Ülkücü Tavır ve 15 Temmuz
Ülkücüler bu memleketin MİHENK taşlarıdır…
Şayet Ülkücü hareketin direniş gücü azaltılır hatta esnetilirse dahi Millet ve Devlet olarak büyük bir kaos ortamına doğru hızla sürüklenmemiz işten bile değildir.
15 Temmuz öncesi dönemleri hatırlayacak olursak devlette paralel yapı adıyla hızla güçlenen cemaat yandaşları, tabiri caizse Ülkücülere, Devlet kadrolarını katiyetle göstermiyorlardı.
2002 Yılı öncesinde kadrolara girebilmişler Ülkücülerin dışında neredeyse Ülkücü devlet memuruna rastlamak mümkün olmuyordu. Devlet kadrolarında büyük yoğunlukla malum cemaat yandaşları, bölücülükleri tescilli zihniyetler bir de gayri milli ve gayri dini zihniyettekiler yerleşmekte ve giderek çalıştıkları kurumlarda hakimiyet sağlamaktaydılar. Hatta bakanlar bile Hilal bıyıklı polis almayacağız diye aşikar haykırırken, hükümetten herhangi bir tepki görmüyordu.
Özellikle savcı, hakim, asker, polis, hemşire, doktor kadrolarına sadece cemaat yurtlarından yetişenler uygun görülüyor ve böylece devletin içerisinde önlenemez bir yükselişe sahip oluyorlardı.
Ait oldukları cemaat ve oluşumlara devlet imkanlarını sınırsızca kullandırıyorlar ve bu yaptıkları hizmetlerin karşılığı olarak terfi alıyorlardı.
Cemaatin el üstünde tutulduğu tamamen Pensilvanya merkezli senaryoya ise maalesef hükümettekiler katkı sağlıyordu.
Milli bayramlar yerine Türkçe Olimpiyatları ikame ediliyordu. Milli Bayramlarda ne hikmetse hastalık bahanesiyle törenlere katılamayan Devlet Erkanı eksiksiz olarak cemaat organizasyonlarında boy gösteriyordu. Birkaç Afrikalı zencinin Türkçe şarkı söylemesi ise tüm yüksek rical tarafından, salya sümük ağlanarak canlı yayınlarla tüm dünyaya duyuruluyordu.
Bu gelişmelere karşı duran, milletin gözü açılsın diye uyarılarda bulunan, doğrudan adres göstererek hükümeti yanlıştan dönün diye 9 ayrı şehirde büyük mitingler yapan bir tek Devlet Bahçeli vardı.
Ancak Bahçeli’nin uyarılarından ders almak bir tarafa, iktidarı elinde bulunduranlar yüksek sesten cemaat liderine toz kondurmuyor, Bahçeli’ye ise hakarete varan söylemlerle Fetöyü savunuyorlardı.
Hülasa,
Hükümet kendi inisiyatifiyle, sağladığı imkanlarla, verdiği tavizlerle, birlikte yürüttükleri projelerle kontrolden çıkarak başkaldıran bir tehlikeyi başına bela olarak besleyip büyütmüştür.
15 Temmuz gecesi, Türkiye Cumhuriyetinin frensiz uçuruma sürüklendiği bir anda Ülkücüler tarafından çekilip selamete taşındığı bir gecedir.
Devlet Bahçeli ve Ülkücü hareket uçuruma sürüklenmekte olan Devletin önüne gövdesini koyarak bu hızlı çöküşe dur demiştir.
2002 Yılında iktidara gelen ve ne yazık ki Milli olan ne varsa adeta bu değerlere ve kurumlara savaş açmış olan zihniyetin, 15 Temmuz sonrasında, Ülkücü tavırın tesiriyle yeniden öze dönüş başlamıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin darbe girişiminin hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı Binali Yıldırım'ı arayarak, MHP’nin hükümetin yanında yer aldığını belirterek destek vermesi takdire şayandır.
Ülkücüler siyasi teferruatlarla ilgilenmemiş, tüm Türk Milleti'nin ortak paydalarında bir araya gelerek bir kez daha asilliğini göstermiştir.
