Ercan ÖZTÜRK

Ercan ÖZTÜRK

Köşe yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Yaşamaya Bakın! Gerçekten

A+A-

Hiçbir cenaze namazını kaçırmam. Şehrin cenaze namazlarının kılındığı cami benim yürüyüş yolumun üzerinde olduğu için geçerken bir bakarım; cenaze var hemen saf tutarım. Kimin cenazesi olduğunun benim için önemi yoktur çünkü ben oraya cenaze için değil kendim için giderim. Orada, musalla taşında kaldırılmayı bekleyen cenaze kendi ölümümü aklıma getirir: O tabutun içindeki sen olabilirdin, eğer değilsen bil ki çok şanslısın. Bu şansından faydalanmaya bak, senin hakkında konuşulanları umursama, borçlarını dert etme, akşama ne yerim diye düşünme, yaşamana bak. Kendime verdiğim bu moral beni birkaç gün idare eder. Sonra gene bir cenaze namazı gene birkaç gün daha idare edecek moral. Benim başka bir şansım ise koca şehirde her kim ölürse ölsün cenazenin bu camiden kalkıyor olması. Moralimi sürekli yüksek tutmakta hiç sıkıntı çekmiyorum anlayacağınız. Yaşamaya bakıyorum.

İşte burada, sararmış yaprakların doldurduğu avluda, mırıltılar yükselen asık suratlı kalabalığın arasında ellerimi kavuşturmuş, o her cenaze etkinliğinde takındığım vakur ifademle duruyorum yine. Ama bugün içimde farklı bir duygu hissettim, tabuttaki sanki benmişim gibi geldi. Gerçekten. Kendi cenaze namazıma katıldım. Bu ilk kez oluyordu, yani ilk kez ölmüştüm. Tabutun içinde olmamın beni hiç korkutmadığını fark ettim. İçimde ne bir endişe ne de telaş vardı. Hâlbuki korku bizim yaradılıştan beri benliğimize işlemiş bir duyguydu ve hayat korkuyla işliyordu. Korkudan bu kadar korkmamızın nedeni ise sonunda acı olmasıydı. Bizi asıl korkutan acıydı, yoksa korkunun kendisi değil. Sonra, sevdiğimiz bir şeyi veya sevdiğimiz birini kaybetme korkusu, hep kaybettikten sonra ne hale düşeceğimize acımamızdandır, gidene değil, arkasında bıraktığı kendimize üzülürüz biz. Bundan dolayı acı çekeriz. Bu yüzden korkuların belki de en büyüğü de, kendi başımıza bir iş gelmesidir. İşte başıma bir iş gelmişti. Hem de en korkunç olanı, ama ben korkmuyordum. Bu düşünce gerçekten ölmüş olduğumu daha derinden hissetmeme yol açtı. Öyle ya, yaşıyor olsaydım hala ne olacağı belirsiz bir geleceğim olurdu, bundan ötürü de korkmak için sebebim. Ama zaman benim için durduğunda ve bir geleceğim olmadığında, korkulardan arınmam ve hafiflememden doğal ne vardı? Gelecek gelmeyecekti, korkunç ya da güzel başka herhangi bir şey gibi. Yine de, ölümümü bu derece ağır başlıkla karşılamış olmam beni gerçekten şaşırtmıştı.

İmamı beklerken cami avlusunun dışındaki matemli hanımlara baktım. Sayıları fazla değildi, ama içlerinde benim hanım yoktu. Mutlaka evde temizlik yapıyor olmalı dedim. Beni toprağa verdikten sonra sevenlerim baş sağlığı için eve gelecek olduklarından ayıp olmasın diye etrafı temizliyor olmalıydı. Züleyha’da yoktu! Gerçi o demişti, “öldüğünde ne cenazene gelirim ne de kabrine” diye. Aferin, tuttu sözünü. Bu arada, Papatya

Hanım’ı da göremedim. O öldüğümü duymamış olmalı, yoksa mutlaka gelirdi çünkü onun insanlara küsme gibi bir huyu yoktur.

