Olayın mahalli yaşadığım şehir, konusu uzmanlık alanım, mağduru Türk Milleti olmasaydı izaha girişmeyip acı bir tebessümle gülüp geçecektim. Ancak sosyal medyada dindarlığından şüphe etmediğim bazı arkadaşlarımın ha bire gözümün içine soktuğu mevzubahis paylaşımın günden güne yayıldığını görünce dayanamadım. İ'lâ-yi kelimetullah davasına koskoca bir maziyi sebil etmiş Türklüğün bu topraklardaki hâkimiyet hakkının hırpalanmasına gönlüm elvermedi. Yazıma konu olan hadise, Samsun İl Müftü Yardımcısı İbrahim Kadıoğlu’nun sosyal medyadaki takipçilerine “Paylaşabilirsiniz” tavsiyesiyle sunduğu görüşleridir. Müftü Bey, Arap harfleriyle Arapçayı ve Kur’anı aynı düzlemde değerlendirip Arap harfli tabelalara muhalefeti Kur’an karşıtlığı olarak nitelendirmiş, maddeler halinde Arapçanın din kültüründeki önemini sıralayıp Arap harfli ilanlara tepkiyi İslamiyet’e saldırı olarak takdim etmiştir. Siyasi mülahazaların uzağında, Türk dili çalışmalarına otuz yılını vermiş bir akademisyen olarak, sıraladığı gerekçelerin mevzuya isabetli bir bakış açısı getirmediğini söylemeliyim. Bununla beraber kullandığı ifadeler de maksadını çok çok aşmıştır. Şöyle ki:
(Kendilerinin ifadelerindeki yazım yanlışlarına dokunulmamıştır) “Ebey bir süreden beri Arapça Dili aleyhinde bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde sosyal medyada yorumlar ve propagandalar yapılmaktadır!” cümlesiyle başlayan paylaşım “Tüm Müslüman Kardeşlerimden Kutsal kitaplarının dili olan Kur'an-ı Kerimimizin alfebesini korumaları için sahip çıkmalarını, Bu hususta Kur'an'a saldırmak için zemin hazırlayan kendini bilmez ahmaklara geçit vermemelerini ve bu bağlamda: Tüm Müslüman kardeşlerimin işyerlerine, çalıştığı yerlere, makam odalarına, dükkanlarına şeytanlara tepki, Kur'an'ın alfabesine saygı olsun diye güzel bir hat yazısı veya küçük büyük bir tabela koymak suretiyle tepki göstermelerini tavsiye ederim...Yaşasın Kur'an Dili Olan Arapça, Yaşasın Peygamberimizin anadili olan Arapça...” sözleriyle sonlanmıştır.
Yazısının başında Türkçede “epey” şeklindeki sözcüğü “ebey” olarak yazmasını hoş görsek de Arapça terimini Arapça Dili diyerek takdim edişini düzeltmesini öneririm. Şimdi tane tane anlatacağım. Dil bilimi derslerinde öğretilen en temel bilgilerden birisi harf, lafız (kelime) ve mananın farklı şeyler olduğu ve birbirine karıştırılmamaları gerektiğidir. Konuyu Arapça üzerinden açalım: Cahiliye döneminde Araplar, Arap harfleriyle yazdıkları şiirleri Kabe duvarına asarlardı. Arap harfleriyle yazılmış olmaları onları “cahiliye” nitelendirmesinden kurtarmadı. Yine cahiliye döneminde ilah karşılığında “Allah” lafzı mevcuttu. Ancak kâfirlerin bu lafızla kasıtları bambaşkaydı. Kelime, Efendimizin elçiliğiyle inen Kur’an’ın rehberliğinde Müslümanca bir mana kazandı. Bilmem anlaşıldı mı?
Bütün diller muhteremdir. Dillerin farklı oluşu İslam’a göre Allah’ın azamet ve kudret alametidir. Bir Türk olarak Türkçenin yetkinliğini başka dillerin yetersizliği üzerinden izah etmeyi gereksiz görürüm. Benim dilime de aynı muamelenin yapılmasını beklerim. Kur’an’ın Arapça indirilmesi indiği toplumun diliyle ilgilidir. Uzmanların ya da dinî hayatında derinleşmek isteyenlerin Kur’an’ı kaynak dilinden anlamaya çalışmaları gayet doğaldır. Öyle de olmalıdır. Kanaatimce müşterek ibadetlerde Kur’ancanın kullanılması da elzemdir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Kur’an Arapçası ile güncel ve gündelik Arapçayı aynı kefeye koymamaktır. Yoksa, Diyanet İşleri Başkanımızın yakın zamanda güncel ve gündelik Arapça üzerinden kendisine yöneltilen soruları tercümansız cevaplayamamasını açıklayamazdık. Bu cümleden olmak üzere Meal, Tefsir gibi İlahiyat dallarının ortaya çıkışına da izah getiremezdik.