Ülkücüler, Vatanına, Milletine ihanete yeltenmiş hadsizlere karşı, Türkiye’de birlik ve beraberliğin oluşturulmasında ve topyekûn mücadelede çok önemli bir görev ifa etmiştir.
Bu aşamada en ufak bir endişeye ya da şüpheye kapılmadan, bütün siyasi çekişmeleri tavır ve davranışları geride bırakarak, Türk Milletiyle birlikte hareket edilmesi, bir bütün olarak tepki sağlanması için hükümete verilen destek tarihe önemli bir not olarak kaydedilecektir..
Türk Ordusunun içerisinde var olan Ülkücü-Milliyetçi komutanlarımız canından aziz bildiği vatanı için her ne pahasına olursa olsun darbeye ‘DUR’ demek için hareket geçmiştir. Derhal korunması gereken sahalarda önlemler almış ve hainlerin girişimlerini önlemişlerdir.
Bu gerçeği tüm Türkiye görmüştür.
Bu süreci tüm Türkiye yaşamıştır.
Türk milleti, Devlet Bahçeli'nin MHP'nin, Ülkücü teşkilatlar ve ülkücü subaylar ile ülkücü komutanların bu gayretini görmüştür.
Vatanını ve milletini seven herkes, başta MHP Lideri Sayın Bahçeli’ye ve Ülkücü Hareket mensuplarına bu gayretlerinden dolayı teşekkür etmelidir.
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenlerin bir daha ‘kandırılmamak’ adına, çeteleri ve vatana ihanet edecek bir takım hadsiz ve çapsız insanları görmeleri ve tanımaları ve görevlerinden alarak etkinliklerini kırmaları zarureti vardır. Hala daha bu konuda tereddütlerimiz bulunmaktadır.
Devletimiz, darbeler yaşayan ve darbelerin her türlü ceremesini çeken, ölse de vatanını ve milletini korumak için gerekirse kendini feda eden vatanperver ve milliyetçi kişiliklere kulak vermelidir. Sadece terörle mücadele de değil, Devletin her kademesinde bu insanlara yer verilmelidir.
Ülkücüler Devlet’in sigortası konumundadır ve bunu defalarca ispat etmişlerdir. Ama uygulamada henüz bu durum henüz netleşmiş değildir. Bugün devletimiz yeniden yapılanırken bir yanlışa düşmeden hassas noktalara Ülkücü, Milliyetçi insanlar yerleştirmelidir.
Ülkücüler, devletin kademelerinden uzaklaştırılmamalı veya pasif görevlere itilmemelidir. Özellikle önemli görevler kendilerine tevdi edilmelidir.
Böylece, Milletimizin rahat nefes alması sağlanmalıdır.
At iziyle, İt izinin birbirine karıştığı bir ortamda, Yüce Milletimin, kuru ile yaşı, milli ile gayri milliyi iyi ayırt etmesi gerekir. Vatanseverlerin ve Millet sevdalılarının son kalesi MHP ve Ülkü Ocakları olmalıdır.
Hariçten gazel okuyanlara, geçmişinde, bu gününde, yarınında Devlet ve Millet uğruna bir ideali olamayanları görmeyin, duymayın.
Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik... (G.İsmail)
Küresel sermaye sahiplerince, kapitalizmin acımasız, doyumsuz, sorumsuz uygulamaları neticesinde güzelim dünyamız yaşanılır olmaktan oldukça uzaktır.
Çokuluslu şirketlerin üretimini besleyebilmek adına milyarlarca masum insanın yaşadığı coğrafyalar sömürülmektedir. Böylece Milyarlarca insan insanca yaşamın uzağında, açlıkla mücadele etmektedir.
AB, G20, BM gibi tamamen küresel eşkıyaların mevcut düzeninin devamı için kurulmuş örgütler bulunmaktadır. Devlet geleneği açısından en fazla deneyime sahip olan Millet Türklerdir. Artık Turan idealine realist adımlar atılmalıdır. Türk Birliği kurularak, ekonomik, kültürel, askeri konularda güç birliğine gidilerek, dünya siyasetinde etkinliğimiz artırmak gerekmektedir. Buna tüm masumiyetimle inanıyorum ki; Türkiye Cumhuriyetinin güçlü olması halinde birçok mazlum millet, huzura kavuşma fırsatını yakalayacaktır.
