarih” gibi isimlerle anılan Tarihyazımı yöntemleri ile milli tarihe alternatif paradigma oluşturma gayreti görülmektedir. Her iki modelde de yerel tarih yazımı tebellür ederken psiko-sosyal bir açıdan bilinçleri etkileme, biçimlendirme yöntemi takip edilmektedir. Çünkü, yerel tarih anlatılarının dayandığı sosyolojik zemin daha küçük aidiyetlere hitap etiği için daha fazla dikkat çekmektedir. Bu sebeple milli tarih ve bilinci zayıflatma, etkisizleştirme ve parçalamanın maliyeti de çok-kültürcülük ve küreselleşme dinamiklerine kıyasla daha düşüktür. Çünkü bu tarihi öne çıkaranlar gönüllü olarak, mensup olunan ailenin, boyun, aşiretin, şehrin, ilçenin hatta köyün tarihini yazma iddiasında bulundukları için daha somut bir aidiyetlik ortaya koyabilmektedir.
Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde milli tarihi olumsuzlayan bir yerel bir tarih yaklaşımını benimsemiş eserlerin yayımında ciddi bir artış görülmektedir. Yerel tarih çalışmaları Avrupa Birliği tarafından desteklenen vakıf ve dernekler aracılığıyla başlatılan ciddi bir aşama kaydeden projeler yanında son yıllarda ağırlıklı olarak yerel yönetimler tarafından desteklenmektedir.
Bu yerel tarih projeleri, ansiklopediler, sempozyumlar, dergi, kitap, broşür gibi yayınlarla kendini göstermektedir. Söz konusu yerel tarih çalışmalarının ideolojik-felsefi arka planının çözümlemesinin milli tarih ve kimlik açısından yeterince ele alınmaması dikkat çekici bir zafiyet olarak görülebilir. Çünkü eleştirel bir çözümlemenin yapılmaması uzun vadede milli kimliği olumsuz yönde etkileyebilecek bir potansiyel taşır. Bu varsayımlarımızı ortaya
koyarken Türk kimliğine yani modern millet yapımıza yönelik yıkıcı ve tahrip edici yerel, etnik, Türk karşıtı ırkçı bir tarihyazımının varlığını gittikçe görünür kıldığı gözlenmektedir.
Avrupa Birliği tarafından desteklenen sivil toplum örgütleri, özel üniversiteler ve yayınevleri tarafından başlatılan akademik yerel tarih çalışmaları kendilerinden beklenen bilimsel-ideolojik alt yapının hazırlanması hususunda öncü olma işlevini yerine getirmişlerdir. Bundan sonra da yerel yönetimler gönüllü olarak bu çalışmaları yürütmeye başlamışlardır.
Tahrip edilmeye çalışılan milli kimliğin varoluş koşulu niteliğindeki milli tarihe karşıt ve alternatif olarak tasarlanan yerel tarih ve başka bir çalışmanın konusu olabilecek çok kültürlü tarih anlayışı son kertede millet olgusuna karşı çıkar. Bu tarih çalışmalarının bir başka boyutu da çok-kültürlü bir toplum modeli yanında doğal olarak bu modele uygun yani milli devlet modeline alternatif bir siyasi örgütlenmenin bilişsel alt yapısının oluşturulmasını öngörür. Kısacası, yerel tarih çalışmaları sadece bir tarihyazımı alanı değil, bilinçli veya bilinçsiz, siyasi ve ideolojik bir araçsallık özelliği taşır.
Tarih, öngürülen toplumsal ve siyasal formasyona göre yeniden kurgulanırken milli tarihe yönelik yıkıcı tenkitlerin de amacı daha anlaşılır hale gelmektedir. Dış dünya ve simgesel evren arasındaki kopukluk ve süreklilik bilinçteki bölünmüşlüğün ve bütünlüğünün bir ifadesidir. Erol Güngör’ün tarih hakkındaki bir denemesinde1, tarihin ideolojik yorumunun her zaman yapıldığını fakat bunun Türkiye’deki kadar kitleler seviyesinde bir bölünme meydana getirmesinin her yerde görülen hadiselerden olmadığı, yönündeki tespiti; ideolojik tarih yorumlarının bugün de sürdüre geldikleri toplumsal bölünme işlevi göz önünde bulundurulduğunda aynı zamanda biliş dünyalarındaki parçalanmanın da tecessüm etmiş halini gösterir.
