Ercan ÖZTÜRK

Ercan ÖZTÜRK

Köşe yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Seçim...

A+A-

Ercan ÖZTÜRK yazdı...Seçim...

Üç emekli, güneşli bir bahar sabahı muhtarlığın bahçesinde salkım söğüdün altına oturmuşlar, üç gün önce yapılan mahalli idareler seçimleriyle ilgili konuşuyorlardı. Selam vererek yanlarına gelen Mühendis Yıldırım muhtarlık binasına bakarak:

‘’Celal amca mazbata almaya mı gitmiş?’’ dedi.

Laz Mehmet,

‘’Mühendis bey hoş gedin. Dün aldık mazbatayı, kaymakamlığa toplantıya gitmiş olabilir sabahtır yok. Bizde muhtar gelinceye kadar bankta oturalım dedik.’’

‘’Mehmet abi hayırlı olsun azalığın, Allah utandırmasın.’’

‘’Sayende valla Mühendis Bey!’’

‘’Niye sayemde olacakmış ki, ben Eskişehir’deydim oy bile kullanmadım.’’

Mühendisin oturması için bankta yer açan Adil Bey,

‘’Muhtar sana kırgın haberin olsun. Size bu aklı Mühendis vermiştir diyor.’’

‘’Evet, o verdi deseydiniz ya.’’

‘’Bizim muhtar seçimi gene kazandığına sevineceğine, aza listesinde kaymalar olmuş diye hayıflanıyor.’’

‘’Osman abi demokratik bir seçim bu. Belli ki halk Celal amcanın başına bir iş gelirse yeni muhtarımız Mehmet Bey olsun diye tercihte bulunmuş. Saygı duyacak artık. Niye hayıflanıyor ki?’’ dedikten sonra Laz Mehmet’e göz kırptı Mühendis.

En iyisi ben size hikâyeyi baştan anlatayım sonra döneriz, her tarafını yeni açmış papatyaların süslediği salkım söğüdün altına. Olayın geçtiği yer, Gireniz vadisi boyunca yılan gibi kıvrılarak akan Dalaman Çayının kenarına kurulmuş yeşillikler içerisinde bir dağ köyü. Elektrik mühendisi Yıldırım, köye araçla yarım saatlik mesafede bu çay üzerine yapılmakta olan elektrik

santralinde çalışmaktadır. Ön kısımları dökülmüş saçları, yüzünün zayıflığını gizleyen yer yer kırlaşmış kısa sakalı ve hayata meydan okurcasına yuvasına sıkıştırılmış vahşi hayvanlarınkini andıran gözleriyle, henüz kırk beşinde olmasına rağmen olduğundan daha yaşlı gösteren bir görünüşe sahipti. O, dağ başında bir şantiyede yaşamayı asla hayal etmemişti. Onun hayalinde olan sinemanın, tiyatronun ve parfüm kokulu güzel kadınların olduğu büyük şehirlerdi. Ama onu buraya kendi seçimleri getirmişti. Yanlış seçimleri. Kendine en çok kızdığı nokta da buydu, nasıl oluyordu da hep yanlış olanı seçme beceriksizliğini gösteriyordu?

Laz Mehmet ise-köylülerin deyimiyle Rizeli Laz Mehmet- köye üç yıl önce çay işletmeleri fabrikasından emekli olduktan sonra gelip yerleşmişti. Elli beş yaşında emekli olmak zorunda kalmasının nedeni ikiz oğullarının ayrı ayrı şehirlerde üniversiteyi kazanmasıydı. Çocuklarını okutabilmek için emekli ikramiyesine ihtiyacı vardı. Denizli’den asker arkadaşı Sadık telefonda ‘Mehmet mademki çocuklardan biri burada okuyacak, tası tarağı topla sende gel’ demişti. Hatta Sadık bu söylediğiyle yetinmeyip ‘Köyde bizim rahmetlilerin evi boş, merkeze de fazla uzak sayılmaz kendi evin gibi gel otur’ demişti.

