Ziya Gökalp ile atılım yapan Türkçülük fikrini Cumhuriyet Döneminde ilmi temellere oturtan Hüseyin Nihal Atsız, ölümünün 44. yıldönümünde anılıyor.
12 Ocak 1905’te doğan Nihal Atsız’ın, 11 Aralık 1975’e kadar geçen 70 yıllık ömrünün her anı ’milliyetçi’ olmanın bedelini ödeyerek geçti...
7-8 yaşlarında Deniz Güverte Binbaşısı olan babası Mehmet Nail Bey’in görevi dolayısıyla bulundukları Süveyş’teki İtalyan çocukları, Fransız İlkokulu’ndaki Rum çocukları ona Türk olmasının bedelini ödetmeye kalkıştı... Sonra, Atatürk’ün fikirlerimin babası dediği Ziya Gökalp’in cenaze törenine katıldığı için Askeri Tıbbıye’deki hocaları bedel istedi... Sonra 1932’de Birinci Türk Tarih Kongresi’de Dr. Reşid Galip’e karşı, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ı savunduğu için Milli Eğitim Bakanlığı bedel ödetti..
Atsız Mecmua, Orhun, Ötüken... Yazdıkça sürüldü, yazdıkça cezalandırıldı, yazdıkça yargılandı, yazdıkça taşıdı sadece bedenen değil, ruhen de Türk olmanın sorumluluğunu. İşsiz kaldı. Geçinmek için kitaplarını sattı. An geldi kitapları, başkalarının adlarıyla basılabildi.
10 Aralık 1975’te geçiridği kalp krizinin enfarktüs olduğu anlaşılamadı. Ertesi akşam geçirdiği ikinci kriz sonucu vefat etti. Cenazesi 13 Aralık 1975’te Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde kaldırıldı.
Güçlü bir Türkolog da olan Atsız Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt adlı romanlarıyla Türk tarihinin pek araştırılmamış dönemlerinin perdelerini araladı. Şiirlerinin derlendiği Yolların Sonu kitabı defalarca basıldı ve basılıyor. O’nun kitaplarından sonra bu millet kendi adlarıyla tanıştı; Almıla’lar, Kürşad’lar, Gökçen’ler, Urumgu’lar, Yamtar’lar doğmaya başladı.
SARAÇOĞLU’NA AÇIK MEKTUP
Atsız’ı, sadeve Türk fikir hayatında değil, siyasi tarihte de bir milad haline getiren olay Orhun’un 1944 yılı Mart ve Nisan aylarında devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na açık mektuplar yazmasıdır. Atsız, bu mektuplarla Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in okullardaki Marksist faaliyetlerini ifşa ederek Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’i istifaya çağırmıştı. Atsız’ın ortaya çıkardığı ‘Rus yanlısı fikri işgal’ o denli tepki çekmişti ki, Yücel kendi partisinde dahi ‘hedefteki adam’ konumuna gelmişti. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler başlamış, Atsız destek sözleri içeren mektup ve faks yağmuruna tutulmuştu.
Atsız’ı etkisizleştirmek için Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine son verildi. Orhun dergisi ‘bir kere daha’ kapatıldı. Sabahattin Ali, Atsız aleyhinde hakaret davası açtı.
Bu dava, bir aydının kalemiyle yapabileceklerine muazzam bir örnek oldu.
Nihal Atsız’ın, davanın ilk duruşması için Ankara’ya gittiğinde, üniversite gençliğinin sevgi gösterileri ile karşılandı. Mahkeme salonuna giremeyen gençler marşlarla Ulus Meydanı’na doğru yürüdü. Bu gösterilerde 165 genç tutuklandı.
İNÖNÜ’NÜN 19 MAYIS NUTKU VUR EMRİ GİBİ
Atsız’a destek verdikleri için, Alparslan Türkeş’in ifadesiyle ‘kafaları patlatılan, kaburgaları kırılan’ ve tutuklanan bu gençlerin aileleri ‘Gençlik Bayramı’nda Cumhurbaşkanı İnönü’den ‘müjde’ beklediler, Ama İnönü, dinleyenleri dehşete düşüren şu sözleri söyledi: “ Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhâl düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Emin olabilirsiniz ki vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz....”
Dava ”Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası“ olmaktan çok ”Komünizme karşı Türkçülük davası“ halini almıştı. Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye ” vatan haini “ dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından ” milli tahrik “ gerekçesi ile 4 aya indirilip, ertelenmesine rağmen Atsız, mahkemenin kapısından çıkarken tutuklandı. Turancılık davasının 7 Eylül 1944 günkü duruşma açıldığında, sıkıyönetim komutanlığının son tahkikat kararı, Savcı Kâzım Alöç tarafından okundu. Kararın başlangıcında yer alan ”vatana ihanetleri sabit olanlar... “ ibaresi sanıkları daha yargılamadan suçlu ilân etti. Alöç işkence iddialarını da şu ifadeleriyle doğruladı: ”Biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas Oteli’nde yatıracak değildik. Onlar müstahak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır “.
1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif hapis ve sürgün cezalarına mahkûm oldu . Davada on üç sanık beraat etti. Askerî temyiz mahkemesi mahkumiyet kararlarını esastan ve usulden bozarak 23 milliyetçinin tahliye edilmesini sağladı. Davaya 2 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde devam edildi ve milliyetçilerin hepsi 31 Mart 1947 tarihinde beraat etti. Okunması dört saat süren beraat kararında ”Bu nümayiş, millî bir ideolojinin millî olmayan bir ideolojiye karşı ifadesinden ibarettir “ deniliyordu.
ATSIZ’IN SAVUNMASINDAN
Tabutluklarda, tepelerine asılan 500’er yüzlük ampuller altında, Engizisyonu aratmayacak işkencelerden geçirilen Türk aydınları dirayetli tutumlarıyla tarihe geçti.
Atsız savunmasında, “Atalarımızdan kalan mirasın bizim olması ülküsünü kalbimizde taşıyoruz. Ben buraları şahsım için istemiyorum. Oralarda çiftlik yahut apartman yapacak değilim. Milletim için düşündüğüm haklardan dolayı kimse bana vatan haini diyemez. Bu çirkef iftirayı iadeye tenezzül etmiyorum. Kimin hain, kimin vatanperver olduğunu tarih tayin edecektir. Irkçı ve Turancı olduğum için mahkum olursam bu mahkumluk hayatımın en büyük şerefini teşkil edecektir.” demişti.
Yolların Sonu
Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
itler bile gülecek kimsesizliğimize
Gidiyorum: gönlümde acısı yanıkların...
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına.
1932