Eğitim camiasında her daim, bir dalga, bir fırtına, bazen de bir tsunami felaketi mevcuttur. Okullar tatil, çocuklar evde, birçok kişi tatilde, e öyleyse ne olmuş olabilir? Yine yalandan dolandan hatta yılandan bir mülakat dümeni. Dümen dediysem öyle başında bir kaptan, gerisi masum yolcular gelmesin akla.
Bu geminin alayı dümende. Dümenden gemi, dümenden kaptan ve dümenden yolcu olursa siz düşünün geminin açtığı yelkenin varacağı rotayı. Sorulan birkaç soruyu paylaşmak istiyorum sizlerle.
Atatürk Bandırma vapurunda kaç kişiydi?
Dünyadaki ilk borsa nerede kurulmuştur? Gibi daha birçok enteresan soru ile karşılaştı idarecilerimiz. Bir soruda benden gelsin. Bu sorular eğitim kalitemiz ve kaliteli yöneticilerin seçilmesi açısından nasıl bir fayda getirecek ve bizleri nereye ulaştıracaktır??? Müdürlük mülakatı ile icat edilen hak adalet hutbesi, öğretmenlere, müdür yardımcılarına ve müdür başyardımcılarına kadar ulaştı.
Bir bir görevinden alındı yılların idarecileri. Hatta öyle çirkinleşti ki gidişat, görevindeki müdür makamından kalkmadan, mülakat galibi yeni müdür çıka geldi yeni görevinin başına. Hem de henüz resmi işlemler bitmeden, hem de haftalar öncesinden yerinden ettiği idarecinin ismi geçen evraklar ile okulun işleyişi devam ederken. Nasıl olurda yıllarca sayısız öğretmen, öğrenci ve veliyi idare edenler artık edemez oldular. Mülakat denilen, sözüm ona er meydanı sınavda, ne tür eleme kriterleri vardı da, hep aynı sendikanın üyeleri bu sınavın galibi oldu? Psikolojide iki çeşit insanın varlığına işaret ediliyor.
Her insan mutlaka kendi iç dünyasına bakar ve bünyesinde barındırdığı özelliklere bakarak dış dünyasında çabalar. Birincisi içi dolu insan. Yani hem meziyetlerini, hemde kendini yani haddini bilen insan. İkinci ise, içi boş, vicdan merhamet ve meziyetlerden uzak takıntılı insan. Hep bir başkasının hayatı ve yaptıklarıyla uğraşan, hak etmediği mevkilere ulaşmak için kırk takla dubara atan, insancıklardır. Makam ve mevkilerde olmaması gereken insanların oluşu, olmaması gereken işlerin olacağı anlamına gelir. Okullar eğitim kurumu özelliğinden uzaklaşır harman yerine döner.
Sık sık duyar hale geliriz, öğrencilerine istismarda bulunan idarecileri ve öğretmenleri. Okullarda, kutuplaşmış onlarca öğretmenin yer aldığı öğretmen odalarını. Sırf ders programı iyi yapılsın diye idare odalarından çıkmayan müdür fanlarını. Okullarda öğretmenler arasından idareye bilgi taşıyan akıllı Avnileri. Torpil ile geldiği alenen bilinen idarecinin yüzüne gülüp arkasından hutbe okuyan çalışanları. Sonrada bu idareciler okulun karşısına geçer ve öğrencilere derki;”çocuklar asla yalan söylemeyin ve çok çalışın. Çünkü çalışmak başarıyı getirir. Hep çalışalım, çok çalışalım ve ülkemizi kalkındıralım. “İyi de çocuklar değildir zaten en çok yalanı söyleyen.
Hiç çalışmadan kazanma hevesi güden. Hakkı olmayana el uzatan. Sonra birde yetmeyip daha dünyanın ne olduğunu bilmeyen çocuklara, dil uzatan. Çocuklar elbette söyleneni dinler, fakat en çokta yapılanı taklit eder. Yani “iştir kişinin aynası, lafa bakılmaz diyorum “ben.
Birçok sınavdan geçmiş kişi, neden mülakat sınavına tabi tutulur?
Yıllarca görevini icra ederek başarısını kanıtlamış idareciler, neden görevinden alınır?
Yıllarını idareci olarak geçiren kişiler, öğretmenliğe geri dönünce nasıl bir isteklendirme ve başarı beklenir?
Sorulan soruların verilmiş cevaplarına rağmen, neden kişiler başarısız sayılır?
“Nasıl olsa onların adamı kazanır” cümlesi neden slogan halinde dolaşır?
Hazır listeler alenen gezinirken ve zerre güven kırıntısı olmayan bu sınavlar topluma neyin dayatmasıdır?
Topluma dayatılan bu süreç, sistem adı altında yapılan zulümdür. Öyleyse hep birlikte hatırlayalım.
“Zulm ile abad olanın, ahiri berbat olur”.