24 Nisan sözde Soykırım günü ve Fransa’nın yeni hamlesi ışığında Ermeni meselesine bakış:
Emperyalistler kimi zaman hedefteki ülke ya da milletlerin tepesine doğrudan çöker, kimi zaman ise bir maşa veya piyon kullanmayı tercih eder. Ermeni meselesinin tarihi süreç içerisinde çıkış şekline ve devam eden dönemde seyrine bakarsanız “Piyon” tabirinin meseleyi daha iyi tanımladığını görürsünüz. Olaylara bu açıdan bakarsanız Ermenistan’ın ilk başbakanı Kaçaznuni’ nin 1923’ te parti konferansında söylediği “Olayları biz başlattık”, “Kandırıldık” ve “Türkler Tehcirde haklıydı” ifadelerinin ne anlama geldiğini de rahatlıkla okuyabilirsiniz.
Yine aynı bakış açısının Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 10 Nisan 2019’daki “1915 Sözde Ermeni Soykırımı” ile ilgili resmi anma töreni çıkışının da üzerindeki sisli perdeyi kaldırdığını görürüz. Yani mesele basit bir insan hakları savunuculuğu meselesi değildir. Şayet sadece insani kaygılar olsa yakın tarihteki; Bosna, Hocalı, Karabağ, Ruanda katliamlarında Fransa’nın benzer tepkiler verdiğine şahit olabilirdik. Oysa yüzyıllardır rakibi ya da müttefiki diğer emperyalistler gibi yakalandıkları müzmin “çıkar” hastalığının yeni bir nöbetinden başka bir hal değildi büründükleri. Pek tabidir ki genlerine kodlanmış Haçlı taassubunu da yok saymak sadece Ermeni meselesini değil birçok tarihi olayı ıskalamak anlamına gelecektir.
Her yıl 24 Nisan tarihine rastlayan ve Ermeni diasporasının etkin propagandasının tesiriyle karşımıza çıkan Ermeni soykırımı meselesini bir de tarihi gerçekler üzerinden gözden geçirelim. Ermeniler Osmanlı devletinin sağladığı geniş hoşgörü ortamında kendi inanç ve kültürlerini yüzyıllarca sorunsuzca yaşamışken, 19 yüzyılda gerek Fransız ihtilalinin getirdiği yeni fikirlerin gerekse devletin içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanmayı düşünen Rusya’nın kışkırtmaları sonucu isyanlar çıkarmaya başlamışlardı.
Meselenin bizim açımızdan en hazin dönemi ise I. Dünya savaşı yıllarıdır. Anadolu’da eli silah tutanları cephelere koştuğu bu dönemde Ermeni çeteleri köyleri basıp savunmasız sivilleri katletmekte hatta cephe gerisinde ordunun ikmal yollarını kesip savunmamızı tehlikeye düşürmekteydi. Avrupalı devletlerin korumasındaki cemiyetler ise çetelerin başta eleman olmak üzere diğer ihtiyaçlarını karşılıyor, propaganda vasıtaları ile katlettikleri insanları “Katil” kendilerini mazlum göstermeye çalışıyordu.
Bu gün olduğu gibi o tarihte de Ermeni yalanlarına inanmaya gönüllü bir kitlenin varlığı ise Osmanlı devleti açısından aşılması zor bir engel olarak duruyordu. Yine de devlet 24 Nisan 1915’te çıkardığı bir yasayla söz konusu cemiyetleri kapatmış ve olaylara karışan Ermenileri tutuklamıştır.
Ortada iddia edildiği gibi uçuk rakamlar yoktur. Örneğin İstanbul’da 77 bin Ermeni yaşarken tutuklananlar 235 kişidir. Toplamda tutuklu sayısı da 556’dır. “Tehcir” yani mecburi göç yasası ise 27 Mayıs 1915 tarihinde yukarıda izah edilen askeri gereklilikler doğrultusunda çıkarılmış ve imkânlar dâhilinde titizlikle yapılmıştır. Sivil ve insani hassasiyetler dikkate alınmış tarafsız devletlerin gözlemcileri dahi davet edilmiştir.
Sıklıkla zikredilen ve bu iki tarihli kanunla ilişkilendirilen bir buçuk milyon Ermeni’nin katledilme hadisesi tamamen iftira ve tarihi gerçeklerin çarpıtılmasından başka bir şey değildir. Tarih asıl katledilenin Türkler olduğunu delilleriyle ortaya koymaktadır.
Ancak pek tabi ki bütün bu gerçekleri dünyaya anlatamadık. Bırakın dünyayı kendi ülkemizde bile meseleye Ermeni tezleri çerçevesinden bakmayı entelektüel olgunluk zanneden tatlı su aydınlarının ve tarih cahili kitlenin varlığına dahi engel olamadık.
Belgelerin, şahitlerin, görüntülerin varlığını yeterli görüp bunları kimseye anlatma/gösterme kaygısı gütmedik. Ne zaman ki bu günkü Fransa örneğinde olduğu gibi birileri bizi “Soykırım “yalanıyla sıkıştırmaya kalktı o vakit biraz sesimiz çıktı. Onda da yanlış çıktı, eksik çıktı. Gerçekler bizim katil değil katledilen olduğunu söylerken, “Siz önce kendinize bakın” demeyi yeterli gördük.Yaşanan acıların, ödenen bedellerin hakkını savunamadık.
Yine de kötümser olmayın nasıl olsa birkaç güne gündemimizden düşer. Seneye 24 Nisan’da tekrar karşımıza çıkmak üzere…