Aradan tam 72 yıl geçti ama kendi 11 Eylül'ümüzü hâlâ aydınlatamadık
New York'taki İkiz Kuleler'e yapılan ve hem Amerikan politikasını, hem de dünya dengelerini değiştiren 11 Eylül saldırısının üzerinden tam 20 yıl geçti ve her yıl bu olayı hatırladık. İstanbul'da bundan 72 sene önce artık çoktan unuttuğumuz benzer bir facia yaşanmış ama sebebi ve sorumluları bulunamamıştı...
İSTANBUL, 1949'un 2 Mart'ında, öğleden sonra saat beşi on geçe, ardarda gelen büyük patlamalarla sarsıldı.
Haliç'te, Sütlüce sahilindeki bazı binalar havaya uçmuştu... Önce çok şiddetli olan patlamalar sanki bir deprem yaşanıyormuşçasına sonraki iki gün boyunca azalarak devam etti.
Havaya uçan bina bir silâh fabrikası, sahibi de Osmanlı İmparatorluğu'nun son senelerindeki en güçlü adamı olan Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın sekiz yaş küçük kardeşi Nuri Killigil idi.
Nuri Killigil, "Nuri Paşa" yahut "Bakü fâtihi" diye bilinirdi ve film gibi maceralı bir hayat sürmüştü...
İngilizler, Rus ordusuna yardımcı olmak maksadıyla Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Azerbaycan'a birlik göndermiş, onların varlığından destek alan Ermeniler de Azeriler'e karşı katliama başlamış ve binlerce Azerî katledilmişti.
Başkumandan Vekili Enver Paşa, Azerbaycan'daki durumun kontrol altına alınması için kardeşi Nuri Paşa'yı vazifelendirdi. Nuri Paşa bölgedeki bazı küçük ve dağınık birlikleri "Kafkas İslâm Ordusu" adı altında biraraya getirdi. Sayıca az olan askeri ile Ermeniler'i ve Ruslar'ı püskürtünce yerli halk da Paşa'ya katıldı ve ordunun mevcudu gittikçe arttı.
Nuri Paşa, haftalarca devam eden çarpışmalardan sonra, 15 Eylül 1918'de Azeriler'in çok büyük sevgi gösterileri arasında Bakü'ye girdi. Adına destanlar yazılan, şarkılarla marşlar bestelenen Paşa o günden sonra Azerbaycan'da kahraman olarak tanınacak ve "Bakü fâtihi" diye bilinecekti.
BERLİN TEMASLARI
O sırada, sadece 29 yaşındaydı...
Ama, fethettiği topraklarda fazla kalamadı. Bakü'ye girmesinden bir buçuk ay sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1918'in 30 Ekim'inde Mondros Mütarekesi'ni imzalayıp yenilgiyi kabul etmesi üzerine Azerbaycan'ı boşaltma emri aldı ve birliklerini geri çekti. Savaştan sonra Almanya'ya gitti, uzun seneler orada yaşadı ve Türkiye'ye 1930'ların sonuna doğru, İkinci Dünya Savaşı'nın öncesinde döndü.
Askerliğe seneler önce veda etmişti ve yeni bir iş yapması gerekiyordu...
Paşa, fabrikatör olmaya karar verdi. Zeytinburnu'ndaki büyük bir kömür atelyesini satın alıp "madenî eşya fabrikası" haline getirdi, fabrikasını daha sonra Sütlüce sahiline taşıdı ve daha da büyüttü.
Resmî olarak madenî eşya imal ediyordu ama asıl üretimi, Millî Savunma Bakanlığı'nın verdiği izinle yapılan silâh üzerine idi ve fabrikada tabanca, tüfek ve hattâ havan topu mermisinin yanısıra gaz maskesi ile başka askerî malzemeler de yapılıyordu. Paşa fabrikasının ürünlerini orduya da satıyordu ama daha sonra fiyat konusunda anlaşmazlık yaşanması üzerine imal ettiği askerî malzemenin çoğunu yurtdışına, talep eden memleketlere göndermeye başladı.
İkinci Dünya Savaşı'nın patlaması ve Alman birliklerinin önce Avrupa'da, ardından da Rusya içlerinde ilerlemeye başlaması üzerine, Nuri Paşa silâh işinin yanısıra başka bir alanda daha faaliyet göstermeye başladı: Almanlar'ın desteği ile Kafkaslar'da, özellikle de Azerbaycan'da Türk kökenli askerlerden ve Sovyet ordusunda savaşırken Almanlar'a esir düşen Tatarlar ile Azerîler'den meydana gelecek yepyeni bir ordu kurmak, bu ordu ile Sovyet birliklerine karşı savaşmak, askerî faaliyeti daha sonra Orta Asya'ya doğru genişletip oralarda oluşturulacak yeni birlikler sayesinde bütün Türk boylarını birleştirmek, yani "Turan"a giden ilk adımı atmak...
Hayâlini hayata geçirebilmek için birkaç defa Berlin'e gidip Alman yetkililerle görüştü ve değişik Türk boylarına mensup askerlerden meydana gelen ilk "Türkistan Alayları"nın kurulmasını sağladı. Nuri Paşa böylelikle Birinci Dünya Savaşı'nda yarım bıraktığı işi yapmak, yani öncelikle Azerbaycan'ı bağımsız hâle getirmek istiyordu. Ama hayalleri Almanlar'ın yenilmesi üzerine son buldu ve Paşa, artık sadece fabrikası ile alâkadar olmaya başladı...
ÖRTBAS MI EDİLDİ?
