Bireylerin ve toplumların nasıl bir hayat yaşayacaklarını belirleyen etkenlerden birisi de bireysel ve milli başarı arzularıyla ilgili duyarlılıklarıdır. Başarı, amaçlara ulaşmadaki isabet derecesidir. İnsanlar, başarmak eylemiyle kendi şahsiyetlerini bulur; toplumlar başarmak eylemiyle hakimiyetlerini kurar ve korurlar.
Her toplumda, bütün bireylerin ayrı ayrı başarılı olması beklenemez. Bireysel başarılar, çoğunlukla içinde yaşanan topluma da birtakım kazanımlar sağlar. Bireyin, sadece kendisi için olmayıp mensubu olduğu toplum için de başaralı olma duygusuna yani milli bir başarı mistiğine sahip olması ciddi bir başarı motivasyonu yaratır.
Başarı ihtiyacı ve toplumsal gelişme
İnsanlardaki bireysel ve toplumsal başarı arzusu ile toplumsal gelişme arasındaki ilişkiyi inceleyen ciddi araştırmalar yapılmıştır. Bunlar içinde, David McClelland’ın ‘The Achieving Society’ (1961) adlı araştırmasında, toplumsal ilerleme ve gelişmeyi arzu eden yoksul ülkeler için umut verici bazı öneriler sunulmuştur. McClelland’ın kırk beş toplum üzerinden yaptığı araştırmaya göre, tarihte ekonomik gelişme ile at başı giden başlıca değer, toplumdaki bireylerin ve yöneticilerin yaygın bir başarı ihtiyacı duymalarıdır. McClelland’a göre, başarı ihtiyacı, insanın yaptığı hareket ve işleri, etkili ve verimli bir biçimde yapmasıdır. Bu durum, kişilere bireysellik adına önemli üstünlük ve güç sağlar; toplumsal katma değer yaratılmasına bağlı olarak ekonomik gelişmeyi de harekete geçirir. Yaygın bir biçimde başarı arzu ve motivasyonu yüksek olan birey ve yöneticilerin sayısının çok olduğu toplumlar, bunlardan yoksun olan toplumlara göre daha hızlı ilerleme ve gelişme gösterirler (Kurtkan, 1987, 140-144).
Umutsuzluk ortamında ve itaat kültüründe başarı yoktur!
Başarı motivasyonu bakımından esas olan bireyin kendi kendisini değerli ve başarılı bulmasıdır. İçsel başarı doyumu, bireyin kendini gerçekleştirme duygusunu da yaşamasına imkan verir. Ancak, içsel doyum aşamasına gelinmesi için bireyin başarılı hareketlerinin, özellikle ‘değer bilir’ toplumsal kesimler tarafından takdir edilmesi gerekir.
Belirli iş ve görevlere getirilen kişilerin, sadece kendilerini bu konuma getiren otorite ve güç sahiplerinin beğenisini elde edeceği biçimdeki eylemleri başarı sayılmaz. ‘Sahibinin sesi’ ya da ‘sahibinin eli’ olmak, kendin olmaktan vazgeçip başkalarının güdümünde olmaktır. Oysa, yapılan işlerin kendin olarak, görevin gerektirdiği yetenek, bilgi, hukuk ve ahlak ölçülerinde etkili ve verimli yapılması başarı duygusunun yaşanmasına imkan sağlar. Bu bağlamda, bireyin hareketleri, nihai sonuçları bakımından toplumsal bir yarara dönüşüyorsa başarı sayılır. ‘Birey-toplum’ dengesine ve etkileşimine dayanmayan her kişisel edim, kişinin sadece bencilliğini ve tutkularını besler. ‘Başarmak’ hareketi, kişisel çıkarların üzerinde aşkın bir toplumsal kazanıma dayanır.
Başarılı yöneticiler ve başarılı toplum
Toplumsal başarının öncüsü olması gereken üst kademe yöneticilerinin başarı arzularının yüksekliği ciddi bir avantaj sağlamaktadır. Üst kademe yöneticilerinin yüksek başarı ihtiyacı duyduğu birimlerin, bu konumda olup da yöneticilerinin düşük başarı ihtiyacına sahip olduğu birimlere göre daha çabuk büyüdükleri gözlenmiştir. Bundan dolayı, bir ülkede herkesin başarıyı düşüneceği bir iklim yaratıldığı takdirde, böyle bir iklimde yeni firmalar kurulacak ve öncekilere canlılık kazandıracaktır. İş insanları ve yöneticiler, başarılı olma heyecanı ile firmalarını ekonomik sistemin “büyüyen noktaları” hâline getirecekler. Böylece, başarılı yöneticilerin sayesinde toplumsal gelişmeye önemli bir katkı sağlanmış olacak.
