Aydınlar Ocakları 49. Büyük Şurası 25-27 Ekim 2019 tarihleri arasında Amasya’da Amasya Aydınlar Ocağı’nın ev sahipliğinde yapılmıştır.
49. Büyük Şuramız, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk Milleti’nin bağımsızlığını tehlikede görerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp Milli Mücadele’nin meşalesini yaktığı, Kurtuluş’tan Kuruluş’a giden kutlu yolun kilometre taşları olan Amasya Tamimi’ni yayınladığı, Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaptığı tarihin 100. Yıldönümünde gerçekleştirilmiştir. Türk Milliyetçiliği düşüncesini benimseyen ve Türkiye’nin meselelerini bu açıdan değerlendiren Aydınlar Ocakları olarak, son Şuralarımızı özellikle Kurtuluş’tan Kuruluş’a giden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile noktalanan bu kutlu yolun üzerindeki Ankara, Samsun, Sivas ve Amasya’da gerçekleştirdik.
Amasya, kuruluş ve kurtuluşun en önemli kilometre taşlarından birisidir. Osmanlıya ev sahipliği yapan Amasya, Milli Mücadeleye başlangıç rolünü üstlenerek milli devletimize de kucak açmıştır. Amasya Tamimi ile Türk Milletinin mukadderatının yine bütünüyle Türk Milleti tarafından çizileceği gerçeği ortaya konmuş; Erzurum ve Sivas Kongreleriyle Milli Mücadele fikri ateşlenmiş, Türk Milletinin esir edilemeyeceği kararı perçinlenmiştir. Emperyal güçlerin merhametine sığınarak bir ülke kurtarılamaz ve sürekli kılınamaz. Amasya Tamimi dün olduğu gibi bugün de bize ışık tutmaktadır. Bugün de sözde dost ve müttefik tuzaklarına karşı Türk’ün Milli Mücadele meşalesini canlı tutanlardan birisi de Amasya Tamimidir.
Bu vesileyle Milli Mücadelenin muzaffer komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, Anadolu’nun birçok yöresinde Milli Mücadele’ye kanıyla, canıyla, malıyla katılan mücahitleri, Türkiye coğrafyasını darül-harp yerine darül-islâm yapan şehitlerimizi ve gazilerimizi, son olarak “Barış Pınarı Harekâtı” sırasında şehit düşen Mehmetçiklerimizi ve sivil vatandaşlarımızı rahmet, minnet ve saygı ile anıyoruz. Dün Osmanlı ile uğraşanlar, bugün de Cumhuriyet Türkiye’sini hedef almışlardır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Rahmetli Ebulfeyz Elçibey’in de belirttiği gibi “Sen Türk olduğunu unutsan da düşman hiç unutmaz”. Milli Mücadele ve onun tacı olan Cumhuriyet ile coğrafyamız tekrar vatanlaştırılmıştır. Bugün de değişik yerlerde uygulanan açık ve sinsi kuşatma hareketlerini kıracağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
49. Büyük Şuramız, bekamız için Suriye ve Irak’ta harekâtlar yaptığımız, içerde ve dışarda güvenliğimizi tehdit eden terör örgütleri ve sözde dostlarımızla amansız bir mücadele sürdürdüğümüz, Ege ve Akdeniz’de gasp edilmek istenen haklarımızı savunduğumuz, ekonomik sıkıntılarımızın yanı sıra dışarıdan düşmanca ekonomik tehditlere maruz kaldığımız bir ortamda gerçekleştirilmiştir.
49. Büyük Şuramızda ele alınan başlıca konular ile bunlarla ilgili çözüm önerileri aşağıda belirtilmiştir:
“BARIŞ PINARI HAREKÂTI” VE SURİYE SORUNU
Aydınlar Ocakları olarak; Türk Silahlı Kuvvetlerinin haklı ve yasal “Barış Pınarı Harekâtı”nı kutladık ve destekledik. Sözde ümmet kardeşimiz dediğimiz İslam ülkeleri, maalesef Hristiyan Batı ülkeleri ile birlikte “Barış Pınarı Harekâtı”na karşı çıkmışlar ve kınamışlardır. Dün Osmanlıya karşı ne yaptılarsa, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ne aynı vefasızlık ve ihaneti yapmaktadırlar. Aslında Ortadoğu bir ihanet coğrafyasıdır. Türkiye’nin bir Kürt veya Hristiyan sorunu yoktur, ama bazı Kürtleri kullananların Türkiye’yle sorunları vardır. Bu gelişmeler dolayısıyla Arap ülkeleri ve bilhassa Filistin ile ilişkiler tekrar ele alınmalı ve bugüne kadar yapılan yanlışlardan dönülmelidir. Terörden yana tavır alarak bu harekâta karşı çıkanları da kınıyor ve ayıplıyoruz. Bu konuda özellikle Hun Türklerinin ve Atilla’nın torunları
oldukları bilinciyle Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı”nı uluslararası platformlarda destekleyen Macaristan’ın kardeşçe davranışını takdirle karşılıyoruz. Bu konuda, kardeş Azerbaycan ve Pakistan’ın desteklerine de şükranlarımızı sunuyoruz.