Sağ yanımda saf tutmuş, dudakları bir birinden ayrık ahmak dudağına benzeyen bizim mahallenin bakkalına dönüp:

“Sevenim çokmuş” dedim, “baksana kalabalığa.”

Ahmak dudağını bükerek:

“Siz buna kalabalık mı diyorsunuz, sırf sevap kazanmak için yoldan geçerken saf tutanlar onlar. Rahmetlinin seveni yoktu ki kalabalığı olsun.”

Aslında iyi adamdır bizim mahallenin bakkalı. Fazla konuşmaz, burnunu karıştırmaz, yüzünde her zaman sinirime dokunan neşeli bir ifade olur. Ya cenazenin ben olduğumu bilmiyordu, ya da biliyor, sırf gıcıklık olsun diye böyle söylemişti. Çok kızdım. Sonra düşününce sağlığımda da birbirimizi pek sevmediğimiz aklıma geldi. Belli ki bana gıcıklık olsun diye söylemişti. Ölü halimle onunla uğraşacak değildim. Cevap vermedim. Ama sonra demesin mi; “hergele borcunu ödemeden gitti” diye. Hâlbuki ona olan borcumu ödemiştim. Yoksa ödememiş miydim? Bak şimdi nasıl canım sıkıldı. İnsan ölünce de canı sıkılabiliyormuş meğerse. Bakkala dönüp asık suratla “sen ne diyorsun” dedim. Aval aval yüzüme bakıp “ben bir şey demedim” dedi. Hâlbuki hergele borcunu ödemeden gitti dediğini yeminle duymuştum. Yoksa insanların düşüncelerini mi okuyabiliyordum? Olur mu olur. Belki de ölmenin böyle bir avantajı var. Bunu denemek için hakkımda neler düşünüyorlar diye şöyle bir kalabalığa baktım.

Emekli olmak yaramadı diye düşünen var. Eşi terk edip gittikten sonra kendini bir türlü toparlayamadı diye düşünen var. Güzel bir sevgilisi varmış, ona o kadar çok haksızlık etmiş ki, sonunda kadın bunu terk etmiş diye düşünen var. Hele şu en ön safta duran kafası yumurta gibi parlak sadece kenarlarda kalmış uzun beyaz ve seyrek saçları olan adam mesela: Birikmiş kira borcunu düşünüyor. Yanındaki kıvırcık saçlı olana ne demeli, o da akşama ne yesem acaba diye düşünüyor. Ensesinin kalınlığından belli zaten yiyip içmeye çok meraklı olduğu. Saçma sapan şeyler düşünüyorlar sizin anlayacağınız. Sözde cenazeme gelmişler ama bazılarının beni düşündüğü yok. Bak şimdi aklıma geldi, ben nasıl öldüm ki? Gerçekten çok merak ettim. Sol yanımdaki yüzü pürüzsüz ve sert, mermerden yontulmuşa benzeyen adama:

“Nasıl ölmüşüm ki?” dedim.

“Efendim” dedi.

Bu arkadaş da ya cenazenin ben olduğumu anlamamıştı, ya da bakkal gibi gıcıklık yapıyordu. Bende soruyu anlaması için daha kolay bir yol seçtim.

“Tabuttaki diyorum, nasıl ölmüş ki?”

“İntihar” dedi.

Düşünebiliyor musunuz, intihar etmişim.

“Niye intihar etmişim ki?” dedim.

“Anlamadım” dedi. Soruyu hemen düzelttim.

“Tabuttaki diyorum niye intihar etmiş ki?

“Bunalıma girmiş olmalı, günaha girmeyeyim ama seveni yoktu.”

Çok kızdım.

“Ayıp, ayıp ölünün arkasından kötü konuşulmaz.”

“Ben kötü bir şey demedim ki. Bunalıma girmiş olmalı dedim sadece.”

Haklı olabilirdi. Sanırım sonraki kısmı sadece içinden düşünmüştü. Sonra bana doğru eğildi:

“Elbiseleri eski ve kirliymiş, üstelik çorabı da yırtıkmış” dedi.