Sevmişti köy yaşantısını Laz Mehmet. En çok da arada bir yanlarına uğrayan mühendis Yıldırım’ı sevmişti. Bu azalık işini de kafasına o sokmuştu. Köye uğradığı zamanlarında muhtara ‘’Mehmet abi senin elin ayağın olur, önümüzde ki seçimlerde yanına aza yaz’’ diye telkinlerde bulunmuştu. Köye ve muhtara devletten daha fazla yardımı olduğu için, bunu isteme hakkının olduğunu düşünüyordu mühendis. Çünkü ne zaman bir iş makinası veya araç lazım olsa baraj inşaatını aksatmayacak şekilde hep yardımcı olmuştu. Ayrıca muhtarın devreye girmesiyle üniversiteyi kazanmış ama okuyacak maddi imkânları olmayan köylü üç-beş öğrenciye şirket patronlarından burs sağlamıştı. Seçim arifesi gece Laz Mehmet’i arayanda mühendisti.

‘’Mehmet abi ben Eskişehir’de kızın yanındayım, sen söyleyeceklerimi çok iyi dinle.’’

‘’Hayırdır Mühendis Bey, inşallah yaramaz bir durum yoktur?’’

‘’Yok abi burada değil, orada var. Sabah oy kullanmaya giderken yanınıza tükenmez kalem alın.’’

‘’Niye ki ne?’’

‘’Abi dinler misin? Muhtar kendince uyanıklık yapıp seni aza listesinin beşinci sırasına yazmış. Birinci yedek yani! Ona güzel bir ders vereceğiz. Görsün bakalım el mi yaman bey mi yaman.’’

‘’Sen ne dersen Mühendis Bey!’’

‘’Oy kabinine girdiğinizde orada üç muhtar adayının da oy pusulaları olacak ya abi. Bizim muhtarın isminin yazılı olduğu pusulasının altındaki senin dışında diğer yedi aza adayının isimlerinin üzerini karalayıp zarfa öyle koyun. Muhtarın değil, sadece aza adaylarının. Anladın mı?’’

‘’Anladım Mühendis Bey.’’

‘’Şimdi Adil abi ve Osman abiyi arıyorsun, onlarda aynısını yapacak. Hatta sözü geçecek akrabaları varsa onlara da söylesinler. Fazla dallandırıp budaklandırmadan! Anlaştık mı Mehmet Abi?’’

‘’Anlaştık Mühendis Bey.’’

‘’Hadi göreyim sizi.’’

Mühendis Yıldırım’a göre iyilikbilirlik erdemlerin en yücesi, iyilikbilmezlik ise kusurların en büyüğüydü. Eskişehir’den muhtar Celal’i telefonla arayıp seçimde başarılar dilediğinde öğrenmişti Laz Mehmet’in aza listesine yedek olarak yazıldığını. Muhtara telefonda bir şey dememişti ama bu yaptığını kendisine haksızlık olarak görmüştü.

Şimdi salkım söğüdün altına dönüp kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Osman Bey:

‘’Asgari ücretten daha fazla maaş alıyor muhtarlar, sana ne aza kim olursa olsun. İnsan onu mu düşünür? Hazır para al cebine koy. Öyle değil mi Adil Bey?’’

‘’Yok abi, bizim göyneğimiz kısa kesilmiş. Garibanlığın gözü kör olsun’’ dedikten sonra Adil Bey, Mühendis Yıldırım’a dönüp, ‘’Ben memur olarak göreve başladığımda ağa kızıyla evlendim Mühendis Bey oğlum. Kafama koymuş seçimimi yapmıştım, ömrümü gariban olarak geçirmeyecektim. Ama nerde, kayınpederin bana şimdiye kadar maddi bir yararı dokunmadığı gibi, sağlığında yedi bitirdi bütün servetini. Bugün ölse kalacak mirası yok, yarın ölse bize borç takıp gidecek.’’

‘’Vallahi ben onu bunu bilmem, ne yazıldıysa o oluyor’’ diyerek sözü tekrar Osman Bey aldı.