Başında, çağdaş yönetim tekniklerini bilen ve başarı motivasyonu yüksek yöneticileri bulunan örgütler, bütün kaynaklarını tam kapasiteye yakın kullanırlar. Buna karşılık, başında, yetersiz ve liyakatsiz yöneticiler bulunan örgütler, gerçekte katma değer yaratmaktan çok, toplumun kaynağını sömürürler. İş örgütü, özel girişim ise önce zarar eder, arkasından iflas eder. Kamu örgütü ise devleti zarara uğratır; sonra da ‘yönetici zararı’ diye saçma sapan bir muhasebe kalemi uydurulur. O zaman, ‘zengin kaynakların yoksul halkı’ olarak yaşanır!…
Türkiye’de başarıya ne kadar değer veriliyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, eğitimde fırsat eşitliği yoluyla bütün yetenekli insanların başarıları üzerinden toplumsal gelişme ve bütünleşmeyi sağlamaktı. Toplumsal kayıtsızlık yüzünden ortaya çıkan sağ ve sol siyasi popülizm sonucunda, yönetici kadrolar otoriteye meyillerinin yüksekliği nedeniyle fazla bir başarı gösteremediler. Yönetici kadrolar, çoğunlukla kendileri zengin oldular ve rahat ettiler. Türk Milleti’nin yarattığı millî gelirin bölüşümünde, mülkiyetin ve sermayenin tabana yayılışında, adaletin dağıtımında, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda etkili ve adil bir düzen kurulamadı. Türk Milleti’nin, her şeye rağmen yarattığı milli gelir, siyasi iktidar mensuplarının ve türedi zenginlerin dışında toplumun çoğunluğunda belirli bir gönencin yaşanmasını sağlayamadı.
İdeolojik eğitimin doğurduğu siyasal ümmetçi- kapitalist bir eğitim anlayışı, ‘yerli ve milli’ söylem ve simgelerin altında bastırılmış şiddetli bir hedonizm (haz düşkünlüğü) doğurdu. Emeksiz gelirlerin tetiklediği keyif ve gösteriş tutkusu yüzünden bireysel başarı duygusu körelirken millî başarı mistiği kayboldu. Kişisel çıkarlar, bencillik ve illa da hazcılık adeta putlaştırıldı. Toplumsal gelişmenin asıl kahramanları olması gereken gençlerin umutsuzlukları giderek derinleşti. Yetenekli ve ahlaklı insanlar, hayatın dışına doğru itildi ya da kendileri çekildiler.
Yeniden toplumsal inşa ve başarı motivasyonu
Türkiye’de, küresel kapitalizmin kışkırttığı terör ve çatışmaların doğurduğu psikolojik savaş etkilerinden sıyrılarak, Türk kimliği etrafında yeni bir millî başarı mistiği yaratılmalıdır. Ancak, kısa vadede eğitim yoluyla yeni bir toplumsal inşa hareketine girişilmesi pek kolay görünmüyor. O zaman, hiç olmazsa büyük iddialar ile önemli konumlara getirilmiş olunan mevcut yönetici kadrolara derhal başarı motivasyonu aşılanmalıdır.
Türkiye’nin efsane valisi Rahmetli Recep YAZICIOĞLU, Denizli valisi olarak görev yaptığı zaman Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sabahat Bayrak KÖK’ün öğreticiliğinde, il merkezi ve ilçelerin bütün üst düzey kamu yöneticilerine yönelik eğitim yaptırmıştı. Kamu yöneticilerine yönelik bu başarı motivasyonuyla ilgili eğitim, kamu ve özel kesim örgütleri olmak üzere bütün ülke yönetimlerine yaygınlaşmalıydı. Ne yazık ki kendisinden sonra sürdürülmedi. Oysa, son yıllarda ekonomide, yargıda, eğitimde, milli güvenlik ve diplomaside, istihdam ve barınma konuları ile sığınmacıların sessiz işgalinde yaşanan ağır krizlere bakılacak olursa, ilgili alanlardaki kamu yöneticilerinin acilen yöneticilik mesleği ve başarı motivasyonu kurslarına ihtiyaç bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Recep YAZICIOĞLU gibi yöneticilere çok büyük ihtiyacı var!…
Kurtkan, Amiran (1987): Eğitim Sosyolojisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını No:26, İstanbul