ABD ve diğer Batılı müttefiklerinin hedefi, Irak’ta olduğu gibi, Suriye’de de kukla bir Kürt devletçiği kurdurarak İsrail’in güvenliğini teminat altına almaktır. Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı” ile hedefi, sadece “güvenlik bölgesi” oluşturmak değil, ABD’nin desteklediği PKK terör örgütünün Suriye’de ordu ve devlet kurma projesini tamamen yok etmektir. Bu tehirli harekat şeref ve haysiyetimizle oynayan terör sevici sözde NATO’daki müttefiklerimize karşı da yapılmıştır. Hedef, Türkiye’nin sadece sınır güvenliği değil, milli varlığı ve bütünlüğüdür.
22 Ekim’de Putin ve Erdoğan arasında Rusya’da varılan Soçi Mutabakatı ile “Barış Pınarı Harekâtı” kısmen hedefine ulaşmıştır. Bu harekat ile terör koridoru oyunu büyük ölçüde bozulmuştur. Bu sonucun alınmasında kahraman Türk ordusunun kararlı tutumunun büyük payı vardır. Mutabakat’ın 5. Maddesine göre, “Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızları, Barış Pınarı Harekat alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafına, YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km'nin dışına çıkarılmasını temin etmek üzere girecektir.” Bu Mutabakat’la Rusya, Suriye’de en etkili aktör durumuna gelmiştir. Ayrıca Fırat’ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırının Kuzey Irak Kürt Bölgesi ile sınır olan PKK/YPG kontrolündeki Kamışlı ve Aynel Arap (Kobani)’nin Mutabakat dışında tutulması, ileride güvenliğimiz açısından oldukça sakıncalıdır. Güvenli bölge, sınırdan 30 km aşağıda terör örgütünü koruyan tampon bölge haline dönüştürülmemelidir.
ABD’nin Ortadoğu’daki bundan sonraki asıl hedefi İran değil; Türkiye’dir. Rusya’nın da Ortadoğu’daki hedefleri ABD’den pek farklı değildir. Bölgede birçok devletin milli menfaatleri çatışmaktadır. Türkiye’nin amacı, geçici bir tedbir olarak güvenlik bölgesinin tesisi kadar, onun güneyinde ABD’nin PKK/YPG terör örgütüne bir devlet kurdurma çabalarını yok etmek olmalıdır. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı, iyi ilişkiler geliştirilerek Suriye Türklerinin sosyokültürel ve ekonomik hakları desteklenmelidir. Suriye’de huzur ve güvenliğin sağlanması için Türkiye aktif rol üstlenmelidir. Ülkemizdeki kayıt dışı olanlarla birlikte 5 milyonun üzerindeki Suriyelilerin kendi vatanlarına dönmeleri hızlandırılmalıdır. Soçi Mutabakatı’nın 8. Maddesinde “Mültecilerin güvenli ve gönüllü şekilde geri dönüşlerini kolaylaştırmak maksadıyla ortak çalışma yapılacaktır” denilmektedir. Bu maddedeki “mülteci” ifadesi, Türkiye’deki Suriyelilerin hukuki statüsüne uygun değildir. Ülkelerindeki iç savaştan kaçarak gelen ve Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin hukuki statüsü, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesine göre, “geçici koruma” veya “Geçici koruma sağlanacak yabancılar”dır. Eğer “mülteci” veya “sığınmacı” sayılırlarsa uluslararası hukuka göre Türkiye’nin ilave sorumlulukları üstlenmesi gerekir.
Aydınlar Ocakları olarak, Diyarbakır ve diğer bazı illerimizde çocukları PKK tarafından zorla kaçırılıp terör örgütüne malzeme yapılan annelerin feryadına katılıyor ve Diyarbakır Annelerinin protesto hareketini destekliyoruz.
