TEDAVİYE TANI KOYMAKLA BAŞLANIR
Ünlü bilardo sporcumuz Semih SAYGINER’ in bir konuşmasını dinlemiştim. Farkındalıkla dinlediğiniz zaman günümüz gerçeklerinin kısa özeti olduğunu anlıyorsunuz.
‘’ Hollanda’dan bilardo federasyon yöneticisi gelir. Üç bant turnuvası oynanacak. Dünya üç bant turnuvası ve haliyle masa dikdörtgen. Dört bant var. Saygıner antrenman yaparken yönetici gelir ve bandın uzun olan tarafına dayanır tepeden izlemeye başlar. Der ki ‘’Semiççim sen bu topa böyle böyle vuru yon ya, dolanı dolanı gidip de diğerine değiyor ya bilerek mi yapıyorsun yoksa tesadüf mü? Yüzünde soru işareti ile mantıklı bir cevap bekleyen yöteççiye cevap gelir saygıner’ den. Abi bugün biraz şanslı günümdeyim. Yöteççi; bende bunu dedim bu kadar olmaz ya.’’ :))
Doğru kişiler tarafından yapılacak doğru tespitlere ihtiyacımız var. Ve bu tespitlerin doğru şekilde uygulanmasına. Fakat bizler içten içe hastalıklı bir toplum hali aldık. Sorunları çözmek yerine sorunlarla yaşamayı ve yaşadığımız acılardan beslenmeyi tercih ediyoruz. Başımıza gelenlerin mimarı başımızdaki iş bilen yöneticilerin ta kendisidir. Çalışacağınız iş ne olursa olsun, illaki belli kuralları ve edinilmesi gereken bir eğitim süreci vardır. Garson olacak adamın tabi tutulduğu kriterler, öğretmen doktor hâkim savcı olacak kişilerin aldığı eğitimler, sizi iş sahibi yapmayacağını bildiğiniz halde yüzlerce sınav sonucunda girdiğiniz üniversiteler… Yönetici olmanın kriterlerine baktığımızda ise gördüğümüz tek şey, ensesi kalın bir dayı, birinin damadı veya bir taht sahibinin evladı olmanız yeterlidir. Yöneteceğiniz iş ve hüküm süreceğiniz kitleyi bir adım daha öne taşımak için barındırdığınız bilgi beceri veya eğitim hikâyeniz çokta mühim değildir.
Görüyoruz ki her gelen yönetici kendinden önce bırakılan izleri takip etmektedir. Oysaki gelişebilmenin kuralı, özgün işler çıkarmak taklitten uzak olmaktır. Hep deriz ya ‘’ iç sesime güveniyorum’’. Şöyle bir dinlemeye kalksak iç sesimiz bize neler neler söylüyor fakat biz içimize gömmeyi tercih ederek doğruları saklamayı susturmayı tercih ediyoruz. Hal böyle olunca ortaya çıkan birkaç çatlak ses oluyor ve bu durum da gürültü kirliliğinden öteye gidemiyor. Yani kimse ne duyduğunu anlamıyor veya anlamak istemiyor. Sistem adı altında yapılan dayatmalar, hız kesmeden devam ediyor ve özellikle eğitim sektörü dibe vurmuş durumda. Bakanlık kendi mezun ettiği öğretmenler eşliğinde kendi hazırladığı müfredat ve kitaplarla ve yine kendi hazırladığı sorularla nedense sürekli başarısız sonuçlara imza atıyor. Bu işin faturası ise; aile öğretmen ve öğrencilere kesiliyor. Hatanın nerede olduğu saptanmadan çözümüne varılmadan, hoooooop yeni bir uygulamaya yelken açılıyor. Bunca öğrenci çığlık atarken, neymiş efendim eğitimde çığır açtık. Bence biz eğitimde haddimizi aştık. . Öğrenci; bir kelimeden bir kavramdan ziyade canlı kanlı duygu dolu bir varlıktır. Nefes alan, yorulan, bunalan ve bir limiti olan. Eğer sınırları zorlamak istiyorsak buna önce yetkilerimizi ve sorumluluklarımızı idrak ederek başlamalıyız. Toplumun sinirlerini zorlamak ise , sadece psikologların işine yarar. Ne daha iyi bir öğretmen, ne daha iyi bir idareci, ne daha iyi bir doktor ne de daha iyi bir insan olmamızı sağlayamaz.
Artık karar alıcıların biraz daha ayağını yere basarak, yapabilirlerse eğer geleceğe dair yapıcı izler bırakarak ilerlemesi gerekiyor. Bir ulusun yok etmek için atom bombalarına, uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. O ülkedeki eğitimin kalitesini düşürmek, öğrencilerin sınavlarda hile yapmasına müsaade etmek yeterlidir. Eğitimsiz bir ülkede hastalar yanlış eğitilmiş doktorların elinde, hayatlarını kaybederler. Binalar kötü eğitilmiş mühendisler yüzünden yıkılır. Para kötü eğitilmiş muhasebecilerin elinde yok olur. İnsanlık kötü eğitilmiş din adamlarının din tüccarlarının elinde harcanır. Adalet kötü eğitilmiş hâkimlerin ve savcıların elinde kaybedilir. Eğitimin iflası bütün bir ulusun iflasıdır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.