Açıklamada Türkiye’nin son 15 yılının olağanüstü olaylarla geçen bir süreç olduğu vurgulandı ve İktidar partisinin, önce normalleşme ve kucaklaşma daha sonra ise kendi seçmen bloğuna yönelik kutuplaşma siyaseti güttüğünü, demokrasi ve adalet sisteminin üzerindeki vesayeti kaldırmak parolası ile de Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy davalarında mağduriyet ve hukuksuzluklara ortak olduğunu ifade etti.
Bugün o davaları yürüten kişilerin FETÖ şüphelisi olarak yurtdışına kaçtıklarının altını çizen Süpçin, “ Peki o davaları ve süreci ortak yönetenler nerededirler ve bunun hukuki hesabını niçin vermemektedirler?” sorusunu yöneltti.
Devleti ve milleti çözüm süreci zırvasıyla yıpratanların, doğu ve güneydoğuyu PKK’ya ve siyasi uzantılarına teslim edenlerin, Habur’da terörist aklayanların kimler olduklarını ve bu kişilerin nerede olduklarını soran Süpçin, 17-25 Aralık sürecinde devlete ve hükümete adli darbe yapanlarla ortaklıkları bulunanların ve sözde cemaat adına yüklü miktarda bağış yapanların, bağış toplayanların nerede olduklarını sorularına ekledi.
Adem Süpçin, mahkeme tutanaklarında adları unvanları geçtiği halde ad ve unvanları yüzünden bazılarının hala niçin hesap vermediğini ve en azından yargı organları tarafından neden bilgilerine başvurulmadığını sordu ve FETÖ yargılamalarında soruşturma ve yargılamalar tabana yayılmakta ancak neden derinleştirilememektedir? dedi.
Terör örgütünün kullandığı haberleşme sisteminin çözümlenmesinden sonra örgütün manipülasyonu yüzünden on binden fazla mağduriyetin ortaya çıkarılmasının avukatlar ve bağımsız hukuk bürolarınca ancak mümkün olduğunun altını çizen Süpçin, Bugün Türkiye’de bağımsız yargıdan, hakim savcı teminatından, hakim ve savcıların karar verirken medyanın, toplumun, siyasilerin baskısından çekinmediklerini söylemenin mümkün olup olmadığını sordu.
Adalet Bakanlığı hakim ve savcı alımında referans sisteminden ve hangi referans ve kriterlerin geçerli olduğundan neden bahsetmemektedir? diyen Başkan Süpçin, Üstelik yargıya sızan, ihraç edilmiş, tutuklanmış, mahkumiyet almış hakim ve savcıların atamasında kimlerin ve hangi odakların referans olduğu ile bu kişilerin halen nerede olduğunun da müphem olduğunu belirtti.
Bütün bunlar olurken Türkiye Barolar Birliği asli vazifesi olan avukatların haklarını ne kadar savunabilmiş, avukatların aşama aşama yitirdiği hakların yeniden temini için hangi adımları atmış ve ne kadar başarılı olmuştur? Sorusunu yönelten Süpçin, Avukatlık ücretleri yerinde sayarken hukukçu olmayan kimselerin uzlaştırmacı olmasının önüne ne barolar birliğinin ne de meclisteki avukat meslektaşların geçebildiğini ifade etti.
Adem Süpçin açıklamasının devamında işçi ve işvereni zorla arabuluculuk koltuğuna oturtan, işçinin haklarının tamamına değil de içinde bulunduğu ekonomik bunalım yüzünden az bir paraya kani olmasına sebep olan sisteme neden ses çıkarılıp engel olunmadığını sordu.
Trafik kazası mağdurlarının sigorta simsarlarının elinden kurtarılmasına hükümet ve barolar birliğinin neden kayıtsız kaldığını soran Süpçin, başta reklam yasağı olmak üzere Avukatlık Kanunu’nun disipline dair hükümlerinin uygulanmasının neden gevşek bırakıldığı sorusunu iletti.
Barolar ve Türkiye Barolar Birliğinin siyasi mücadeleyi hukuki mücadelenin önüne geçirmesi ile avukatlara ve barolara yapılan baskının azalacağının düşünülemeyeceğini vurgulayan Süpçin, Meclisin, Adalet Bakanlığı’nın, baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin hasılı ülkemizin hukukçu kimliğinin yalnızca ve yalnızca adalet için kullanan CESUR hukukçulara ihtiyacı olduğunu sözlerine ekledi ve
“
Yalnızca adaletin tecellisi için korkusuzca mücadele veren tüm avukatlarımızın Avukatlar Günü kutlu olsun… ”
Sözleri ile açıklamasını sonlandırdı.