MİLLİ DAVAMIZ KIBRIS VE KKTC
Kıbrıs’ta Türk varlığını ve KKTC’yi korumak ve kollamak bizim milli davamızdır. Milli davalar dikkate alınmadan, küresel güçlerden medet umularak milli menfaatler korunamaz. Kıbrıs davasının iyi niyetle ve taviz verilerek çözülemeyeceği artık anlaşılmıştır. Rahmetli Rauf Denktaş’ı Kıbrıs sorunun önündeki engel olarak görenler, bugün Denktaş’ın çizgisine gelmişlerdir. Artık Kıbrıs’ta Türk varlığını reddedenlerle
federal yapı artık tartışılmamalıdır. Türkiye’nin “Barış Pınarı ve Kıbrıs Barış Harekâtı’na karşı çıkan, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Mustafa Akıncı, KKTC’ye ve merhum Rauf Denktaş’ın makamına yakışmamaktadır. Derhal istifa etmelidir. Kıbrıs adasındaki zenginlikleri paylaşmayan, ortaklığı reddeden ve Türkleri güdülecek bir azınlık olarak görenlerle hiçbir sorun çözülemez. KKTC’nin kazanımlarından ve Türkiye’nin garantörlüğünden asla vazgeçilmemelidir.
TÜRK DÜNYASI’NDA ANLAYIŞ BİRLİĞİ
Türk Dünyasında Anlayış Birliğini kurmak zorundayız. Bunun için öncelikle Türk Cumhuriyetleri ve Türk Dünyası akraba toplulukları ile ilişkilerimizi arttırmalıyız. “Türklük Mensubiyeti Şuurunu” yerleştirmeliyiz. Bugün Türk Milletinin 7 bağımsız devletinin bireyleri, Türk milletinin mensubu oldukları bilincini korumalıdır. Türk Dünyası’nda kullanılan dillerin, Türk dilinin yaşayan birer lehçesi olduğu şuurunu benimsetmeliyiz. Bu lehçeler için Türkiye Türkçesi, Kazakistan Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi vb. adlar kullanmalıyız. Bütün Türk Dünyası’nın birbiriyle anlaşabilmesi için, ortak komisyon tarafından hazırlanan 34 harfli Ortak Türk Alfabesine geçilmelidir.
Rusya Federasyonu bünyesinde ki, Müslüman olmayan Türk topluluklarının din adamları Moskova’da yetiştirilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu konuda insiyatif alarak müdahil olmalıdır.
Türk Dünyası’nın en sancılı bölgesi, Çin egemenliği altındaki Doğu Türkistan’dır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’da yaşayan Türklere yönelik baskı, zülüm ve soykırım uygulamalarına Uluslararası Hukuk gereğince bir an önce son verilmesi için Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türk Devletleri gerekli girişimlerde bulunmalıdır.
TÜRKÇENİN KULLANIMI
Türkiye’de 26 Haziran 2017 tarihinde levhalarda %25 yabancı kelime kullanabilme serbestliği verilmiştir. Bu, iki dilli olmaya yönelik bir tavizdir. Bu tavizler, Anayasamızın “Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir” maddesine aykırıdır ve egemenlik haklarımızla ilgilidir. Son yıllarda bazı Belediyelerimiz, milli bir hassasiyetle tabelalardaki yabancı dille yazılan firma isimlerini kaldırtmaktadırlar. Bu konuda büyük duyarlılık gösteren Amasya Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Sarı’yı tebrik ediyoruz.
Son yıllarda Türkiye Türkçesinde iyelik ekinin atılarak kullanıldığını görüyoruz. Bunun sonucunda oluşan tamlama şekilleri, Türkçe isim ve sıfat tamlaması yapısını büyük ölçüde tahrip etmiştir. Mesela “İstanbul Kanalı” olarak kullanılması gerekirken, Türk dilinin tamlama kurallarına uymayan “Kanal İstanbul” ifadesi son derece yanlıştır. Bilgisayar yazılımları Türkçeye uygun olan F klavye ile olmalıdır. Türkçe alfabede her harfin bir adı vardır. Harflerimizin adlarını İngilizce gibi okumak yerli ve milli olmaktan uzaklaşmak demektir. (IBM’yi ay bi em, NTV’yi en ti vi vb. gibi)
EKONOMİK DURUM
Türkiye büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya bulunmaktadır. Ayrıca ekonomimizi perişan etme tehditleri ve gayretleri, dış borç tuzağı, döviz kuruyla oynamalar, üretimi değil tüketimi arttırma, özelleştirme, ithalatı körükleme politikaları da bu krizi giderek artırmaktadır. Suriye krizinde ABD’nin ekonomi üzerinden bizi tehdit ettiği unutulmamalıdır. Askeri başarı sağlamak için, güçlü ve istikrarlı, kırılgan olmayan bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Bunun için tüketime değil, üretime dayalı bir ekonomiye geçmek zorundayız.