Arap harflerinin kıymeti, şekillerinden değil Mushaf’larda Kur’an mesajını aktarmalarındaki vesileliklerinden gelir. Bu vesile dışında kullanıldıklarında yalnızca bir yazı sistemidir! Malum, bu harflerin harekelenmesi Kur’an’ın nüzulünden çok sonra gerçekleşmiştir. Kaldı ki Arap harfli her metni Arapça kabul edersek günümüzde bu harflerle yazılan başka dilleri mesela Farsçayı nereye koyacağız?
Müftü Bey! Biz “Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” dedirten bir kültürün çocuklarıyız. Bizim hattatlarımız Kur’an-ı Kerim yazmalarında kullandıkları kalemleri tıraşladıklarında çıkan kamış parçalarını biriktirip, öldüklerinde yıkanacakları suyun bununla ısıtılmasını vasiyet ederlerdi. Kayışçızâde Hafız Osman Efendi ve nicelerine hürmetimiz sonsuzdur. Evlerimizde, iş yerlerimizde Kur’an’ı mesajını içeren Arap harfli hat levhalarımız da çok şükür eksik değildir. Sizin siyasi mülahazalardan kaynaklandığını düşündüğüm kampanya önerinizden çok önce onlar bizim duvarlarımızdaydı.
Yineliyorum, alfabe başka şeydir dil başka şey! Kur’an’ca ile buluşan Arap harfleri ve Arapça, Müslüman Türk’ün başının tacıdır. Ancak dükkânların camlarında yazılan “Tandır ekmeği, Şam tatlısı” reklamları sırf Arap harfleriyle yazıldı diye hangi kıymeti taşımaktadır? Bu mantıkla Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya ihanet mektuplarını Arap harfleriyle yazıldı diye öpüp başımızın üstüne mi koyacağız? Alfabe, Kur’anca haricinde de kutsalsa Arap harfli tabela asan ticarethane sahipleri acaba dini ticarete mi alet ediyorlar?
Mesele gayet açıktır. Burası resmi dili Türkçe olan bir ülkedir. Türk sokaklarına Türkçe tabelaların asılması beklenir. İngilizce, Rusça, Çince tabelalar gibi Arap harfli tabelalara da aynı mesafede durmak gerekir. Müftü Bey! Kitabın ortasından konuşalım. Bu ülke kaldıramayacağı ölçekte Arap sığınmacı almıştır. Mesele Ensar-Muhacir retoriğinin çok ötesine geçmiştir. Sığınmacının sığınma hâlinin sahiplenmeye dönüşme riski günden güne artmaktadır. Nüfus artış oranlarına göre uzun vadede öz yurdumuzda garip kalma tehlikesi belirmiştir. Seven sevdiğini kıskanır. Vatanını sevenin onu kıskanmasını ayıplayamazsınız. Memleketin asıl sahiplerinin ülkesini kollama hissiyatını göz ardı edemezsiniz. Arap harfli kebap firması, seyahat acentesi, döviz cinsi ilanlarına gösterilen tepki millî hâkimiyetin örselendiği endişesi üzerinden okunmalıdır. Bu tepkiyi İslam düşmanlığı şeklinde sunmak yersizdir. Dinimiz ile millî hâkimiyetimizi karşı karşıya getirmektir. Daha da önemlisi bu tepkiyi yerinde bulanları ki şahsım da onlara dâhildir “ahmak”, “şeytan” gibi sıfatlarla anma vebalinden tövbeye sığınmanız gerekmektedir. Zira bu dil sizden öte, temsil ettiğiniz kuruma ve o kuruma yüklenen vazifeye zarar vermiş ve vermektedir. Size ve bize yakışan sevginin dilini benimsemektir. O nedenle yazım üzerinden yapılacak hakaret içerikli eleştirileri sileceğimi şimdiden bilmenizi isterim.
Prof. Dr. Serkan ŞEN