1949'a gelindiğinde, bazı Arap ülkelerinden ve Pakistan'dan siparişler almaya başladı. O günlerde yeni kurulmuş olan İsrail ile savaş halinde olan Mısır, Suriye ve İngiliz hâkimiyetinin sona ermesi ile Hindistan'dan ayrılıp devlet olarak ortaya çıkan Pakistan silâh bulmaya uğraşıyor ve Sütlüce'deki fabrika siparişleri karşılayabilmek için gece gündüz çalışıyordu. BM Güvenlik Konseyi, Mısır ile Suriye'ye silâh satışını yasaklamıştı ama sevkiyat yasağa rağmen devam etti...
2 Mart 1949'da, öğleden sonra saat beşi on geçe, Sütlüce'deki fabrikada ardarda patlamalar meydana geldi ve neredeyse tamamı havaya uçtu. İlk patlama atelyede olmuş, daha sonra cephane deposu da yokolmuştu ve patlamalar iki gün boyunca devam etti.
Nuri Paşa da o sırada fabrikada idi...
Ceset parçaları Sütlüce'nin yüzlerce metre ilerisine yayılmıştı ama günlerce aranmasına rağmen Nuri Paşa'nın cesedine ait hiçbirşey bulunamadı. Kaç kişinin can verdiği bile belirlenemedi, ölü sayısı resmî raporlara "27" olarak geçti ve Nuri Paşa'nın yerine sembolik olarak boş bir tabut defnedildi.
Soruşturmanın ardından hazırlanan raporda patlamalara laboratuvardaki bazı maddelere sıçrayan elektrik kıvılcımının sebep olduğu yazılıydı ama ortada çeşit çeşit söylenti vardı. Halk, Nuri Paşa'nın Mısır ile Suriye'ye silâh satması yüzünden, fabrikanın bu memleketlerin düşmanları tarafından hazırlanan bir sabotaja uğradığına inanıyordu. Konu daha sonra Meclis'e de intikal etti ve görüşmeler sırasında bazı milletvekilleri de "hadisenin örtbas edildiğini" söylediler.
Tarihimizin en büyük yenilgilerinden birine uğrayarak çıktığımız Birinci Dünya Savaşı'ndaki birkaç zaferimizden birinin kumandanı olan Nuri Paşa'yı merak ettiğiniz takdirde sadece birkaç satırlık bilgi bulabilirsiniz, o kadar... Azerbaycan'da kahraman olarak kabul edilen Paşa'dan bizdeki ansiklopedilerde bile pek bahsedilmez ve adına sadece bazı ihtisas kitaplarında rastlanır, o kadar...
İşte sebebini ve sorumlularını 62 seneden buyana bir türlü ortaya çıkaramadığımız, üstelik artık unuttuğumuz "bizim"
11 Eylül'ümüzün hikâyesi...
Modelini bizzat çizip imal ettiği tabancaya kendi adını vermişti
SÜTLÜCE'deki kömür deposunu seri üretim yapabilen bir silâh ve mühimmat fabrikası haline getiren Nuri Paşa, fabrikasında kendi adını verdiği ve patenti kendisine ait olan tabancalar da imal etmişti.
9 milimetre çapında ve "Nuri Paşa Tabancası" diye bilinen silâhın modeli, Paşa tarafından bizzat çizilmişti.
Nuri Paşa'nın ağabeyi Enver Paşa'nın torunu olan Osman Mayatepek tabancanın hiç kullanılmamış bir örneğini yedek şarjörleri, mermileri ve namluyu temizlemeye yarayan harbisi ile bundan birkaç sene önce 'İstanbul'daki Askerî Müze'ye bağışladı. Silâh, şimdi müzede sergileniyor.
Nuri Paşa'dan sürgündeki yeğenine hasret mektubu
MISIR prenseslerinden İffet Hasan ile evli olan Nuri Paşa, çocuksuzdu. Ağabeyi Enver Paşa ise Sultan Abdülmecid'in torunlarından Naciye Sultan ile evlenmiş ve üç çocuğu olmuştu.
Enver Paşa 1922 Ağustos'unda Tacikistan'da Rus birlikleri ile çarpışırken şehid düştü, hanımı Naciye Sultan ile çocukları ise 1924'te hilâfetin kaldırılması ile, Osmanlı Hanedanı'nın diğer bütün mensupları ile beraber Türkiye'den sınır dışı edilip sürgüne gönderildiler.
Naciye Sultan, sürgün senelerinde kayınbiraderi ile, yani Enver Paşa'nın kardeşi Kâmil Bey ile evlendi ve ondan da bir kızı oldu.
HERŞEYİ SAKLADI
1939'da, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı olmasından hemen sonra çıkartılan bir kanunla Enver Paşa'nın çocuklarının Türkiye gelmelerine izin verildi.
Ağabeyinin hanımı ve çocukları sürgünde iken, Türkiye'de kalan diğer aile mensuplarının bakımını artık askerliği bırakıp iş hayatına atılmış olan ve maddî sıkıntı çekmeyen Nuri Paşa üstlendi. Bir önemli iş daha yapan Nuri Paşa ağabeyinin özel eşyalarını, silâhlarını ve bütün arşivini de titizlikle muhafaza etti ve Enver Paşa'ya ait herşeyi, sürgünden dönmelerinden sonra yeğenlerine teslim etti.
Enver Paşa'nın evrakının dağılmaması, bugün tamamının Türkiye'de olması ve bir Osmanlı devlet adamına ait en geniş arşiv olma özelliği taşıması, Nuri Paşa sayesindedir.