Türkiye’nin en çok dış ticaret açığı verdiği Çin ve Rusya’ya karşı birçok mal ve hizmette kotalar konulmalıdır. Ülke yararına ve yatırıma dönük bir bankalar yasası düzenlenmeli, bankalar sigorta acentesi gibi çalışmaktan kurtarılmalıdır. Tasarruf mevduatına verilen faiz ile kredi faizleri arasındaki uçurum giderilmelidir. Merkez Bankası bağımsızlığını korumalı, kamu bankaları siyasi amaçlara alet edilmemelidir.
İşçi, memur, emekli kesimi korunmalı, gelir dağılımını düzeltecek tedbirler alınmalıdır. İşsizliğin çok boyutlu -şiddet eylemleri, boşanma, intihar, aile içi sorunlar, ahlaki değerlerin çöküşü, geleceğe olan ümitsizlik ve uyuşturucuya sapmalar gibi- sorunlar yarattığı fark edilmelidir. Yatırımlar teşvik edilerek yeni istihdam imkanları yaratılmalıdır. Kamuda israf, yolsuzluk, akraba ve partili kayırma hastalıkları son bulmalı, tasarrufa gidilmelidir. Yerli ve milli harp sanayinin geliştirilmesi yönündeki güzel örnekler sürdürülmelidir. Mevcut fonlar yerinde kullanılmalıdır.
Bugün bitme noktasına gelen tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması ve ülkemizin ihtiyacını karşılar duruma gelmesi için çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız devletçe her türlü destek ve teşvikle güçlendirilmelidir.
DEMOKRASİ VE HUKUK ANLAYIŞI
Hukuk, siyasi kararlara kurban edilmemelidir. Hukukun üstünlüğü, bağımsızlığı ve tarafsızlığı alanlarındaki zafiyetler giderilmelidir. Kuvvetler ayrılığı prensibi tekrar ele alınmalı, parti başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığının aynı kişide birleşmesi uygulamasından vazgeçilmelidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin gözden geçirilmesine ve yeni bazı düzenlemelere gidilmesine büyük ihtiyaç vardır. TBMM’nin etkinliği yeniden sağlanmalıdır. Dünya’daki demokratik standartlara uymak, düşünce hürriyetini korumak esas olmalıdır. Denetim ve kontrol mekanizmalarını sağlayıcı kurumlar tekrar etkin hale getirilmelidir. Liyakat daima sadakatin önünde gitmelidir.
TÜRK AİLESİNİN KORUNMASI
Türk toplumunun temel dinamiği olan aile yapımız giderek bozulmaktadır. Bunun sonucunda boşanmalar, kadına ve çocuğa karşı taciz ve şiddet olayları, kadın cinayetleri giderek artmıştır. Bu arada dijital ve teknoloji bağımlılığı, hem çocuklarımız, hem de gençlerimiz için büyük bir tehdittir. Bazı internet oyunları çocuklarımızı intihara kadar sürüklemektedir. Bunun için başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere bütün ilgili kamu kurumları gereken tedbirleri ivedilikle almalıdır. Uyuşturucu ve madde bağımlılığı ortaokul çağına kadar inmiştir. Bu konuda milli politika belirlenmeli ve özel ihtisas hastaneleri kurulmalı ve yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
SAĞLIK VE ÇEVRE POLİTİKASI
Gıda terörü ve kanserojen maddelere karşı gerekli tedbirler alınmalıdır. Yerli ilaç ve aşı sanayimiz desteklenmeli, yabancıların eline geçmesi önlenmeli, ilaç ve aşı konusunda dışa bağımlılığa son verilmelidir. Temiz çevre, doğal beslenme ve sağlıklı hayat ortamının oluşması için gerekli yasal düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılmalıdır. Başta ekmek ve su olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin israf edilmemesi konusunda halkımız bilinçlendirilmelidir.