‘’Yıl 1979, tam kırk yıl önce. Denizli’de Dokuz Kavaklar Mahallesi’nde oturuyorum. O dönem işsizim. Cebimde iki yüz lira param var. Bu iki yüz lira benim ne işimi görecek, en iyisi gideyim Bayramyerinde gazeteci Niyazi abiden seri bilet alayım dedim. Siz bilmezsiniz o dönem küçük bir gazete bayisi vardı rahmetlinin. Neyse, evden çıktım ama nasıl sıcak var, temmuz sıcağı. Babadağlılar iş hanının yanına geldim ama ter içerisindeyim. Yürüyerek gidiyorum tabi. Bu esnada Bayramyeri’nden aşağıya doğru milli piyango bileti satan biri, ‘milli piyango, milli piyango 29 Temmuz çekilişi

büyük ikramiye tam 4 milyon lira’ diye bağırarak yanıma doğru geldi. O zamanlar 4 milyon lira memur maaşının bin katı. ‘Hadi’ dedim kendime, ‘Bu benim önüme boşuna çıkmamıştır’ bir tane bilet alayım.’’

‘’İyi düşünmüşsün, ayağına kadar gelen kısmeti geri çevirmemek lazım.’’

‘’Dur Adil Bey lafım bitsin. Yelpaze gibi bana tuttuklarının içerisinden bir tane bilet çektim. Tabi bizim seri bilet parası bozuldu, geriye dokuz bilet parası kaldı. Neyse Bayramyerine Niyazi abinin yanına vardım. Seri on tane bilet aldım. Cebimdeki biletin son rakamına baktım sekiz. Bende seri çektiğim biletlerin içerisinden son rakamı sekiz olanı çıkarıp Niyazi abiye dokuz bilet parasıyla birlikte iade ettim.’’

Osman Bey derin bir nefes alıp biraz bekleyince, çiçeği burnunda aza Laz Mehmet sabırsızca sordu.

‘’Osman abi anlatsana sonra ne oldu?’’

‘’Birkaç gün sonra, benim biraderin yanına gittim. O zamanlar birader İl Özel İdare binasında çay ocağı işletiyor. Bana demesin mi ‘Büyük ikramiye Denizli’ye çıkmış’ diye. Televizyon yok tabi, gazeteden okumuş. Numarayı hatırlıyor musun dedim. ‘Abi 761 ile başlıyordu ama gerisini hatırlamıyorum’ dedi. Biraderin çay ocağına girerken mi elimdeydi yoksa orada mı biletlerimi çıkardığımın farkında değildim. Heyecandan yakasını yapışmışım ‘Bul gel gazeteyi’ diye. ‘Yukarıda şube müdürlerinin birisinin odasındaydı hemen alıp geliyorum’ diyerek çıktığında elimdeki on biletin dokuzu 761 bin ile başlıyordu.’’

Burada sanki anlatacakları bitmiş gibi, ‘’Hadi karşı kahvehaneden çay söyleyin de içelim’’ dedi.

‘’Çay işi kolay sen bitir hele lafını’’ dedi Laz Mehmet.

‘’Gazeteyi ne kadar sürede getirdiğini bilmiyorum ama bana sanki saatler geçmiş gibi geldi. Neyse, birader gazetenin milli piyango listesi olan kısmını önüme koydu. Elimdeki biletlerin birisiyle hemen numaranın üzerini kapattım. Yavaşça bileti sağa doğru kaydırdım. Evet 761 bin ile başlıyordu. Biraz daha sağa kaydırdım 7614 iyi gidiyorum dedim. Biraz daha sağa 76143. Anlaşılan kör talih bana gülmeye karar vermişti. Benim dokuz bilette ilk beş tamamdı. Elim ağayım nasıl titriyor bir bilseniz. Zengin olmaya bir adım, pardon bir rakam kalmıştı, onun da on ihtimalden dokuzu benimdi. Kaybetmem için çok büyük bir mucize olması gerekiyordu. Çay söylediniz mi?’’

‘’İşaret ettim abi, kahveci telefonla konuşuyor konuşması bitsin getirir. Sen piyango sana vurdu mu vurmadı mı onu söylesene.’’

‘’Mehmet panik yaratma, anlatıyorum ya.’’

‘’Eyvah eyvah Osman Bey, sakın düşündüğüm gibi olduğunu söyleme.’’

‘’Adil Bey mucize gerçekleşti, büyük ikramiye vuran biletin numarası 761438 idi.’’