“Yok yahu niye kirli olsun eşini ben tanıyorum son derece temiz ve titiz biridir” dedim, bu sefer falso vermeden.

“Yanlış biliyorsun hemşerim, eşi yıllar önce terk etmiş.”

Hayda buyur buradan yak.

“Eşi evde temizlik yapıyor, taziyeye gelenlere ayıp olmasın diye.” dedim.

Mermer surat bana ters ters baktı. Onun bakışlarını umursamadan başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gökyüzünde daha az önceye kadar parça parça sakince asılı duran beyaz bulutları, rüzgâr başka yerlerden getirdiği bulutlarla bir araya toplamış gökyüzünü kurşuni bir perdeyle örtmüştü. Yağmur ha yağdı ha yağacaktı. Ne yağmuru belki de fırtına kopacaktı. Öfkeyle:

“Nerede kaldı bu imam” dedim. Cenaze namazından önce fırtına bastırırsa tabutumu orta yerde bırakıp herkesin kaçıp gitme ihtimali vardı. Korktum mu, kesinlikle hayır. Sevenlerim hiç olmazsa beni toprağa verirken hayal kırıklığına uğrasınlar istemiyorum. Çünkü sağlığımda bana değer veren, beni seven ve bana güvenen herkesi hayal kırıklığına uğratmıştım. Demek ki insan sağlığında nasıl etrafında sevenleri olsun istiyorsa aynı şey ölünce de geçerliydi.

Nihayet imam efendi mermer merdivenlerin başında göründü. Sakin adımlarıyla basamakları tek tek inerek çok önemli bir şeyi düşünüyormuş edasıyla bir gelişi var, görseniz âlemin kralı sanki. Yanıma kadar gelip tabutuma baktı. Yüzünde mahzun bir ifade vardı. Belki ekmeğini ve yalnızlığını paylaşabileceği biri olsaydı intihar etmezdi diye düşündü. İmam efendinin mahzun bakışı ve düşünceleri intihar ettiğime pişman olmama neden oldu. Ne yalan söyleyeyim, gerçekten üzüldüm. Düşüncelerini kısa kesip konuşmaya başlamasa belki de ağlatacaktı beni. Cemaate dönüp, dünyanın ölümlü olduğundan falan, işte başkalarını üzmemek, kırmamak gerektiğinden filan, yaşamda en karlı birikimin gönül biriktirmek olduğundan falan konuştu. Sonra:

“Servet Elisıkı’nın cenazesi için toplanmış buluyoruz” dedi. Ya da buna benzer bir şey. Ama Servet Elisıkı dedi. İşte o bendim. Servet Elisıkı. “Niyet ederken er kişi niyetine diyeceğiz” dedi.

Tam elimi kaldırıp imama, “imam efendi ben ölmedim” diyecektim, sonra ölmüş olabileceğim aklıma geldi, vaz geçtim. İnsan ölünce öldüğüne hemen alışamıyor gerçekten. Kendime dedim ki, senin için bunca sevenin bir araya gelmiş, hiç olmazsa ölü halinle hayal kırıklığına uğratıp bozma şimdi cenaze etkinliğini.

Sakince benim cenaze namazımı kıldık. Namaz sonrası, herkesle beraber ben de, bana olan hakkımı helal ettim. Çünkü bu şekilde daha uygun olacağını düşündüm. Kendime olan hakkımı helal etmeyip bunca kalabalığın içinde sıkıntı çıkarmaya gerek yok dedim. Helalleşme sonrası tabutumun salına girip, mezarlığa doğru yola çıktılar. Ben girmedim kendi cenazemin salının altına, uzaktan izlemekle yetindim.

Ben öldüğüme göre bu satırları okuyan sizler, hakkınızda konuşulanları umursamayın, borçlarınızı dert etmeyin, akşama ne yerim diye düşünmeyin, yaşamaya bakın. Gerçekten.

Bu yazı toplam 6519 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.