Cam, plastik, kağıt ve metallerin geri dönüşüm yoluyla tekrar kullanılması ciddi bir ekonomik katma değer sağlayacağı gibi, çevre kirliğini de önleyeceğinden, farkındalığı artırıcı önlemler çoğaltılmalıdır. Boş hazine arazileri ağaçlandırılarak orman alanımız genişletilmelidir.
Fatsa ve Kazdağları gibi yerlerde, su ve hava başta olmak üzere çevre korunmalı, çevreyi tahrip eden yabancı şirketlere yeni imtiyazlar verilmemeli, yapılan sözleşmeler de yeniden gözden geçirilerek çevre tahribatı önlenmelidir.
MİLLİ EĞİTİMİN DURUMU
Milli eğitimde sık sık yapılan sistem ve müfredat değişiklikleri, ders kitaplarında milli edebiyat temsilcilerinin parçalarının çıkarılması, milli bayram ve günlerin anlam ve önemine uygun kutlanmaması, okullarda sık sık idareci ve öğretmen kadrolarının rotasyonla değiştirilmesi, ihtiyaç duyulan okul türleri yerine, bazı okul türlerinin ihtiyaçtan fazla açılması, okullarda personel yetersizliğinden doğan sağlık ve hijyen sorunları dolayısıyla eğitimimiz bugün bir açmazın içindedir. Bu sorunlar, hem eğitimdeki akademik başarıyı olumsuz etkilemekte ve hem de eğitimin millilik vasfını büyük ölçüde zedelemektedir. Yapılması gereken eğitimi siyaset üstü milli bir faaliyet olarak görüp, eğitimde başarılı ülkelerin yaptığı gibi, bilim ve teknoloji ağırlıklı eğitime önem vermektir.
Öğretmenlik ve askerlik meslekleri birer ihtisas mesleğidir. Bu sebeple kapatılan Öğretmen Liseleri ve Askeri Liseler en kısa zamanda eğitim-öğretime açılmalıdır.
Okul öncesi eğitim, eğitimin en önemli basamağıdır. Bu eğitim basamağında okullaşma oranının arttırılması için gereken önlemler alınmalı, denetim dışı, merdivenaltı eğitim faaliyetlerine izin verilmemeli, bağımsız Ana Okulları açılmalıdır. Bu eğitim, ehliyetsiz kişilerce değil, alan uzmanlarınca verilmelidiir. Özellikle 3-4-5 yaşlarındaki çocuklarımıza gelişim düzeylerine göre somut kavramlarla eğitim verilmesi gerekirken, soyut kavramlarla eğitim verildiği görülmektedir. Bu konuda gerekli tedbirler alınmalıdır.
Sonuç olarak, Türkiye, 100 yıl önce olduğu gibi, bugünde bir tuzaklar yumağı ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bölücü ve ırkçı PKK terörü, FETÖ örgütü, ordumuzu hedef alan Ergenekon ve Balyoz davaları, askeri vesayetin kaldırılması iddiaları, terör soslu açılım ve barış tezgâhları, terörle mücadele yerine müzakere zorlamaları, Suriyeli mültecilerin kalıcı kılınması çabaları, Ege’de 18 adamızın işgali, Ege ve Akdeniz’de yasal arama alanlarımızda petrol ve doğalgaz arama çalışmalarımıza yönelen saldırılar, Kıbrıs’ta KKTC’yi yok etme gayretleri, Pontusçuluk ve Yunan istihbarat oyunları, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı, milli kimliksiz yeni Anayasa dayatmaları, Türksüz Anadolu çabaları, İslam’ı bozma gayretleri, bazılarına devlet ve Türk düşmanlığı yaptırma, psikolojik harekatın bir gereği olan malum sözde akademisyen bildirileri, dış güçlerin Türkiye’nin varlığına karşı kurdukları uluslararası tuzağın parçalarıdır.
Bu tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmemiz, ancak milli birlik ve beraberliğimizi sağlamamızla mümkündür. Aydınlar Ocakları olarak düşüncemiz, Türkiye, Türk Milletine mensubiyet duyan herkesin vatanıdır. Türk milletinin bir daha beka sorunu yaşamaması için, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hep birlikte korumamız gerekir. 21-22 Haziran 1919’da vatanı düşman istilasından kurtarmak için yola çıkanların yayınladığı Amasya Tamimi’nde ifade edildiği gibi, bugün de ifade ediyoruz ki, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!