----------------------------------------
TOPLUM/GELİŞME/YOZLAŞMA
Bir toplumun temelini kültür oluşturur. Toplumun yaşayış tarzı, dili, gelenekleri, görenekleri, töreleri sanatı (mimari, resim, müzik, tiyatro, sinema vs.) barındıran tüm sanatsal ürünler o toplumun kültürünü oluşturmaktadır.
Toplumlarda değişim kaçınılmaz bir olgudur.
Değişim iki yönlüdür.
1- İyi yönde değişim gelişmedir.
2- Değişim kötü yönde ise buna da yozlaşma denir.
Öz kültüründen kopmuş bir toplum köksüz kalmış bir ağaca benzer. Ağacı ayakta tutan kökler çürürse dağılır gider.
Her şeyin maddiyatla ölçüldüğü bir dönemden geçiyoruz. Kimse hayatından memnun değil. Herkes derin bir mutsuzluk ve huzursuzluk içinde kıvranıyor. Herkes daha iyi bir hayat istiyor, fakat o hayatın ne olduğunun nasıl olacağının hayalini kuramıyor bile insanlar. Hayatı akışına bırakmış yığınlar dolduruyor her yanımızı. Toplumsal meselelere kafa yoranların sayısı giderek azalmakta, yozlaşma yarası giderek derinleşmektedir.
Toplum önünü göremiyor. Herkes deli bir nehirdeymiş gibi, oradan oraya sürükleniyor. Kıyıda tutunacak dallar arıyor. Kimisi din diye cemaatlere sarılıyor. Kimisi paraya kimisi siyasete herkes tutunacak bir yer, sırtını dayayacak bir güvence arıyor.
Toplum içerisinde değer karmaşasının oluşması ve zamanla çıkarcılık ve faydacılığın her şeyin önüne geçmesi toplumsal yozlaşmayı ortaya çıkarmaktadır.
Öz kültüründen beslenmeyen toplumlar yok olmaya mahkumdur. Bu nedenle okulda, sokakta, ailede eğitimle verilecek büyük bir mücadeleye ihtiyaç bulunmaktadır. Geçmişimizi. Geleneklerimizi, aile içi yaşantımızı mevcut ve gelecek nesillere iyice belletmeliyiz. Yoksa hayatımızın her anın da karşımıza çıkacak olan her meslekten, her kademeden insanlarda etik değerlere sahip olmasını bekleriz de, karşımıza o türden çıkacak insanları bulamayız.
“ Bilgi buğday, beyin değirmen gibidir. Değirmene buğday verildikçe öğütür ama buğdayı kesersen taşlar birbirini öğütür. Öğrenmedikçe beyin kendini tahrip etmeye başlar.’’( İbni Haldun)
Ne kadar doğru söylemiş. Bizim sıkıntımız da tam olarak bu. Okumadığımız için öğrenemiyoruz. Öğrenemediğimiz için beyne gıda gitmiyor, beyin kendini yiyor. Okuyalım, okumak gıdadır hem beynimize hem ruhumuza, bilgi taşıyalım ki beyinlerimiz yanmasın.
-----------------------------------
Biraz da özlediklerimiz, keşkelerimizi barındıran hayallerimizin izini sürelim diyordum ki, İnternette gezerken bu mısralara rastladım. Umarım beğenirsiniz.
Haydi gidelim,
Havanın, suyun, insanın kirlenmediği yerlere gidelim… Varsın elmadan kurt çıksın, Tezek koksun dört bir yan, Doğallığın, samimiyetin har olduğu yerlere gidelim… Soğan ekmeğe razıyım, Sofraların açık, Gönüllerin yâr olduğu yerlere gidelim… Haydi gidelim… Ilık ılık akan derelere, Yaylaların çimenine, Kuzuların sesine gidelim… Varsın çamur olsun eteklerimiz Topraktan geldik, Toprağa gidelim…
Sağlıklı, huzurlu, Ülkü dolu günleriniz olsun.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.