Yıllardır konuşulmayanlar konuşulacak ve belki de cevap anılacak, anlayan olursa(!) .
Birinci kişi attığı adımları sayıyor ve atılan her adımın ne anlama geldiğini söylüyor. Yeri geldiğinde konuşmaktan çekinse de ikinci kişi konuşması için yardım ediyor... Aslında biliniyordu konuşulmak istenenler, çünkü bu hayatta her şey kısır döngüden ibaretti…
Evet, hayat iki kişilik bir tiyatrodan ibaretti eşiniz ve siz o yüzden “eş” dediğiniz insanı tek başına bırakmak olmazdı ama “eş” dediğiniz insan artık sizinle bir yarınızdan ziyade başka bir boyut almışsa da artık yapacak bir şey yoktur, zehir etmenin manası yoktur bu hayatı…
Tiyatro iki kişilikti benim ya da onun hayatımız gibi. Kırdık bazen, bazen de kırıldık, fakat istemedik bilerek hataya gitmeyi. Bu hayat bizim, seçimler bizim yani yazı da bizimdi. Ben hissediyordum oda hissettiklerimi anlamaya çalışıyordu.
İşte bu yüzden;
Zor olmayacaktı ama kolayda olmayacaktı vazgeçmek, vazgeçmeyi seçip gidişi seçmek…
Bütün büyüsü bozulmuş zamanın içindeki kavramları silip atıp en baştan belki de sıfırdan bir hayata merhaba demek…
Geç değildi hiçbir şey, elbette erken de değildi ama yapacak bir şey de yoktu bundan sonrası için. Heybeye konulan bir iki azık ile gidiş hazırdı. Maksat unutmak ya da unutulmak değildi aksine unutulmayan ile yeniden bir güneşin doğuşunu izleyebilmekti… Ama ne mümkün ne de değil.
Yazıyorum- yazıyorum ama bakıyorum da yazılanlar bile anlamsız. Çünkü ikiden bir çıkıyordu, araya yollar, dağlar saatler giriyordu. En ufak sıkıntıda sarılıp bütün sıkıntıları atan bizden artık eser kalamayacaktı, mum sönecekti ama izini silmek ne mümkün…
Umutla başlamıştı her şey yapılanlar, yaşananlar ayağımızı yerden kesse de artık virgülde bırakmanın zamanı gelmişti ama belliydi ayrılan şarkıda yazdığı gibi sadece beden idi…
Ayrılacaklardı, ayrılmak zorun dalardı iki kişinin hayatını zehir eden bir üçüncü kişi olmasa da bu hayat çekilmez bir hal almaya başlamıştı…
Oysa ben senin bana "kal" demeni bekliyordum ve sımsıkı sarılmanı...
Ne olacaksa senin yanında olmasını ve bu diyardan seninle el ele gitmeyi...
Ben senin bana "beni sev" demeni bekliyordum, ömür boyu sevmek için...
İki dudağının arasında ki o iki cümleye hasrettim, suya kanmak isteyen bir beden gibi...
Ben senin "bekle" demeni bekliyordum son nefese kadar beklemek için...
Ve şimdi ben suya kanmış bir şekilde seviyorum, bekliyorum ve seni özlüyorum...
Eş’iniz eğer size bu hayatta eşlik edebiliyorsa ve bir aynaya beraber bakabiliyorsanız o sizin eşinizdir. Ama bütün camları kırıp onları size yutturuyor ise söyleyecek sözüm yoktur.
Zordur iki lafı bir araya getirmek kadar eş’ ini bırakıp gitmek ve onsuz başka bir şehirde güneşin doğuşunu, batışını izlemek… Sol yanınızın tamamen boş kalması, gecenin karanlığından korktuğunuz da buz gibi duvarlara sarılmak, sabah kahvaltısını hazırlayıp sadece bir bardak çay içip kalkmak, yürüdüğünüz yollarda tek başına yürüyor olmak zordur…
Hayat seviyorum, istiyorum dediğiniz eş’iniz ile güzel ise bırakın güzelliklere son nefese kadar selam verin, vazgeçmeyin, vazgeçirmeyin çünkü “eş” eş’iniz bu dünya da bulacağınız ve belki de hiçbir zaman karşınıza çıkmayacak tek insandır… Kıymet bilin, bildirin, ferman yayınlayıp bundan sonra artık ayrılmak yok diye…
Ismahan Çeribaşı