Yerel tarihyazımındaki artışın motivasyonunun arkasında, post-modernitenin meta anlatıları, ideolojileri ve evrensellikleri olumsuzlayan ama millet-altı etnik, mezhepsel, yerel, cinsel gruplar vs. yani mikro yapıları olumlayan yaklaşımı vardır. Bu sebeple yerel tarih çalışmalarında bireylerin zihinsel yönelişi “bütün” olana değil “parçaya” yöneliktir. Oysa milli tarihte bireylerin biliş dünyası ve davranışları parçaya değil bütüne yöneliktir. Millet ve tarih kimliğinin tarihi bütünlük ve sürekliliğe sahip niteliği yerel tarihte kesiklikler yaratır. Sürekliliğin yerine ikame edilen kesikliklerle toplumdaki “dışlanmışlar”, “tarihsizler” kavramıyla kategorize edilen söz konusu millet altı yapılara bir tarih yani kimlik ve bilinç inşa etmeye yönelik bilişsel temrinler gerçekleştirilir.
Tarih boyunca evrensellik/kozmopolit düşünce ile yerel/milli düşünce arasında bir mücadele olmuştur. Modern düşüncenin de en belirgin vasfı bu diyalektik karakteridir. Yine bu tarihi süreçte dikkat çekici olan, yerel olan somut bir zemine dayanırken kozmopolit/evrensel olan ise soyut, bir beklenti özelliği taşımasıdır. Bu sebeple beklenti hep olumlu, olması gereken, iyi gibi niteliklerle anılırken kendini milli olanın karşıtı olarak konumlar. Bugün de bu çatışma söz konusu özelliklerinden bir şey kaybetmemiştir.
Avrupa Birliği, küreselleşme, çok-kültürlülük \ çok-kimliklilik dinamikleriyle beslenen evrensellik söylemi sürekliliği ve kurumsallaşmasının önündeki en önemli engelleyici güç ve
direnç noktası olarak milli devletler, milletler ve milliyetçilikleri görmektedir. Çünkü, bu olgular birey ve gruplarca içselleştirilerek toplumsal gerçeklikle biliş evrenindeki tamlaşma milli kimliği diğer kolektif kimliklere nazaran özgün bir konuma sokmaktadır. Milli tarih karşıtı yeni tarih yaklaşımı, salt bir tarih araştırmasının ötesinde radikal nitelikli toplumsal ve siyasi dönüşüm projelerinin bir ürünü olduğunu buna bağlı olarak da yerel tarihyazımı ve eğitiminin toplumsal dönüşüm bağlamında kendisini üreteceği öngörülür.
Yerel tarih yaklaşımının akademik alanda savunucusu olan bir sivil toplum örgütünün sitesinde yer alan “Tabulardan, övünmelerden, her türlü önyargıdan, ayrımcılıktan, şovenizmden uzak bir tarih bilinci”2 sloganındaki her bir kelimenin ardındaki dışlayıcı, ötekileştirici, itham edici üslup kendini görünür kılar. İlerici, solcu, liberal olarak tanımlanan tarihçilerin bilimsel(!) yansızlık söylemlerinin arka planında, siyasi amaçları gizlemede ve kendi ideal-düşünce evrenlerine mensup olmayanları, duygusal, önyargılı, hamaset, şoven gibi sıfatlarla itham etmeleri söylemin psikolojik bir baskı aracı olarak kullanılmasının bir ifadesi olarak okunabilir. Bu sebeple milli tarihin olumsuzlandığı akademik ve ideolojik zeminin iyi tanınması elzemdir.
Bu ve bundan sonraki birkaç makalede yerel tarih sorununa değineceğiz. Amacımız yerel tarih çalışmalarının masum bir amaca hizmet etmediğini ve milli tarihi tahrip etme potansiyeli taşıdığını vurgulamak istiyorum.