…….

‘’Benim elimde sadece o yoktu. Vardı da onu geri vermiştim.’’

……..

‘’Teselli ikramiyesi de mi vermediler’’ dedi, Laz Mehmet üzgün bir şekilde.

‘’Verdiler Mehmet’im vermesine, ama beni teselli etmeye yetmedi. Acaba kaçan fırsat geri gelir mi diye kırk yıldır her ayın dokuz, on dokuz ve yirmi dokuzunda bilet alıyorum ama bir şey çıktığı yok. Kader utansın, böyle yazılmış elden ne gelir.’’

Mühendis Yıldırım, aslında kader denen şeyin insanların kendi seçimi olduğunu düşünüyordu. Bunu bedelini çok ağır bir şekilde ödeyerek öğrenmişti. Ona göre hayatta her şey seçimdi ve bir seçimde bulunduğunuzda seçmediğinizi kaybediyordunuz.

‘’Abi onun kaderle bir ilgisi yok’’ dedi Mühendis Yıldırım, ‘’Kader insanın seçimini kendinin yapamadığı şeydir. Doğduğun coğrafyadır, annen, baban kardeşlerindir kader. Onun dışında seçimini kendinin yapabildiğin her şey tercihtir. Mesela Mehmet abinin Laz olması onun kaderi. Memleketini bırakıp buraya gelmesi tercihi, yani kendi seçimi!

Mühendisin daha fazla konuşmasına müsaade etmeden Osman Bey tekrar söze başladı.

‘’Mühendis Bey, sana göre hava hoş. Senin hiç aldığın bilete büyük ikramiye çıkacak olduğunu bilemeden geriye verdiğin olmadığı için.’’

Osman Bey’in bu sözü yıllardır bir türlü kabuk bağlamayan yarasına dokunmuştu mühendis Yıldırım’ın. Çünkü o büyük ikramiyeyi kazanmış ama kıymetini bilemediğinden kaybetmiş biriydi. Elfida geldi aklına. Gerçi yıllardır aklından hiç çıktığı yoktu ya. Her tuttuğunda kendini dünyanın en şanslı insanı hissettiği yumuşacık pürüzsüz elleri, kalem gibi ince uzun parmakları, sarı uzun saçları, her zaman biraz buğulu deniz mavisi gözleri, dolgun dudakları ve en parlak ışıkları bile soluklaştıran etkileyici gülümsemesiyle Elfida. Yaşamı boyunca gerçek aşkı yaşadığı tek kadın! Yıllarca yaşamı Elfida’nın kalp atışlarına göre genişlemiş, kalp atışlarına göre daralmıştı. Dememiş miydi Elfida’ya ‘Sen bu dünyada bana çıkan en

büyük ikramiyesin’ diye. ‘Tanrı beni çok seviyor olmalı, seni karşıma çıkardığı için, kıymetini bilemez isem yazıklar olsun bana’’ dememiş miydi? Mühendis Yıldırım’ın Elfida’yı kaybetmesinin nedeni yanlış seçimi değil, seçim yapamamış olmasıydı. Kızıyla sevgilisi arasında kalmış, seçim yapmayı geciktirince de büyük ikramiye avuçlarının içinden uçuvermişti. Ama Mühendis, kaçan fırsatın geri gelmeyeceğini bildiği için Osman bey gibi tekrar tekrar şansını zorlamamış, hayatına başka birini almamıştı. Çünkü ona göre hiç kimse Elfida gibi olamazdı.

Mühendisi dalıp gittiği düşüncesinden uyandıran, yanlarına bembeyaz suratıyla eli boş gelen kahvecinin ‘’Celal amca, bizim muhtar. Sabah erkenden Acıpayam’a hastaneye gitmişti, ‘göğüs ağrısından gece uyuyamadım’ diye. Oğlu aradı şimdi vefat etmiş.’’ demesi oldu. Derin bir sessizlik sonrası herkes şaşkınlıkla bir birine bakarken bir tek Mühendis Yıldırım görmüştü, Laz Mehmet’in gözlerinde bir yıldız gibi parlayan ifadeyi...

Nisan 2019

 

Bu yazı toplam 2951 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum