ANILARA YOLCULUK 

Mehmet KARATAŞ

Avlusunda su kuyusu bulunan evimiz vardı. 

Kayısı, Elma, Erik, Kiraz ve Dut ağaçları vardı, şimdilerde varenda deniyor, evimizin önünde üzüm asması vardı, gölgesinde yer minderleri ve kamış yastıkların olduğu, masa sandalye bilmezdik, adı da kamelya değil bağ altıydı. 

Her evin bir kümesi olur, tavuk ve civcivleri eksik olmazdı.  Civcivleri kediler kapmasın diye az kedi kovalamadık. 

Komşular, ahbablar ve akrabalarımız vardı, bütün dertlerimizi bilirdik birbirimizin. 

Bakkallarımız vardı bankamatik yerine borç alıp verdiğimiz, hiç enflasyon ve vade farkı olmadan aylık yada altı aylık veresiye yazdırırdık. Daha uzun vadeli borçlanmamızı amcamızdan, halamızdan, dayımızdan yapardık. 

Öyle otomobiller dolmuşlar filan yaygın değildi, her şeyimizi ulaşım dahil at arabalarıyla yapardık.

Misket, yakar top, ebelemece, yedi kiremit, fotak, saklambaç, evcilik oynardık kızlı erkekli, yine üç taş, beş taş oynardık. Kimin kapısında acıkırsak orada doyururduk karnımızı. Mahallenin bütün kadınları annemiz, bütün erkekleri babamız gibiydi, bütün mahalle büyükleri bizim terbiyemizle ilgilenirdi, şimdi aile terbiyesi deniliyor ya biz mahalle terbiyesiyle büyüdük. Hiç birimiz mahallemizdeki kızlarla evlenemedik çünkü hepsi bizim kardeşimizdi. Kızların aileleri bize kızlarını emanet eder, bizimle gönderirlerdi çarşıya. “Mehmet hadi Fadimanayla kırmızı kütüphaneye bir gidip gelin” derlerdi. 

Akşam ezanları okunmaya başladığında rahmetli annem seslenirdi “Şeytanların yere döşendiği saat oldu haydi girin içeriye” diye, istemeye istemeye girerdik içeriye, bahçe çeşmesinden  veya su kuyusundan çekilmiş suyla elimizi, yüzümüzü, naylon ayakkabının izi çıkmış ayaklarımızı yıkar öyle girerdik evimize. 

Mis gibi, mutlu bir hayatımız vardı, kısacası, çocuklar özgür, annelerimiz naif, büyüklerimiz şefkatliydi. 

Ağaçlar, meyveler bir bir uzaklaşıp betona gömüldükçe özgürlüğümüz de çalındı sanki, sahi nereye gitti bu kocaman candan ve samimi hayatlar. 8-10 inçlik bir ekrana sığdırdık hayatımızı, yan yana oturuyor ama konuşamıyoruz. Buna da güvenli hayat diyoruz. 

Kimliğimizden, kişiliğimizden, kültürümüzden koptuk, yada kopardılar. 

Çocuklarımız adına üzgünüm. Nasıl bir fakirlik bu?

Tarifi yok.