Devlet ve kabile

Bir cinayetin araştırılması ve yargılanması, bir yangının söndürülmesi için devlet başkanı müdahale ediyor, talimat veriyor, bizzat takip ediyor. Peki, bizzat takip edilmeyen cinayetlerde ne oluyor?

Geçtiğimiz günler küçücük bir canın, sekiz yaşındaki Narin kızın hunharca öldürülmesi kâbusu ile doluydu. “Hayvanca öldürülmesi” diye yazacaktım ama hayvanlara bühtan olur diye düşünüp vazgeçtim. Hiçbir hayvan böyle bir alçaklığa muktedir değildir. Umarım bu yazının yayımlandığı gün, cinayet büyük çapta çözülmüş ve suçlular belirmiş olur. 

Sayın Cumhurbaşkanımız da X’ten, konuya hassasiyetle yaklaştığını belirten bir mesaj yayımladı. Son cümleleri şöyle: 

“Narin’i katledenlerin adalet önünde mutlaka hesap vermesini sağlayacağız. 

“Narin evladımızı bizden kopartanların hak ettikleri en ağır cezayı almaları için adli sürecin bizzat takipçisi olacağımın bilinmesini istiyorum.”

Talimat yoksa ne olacak?

Daha önce de kamuoyunu meşgul eden suçlar için başka otoritelerimizden benzer sözler duymuştuk. Aklıma İstanbul’da, Ermeni Hastanesindeki yangında da Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın, yangına Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla müdahale edildiğini açıklamıştı. Bir de “Bu can bu tende durdukça…” diye başlayan bir müdahale vardı. Onu hatırlamasak daha iyi. 

Yüreğe su serpen ifadeler. Gerçekten öyle mi? Tam tersine bunlar beni üzüyor. Bir cinayetin araştırılması ve yargılanması, bir yangının söndürülmesi için devlet başkanı müdahale ediyor, talimat veriyor, bizzat takip ediyor. Peki, bizzat takip edilmeyen cinayetlerde ne oluyor? Mesela benim evim yansa ve Cumhurbaşkanı talimat vermese ne olacak? İtfaiye daha mı geç gelecek? Söndürürken o kadar da gayret etmeyecek mi?

Biz devlet miyiz, kabile miyiz diye sorabilirim. Öyle görünüyor ki ya biri ya öbürü değil. Bu iki yapı arasında kademeli bir geçiş var. Modern devlette büyük adamların cinayetleri bizzat izlemesine, yangınlarda itfaiyeye bizzat talimat vermesine gerek yoktur. Mahkemelerdeki davalara da savcılara da yukarılardan talimat verilmez. Yalnız verilmez değil, verilemez. Kabilelerde her şey kabile reisinin talimatıyla yapılır. Fukuyama’nın tabiriyle “siyasi organizasyonlar” bu iki ucun arasında bulunabiliyor. Her davayı, her araştırmayı, her yangını değil ama bazılarını reis bizzat takip edebiliyor, bizzat talimat verebiliyor. 

Otoritenin şiddeti ve menzili

Bilimler arasındaki duvarların yıkıldığı çağdayız. Tarih, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi birbirine yardımcı. Hatta bazen iç içe çalışıyorlar. Arkeologlar, bir yerleşimde binaların boyuna posuna bakıyor. Diğerlerinden çok daha büyük bir bina varsa siyaset bilimine bir mesaj gidiyor: Bu toplum otoriter yönetim altındaydı. Yoksa daha demokratik bir yapı bulunduğu hükmüne varılıyor. 

Bir başka tespit şu: Otoritenin şiddeti arttıkça menzili kısalıyor. Bu çok ilgi çekici bir sonuç. Açıklaması aydınlatıcı. Hukukun üstünlüğü bulunan toplumlarda, ülkenin en uç noktasına kadar bürokrasi, aynı olaylara aynı tepkileri veriyor. Cinayet o bölgede de bu şehirde de cinayet. Yangın nerede çıkarsa çıksın aynı dikkatle söndürülüyor. Bu tekdüzeliğe devlet deniyor. Devletin otoritesi uzun menzilli, ülkenin en uzak noktasına kadar her yere hâkim. Çünkü emirle değil, ilkelerle, ilkelere dayanan algoritmalarla işliyor. 

Otorite şiddetlendikçe bürokrasi “Kanun neydi? Kural neydi?” diye sormaktan yavaş yavaş vazgeçiyor. Bunların yerine “Reis ne ister? Reis neyi istemez?” soruları hâkim oluyor. Özellikle bugünün iletişim vasıtalarının olmadığı otoriter topluluklarda, saraydan uzaklaştıkça her olaydan reisin haberinin olması da mümkün değil. Bürokratın dikkati doğruyu yapmak değil. Olsa olsa merkezi rahatsız etmemek. Mümkün mertebe reisin gözüne girmek. Bürokrat, reisin gözüne girdi mi istiklaline kavuşuyor. Artık her yerel otoritenin kendi ilkelerine göre hüküm sürdüğü derebeylikler, devletçikler doğuyor. Benzer olaylara, yerel reislerin keyfine göre bambaşka tepkiler veriliyor. 

Devlete rakip devletçikler

İşte böyle ortamlarda merkezin zaman zaman, “Cinayeti iyi araştırın ha! Bakın ben bizzat ilgileniyorum!” veya “Yangını iyi söndürün ha! Karışmam yoksa!” demesi anlaşılır ve gereklidir. 

Cinayetler, suçlar, felaketler talimatla kovalanıyorsa acaba yine talimatla kovalanmaması da mümkün müdür? Mesela,”Bırakın o işi, fazla kurcalamayın.” veya “Yangın varmış ama ağırdan alın, arkadaşımız oraya otel yapacak.” gibi talimatlar da verilebilir mi?

Çizdiğim karamsar tablo, daha ilkel zamanlarda, medyanın ve iletişimin bulunmadığı veya çok yavaş işlediği devirlerde ve bilhassa devlet tecrübesi bulunmayan topluluklarda geçerliydi. Dünyanın bir ucunda olup bitenin, anında her yerde ve herkesçe öğrenildiği çağımızda, ülkeler hukuk devleti olmaya mecburdur. Bundan farklı davranmaya kalkan siyasetçi ve bürokratın o makamdaki ömrü pek uzun olamaz. 

İskender ÖKSÜZ / Milli Düşünce Merkezi

Özel Haber Haberleri

MEMUR VE EMEKLİLERE REFAH PAYI ŞARTTIR!
SORUMLULUK HER BİR TÜRK'ÜN ÜZERİNDEDİR !..
BENİM ATIM ÖNDE OLSUN!
Yazarımız Halil Manuş Bahçeli'ye Kitaplarını Hediye Etti