Açılım politikası tekrarlanamaz

Hiçbir bahane, bugünün sorumlusu olan karanlık zihniyetle iş birliğini mazur gösteremez.

Açılım veya çözüm dedikleri politikanın Türkiye’ye nelere mal olduğu ortadadır. Binlerce belki de on binlerce şehit. Şehit yakınlarının, anne babalarının, eşlerinin, çocuklarının acısı hiçbir şeyle yan yana getirilemez. Şehitler, sadece yakınlarının değil bütün milletin yüreklerini dağlamıştır ve dağlamaya devam etmektedir. 

Milyarlarca, on milyarlarca dolarlık kayıp da yine bu politikanın sonucudur. Boşa giden paralar, israf havuzu içinde yüzenleri ilgilendirmeyebilir ama bu, yoksulun, yetimin, dulun, emeklinin ekmeğinden kesilen para demektir.

Açılım politikasının belki bunlardan da vahim bir sonucu, ülkemizin sahibinin Türk olduğunun tartışılır hâle gelmesidir. Mevcut iktidara ve onun uyguladığı açılım politikasına kadar “Türkiye bir Türk cumhuriyetidir, Türkiye Türklerindir.” gerçekliği, ne ülkemizde ne de yurt dışında asla tartışılmamıştır. Bu iktidar ve açılım politikası yüzünden Türkiye sadece Türklerin değil Türklerle birlikte şunun bunun da ortak vatanıdır saçmalıkları açık açık konuşulur, yazılır çizilir hâle geldi.

Son günlerde açılım politikası yeniden ısıtılıp gündeme getiriliyor gibi. Hem de adında “milliyetçi” kelimesi bulunan bir partinin gülücükleri eşliğinde.

Türkiye, Türk’ün olmaktan çıkarılmak isteniyor. Üstelik Türk milliyetçileri de buna alet edilmek isteniyor. Saflığın bu derecesi ancak milliyetçilere yakışır, diye düşünüyorlar herhâlde.

Öyle sanıyorum ki bazı dostlarımız, “derin devlet” olarak düşündükleri “devlet aklı”nın harekete geçtiğini ve bu aklı da liderlerinin temsil ettiğini sanıyorlar.

Öncelikle “derin devlet”in boş bir yanılgı olduğunu belirtmeliyim. Eğer bir derin devlet olsaydı ülkemiz bu hâle gelir miydi? İlle de derin devlet var diyorsanız o zaman biz de şu yargıya varabiliriz: Öyleyse derin devlet istediği için ülkemiz bu hâle gelmiştir.

Türkiye’de derin devlet yok ama ülkeyi kendilerine göre düzenlemek isteyen birtakım odaklar, birtakım çevreler elbette vardır. Onların da Türkiye’yi ne hâle getirdikleri ortadadır. İşi, ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, sonra da düzeltmek için açılım, çözüm diyerek daha da fazla batırıyorlar.

Artık bu derin devlet, devlet aklı söylemlerini bir yana bırakıp yaşanan kötülük ve belaların sebebinin ülkeyi yönetenler ve onların uyguladıkları politikalar olduğunu görmeliyiz. Ne beyaz cam arkasındaki uzun boylu bağırtılar, sövgüler ne de kamburumsu gülücükler… Bunların hiçbiri devlet aklı filan değildir. Tam tersine ülkenin bugünkü durumundan sorumlu olan, Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah romanındaki “ihtiyar”lardır.

Ülkeyi yönetmeye talip olan ve kendilerini sol olarak nitelendirmeyi uygun görenler de akıllarını başlarına devşirmelidirler. Bölücülük, onların bir bölümünün kucaklarında serpilip büyüdü. Hâlâ eski yoldaşlık sevdasını sürdürüyorlar. “Türkiye halkları” bölücü ifadesini dillerinden düşürmeyen parti ve gruplarla hâlâ iş birliği yapılabileceğini düşünüyorlar.

Türkiye’de elbette bir millî sol olmalıdır. Ancak bölücülükle millîlik asla bir araya gelemez. Hele bir yandan Atatürk’ün kurduğu parti olarak övünmek bir yandan da bölücülüklerini saklamayanlarla müzakereyi savunmak akıl alır iş değildir.

Türkiye’nin yeni bir açılıma tahammülü yoktur. Ortada bir aydınlık değil, sınırlarımızdaki mayınları söktürüp vatanımızı Türk vatanı olmaktan çıkarmaya yönelen bir karanlık zihniyet vardır. Sınırlarımızda mayın bırakılmamıştır ki söğüt gölgesi aransın. Sözün özü: Hiçbir bahane, bugünün sorumlusu olan karanlık zihniyetle iş birliğini mazur gösteremez.         

Ahmet Bican Ercilasun / Milli Düşünce Merkezi

Medya Haberleri

İnsanın üç içgüdüsü
Yoğun İş Hayatında Zamanı Verimli Kullanmanın 8 Pratik Yolu
PAÜ'de Bir Kayıt Skandalı Daha
Sözde Ermeni Soykırımı
Herkes her şeyi biliyor