Said Halim Paşa İki İslamcılık: Paşa Neden Popüler Oldu?
Son zamanlarda şehit Said Halim Paşa hakkındaki yayınlarda ciddi bir artış söz konusudur. Bunun sebebini Ermeni katillerce şehit edilmesinin 100. Yıl dönümü olmasının payı büyük. Bu vesileyle Paşa hakkında önem taşıyan nitelikli sempozyumlar düzenlenmiş ve kitaplar yayımlanmıştır. Bu yayınlarda dikkat çeken bir husus Said Halim Paşa’nın İslamcılığına yapılan vurgudur. Paşanın İslamcı oluşu özellikle vurgulanmaktadır. İkinci vurgu da neredeyse hiç dile getirilmeyen şehit edilmesi olayıdır.
Said Halim Paşa bir asra yakın süre ihmal edilmiş bir devlet adamı ve düşünürdür. Türk düşünce tarihinde pek çok düşünür gibi Paşa’nın da düşünce dünyasında ihmal edilmesinin sebebi diğer düşünürlerinkinden pek farklı değil. Geçmiş yıllarda bazı milliyetçi aydınlarımızın hazırladığı tez ve birkaç kitap dışında görmezden gelindi. Peki bugün Paşa’yı “İslamcı kimliği” ile bir anda sahiplenen siyasal İslamcılar bir asır görmezden geldikleri düşünürü neden hatırladılar?
Bu görmezden gelmeyi iki sebebe bağlayabiliriz. Birincisi, II.Meşrutiyet dönemi İslamcıları bir kaçı dışında hepsi gerçek İslam, öze dönüş gibi dini söylemleri yanında Türk kimliğiyle olan olumlu ilişkileri. Bu sebeple yok sayılma, önemsenmeme gibi davranışlara maruz kalmışlardır. Hatta mesela Mehmet Akif’e yapıldığı gibi, bizzat kendini İslamcı olarak niteleyen grupların sistematik saldırılarına uğramışlardır.
Said Halim Paşa’nın Akif gibi günümüz İslamcılar nezdindeki ikinci kusuru ise İttihatçılığıdır. Bilindiği gibi İttihatçılar Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde ulus-devlete giden politikalara imza atmışlar ve ayrıca Anadolu ve Rumeli’de Millî Mücadele’nin örgütlenmesinde çok önemli bir rol yerine getirmişlerdir. İşte bu İttihatçılara atfen siyasal iktidarın bileşenlerince Ergenekon davalarında -ki FETÖ darbesi sonrasında kumpas olarak nitelendirildi- yargılananlar “ittihatçı zihniyet”in temsilcileri olarak suçlanmıştır. İttihatçılar ve zihniyeti her türlü kötülüğün kaynağı görüldü. İttihatçı olmak yok edilmesi gereken bir zihniyetle özdeş görüldüğü için Türk Milliyetçileri yanında Mehmet Akif’ten Said Halim Paşa’ya pek çok İslamcıya açıkça düşmanlık sergilenmiş ve onlardan uzak durulmuştur. Çünkü bu dönem İslamcılarının entelektüellerinin önde gelenleri İttihatçıydı.
AKP’nin içinde bulunduğu İslamcılığın ideolojik krizi kimi zaman “kültürel iktidarı kuramama” hayıflanmaları kimi zaman da “İslamcılık öldü” gibi tartışmalarla dışa vurmuştu. Fakat esas olarak yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, liyakatsizliğin egemen olması gibi bir devlet krizi ve ahlak, din, gelenek hukuk dışı suç ve sapmaların fetvalarla meşrulaştırılmaya çalışılması gibi toplumsal kriz durumları İslamcılıktan umutların kesilmesine sebep oldu. Bunların yanında, tarikat şeyhlerinin ve cemaat liderlerinin toplumu geren, kutuplaştıran, nefret ve kin üreten söylemleri, yurtlardaki çocuk tacizlerine sessiz kalınması, bunların faillerinin savunulması, artık bir istisna olmaktan çıkarak kaide haline gelmesi gibi durumlar toplumun önemli bir kısmında dindarlara ve dine karşı bir tavır alınmasına kaynaklık etti. Bütün bu toplum ve siyaset halleri İslamcı ve muhafazakar camianın “asr-ı saadeti” model aldığını iddia eden toplum tasavvurlarının gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu gösterdi. Adil Düzenden muhafazakar demokrasiye uzanan süreç anayasanın askıya alındığı, hukukun katledildiği, tek adama dayanan otoriter bir siyasi yapının inşası ideolojik krizin kriz olmaktan çıkarak çöküşünün bir ifadesi haline geldi.
Bu toplumsal ve siyasal çöküş süreci bir grup İslamcı-muhafazakar aydında bir çıkış yolu aramaya itti. Elbette hala iktidarda egemen olan bir ideolojinin entelektüel temsilinde radikal bir özeleştiri gerçekleştirmeden ideolojik bir yenilenmenin ne ölçüde mümkün olduğu tartışmalıdır.
Said Halim Paşa ve Mehmet Akif gibi sembolik gücü yüksek şahsiyetlerden beslenme çökmüş bir İslamcılığın yeniden canlanmasından ziyade İslamcılığa geçici bir nefes aldırır. Zihniyet yapısının dönüşümü için zihniyetin bağımlı olduğu parti ve politikalarına mesafe konulmadığı sürece de başarı şansı çok zayıf. Elbette başarılı olup olmaması ise zamanla görülecek. Fakat yıllarca savunulan ve ideolojik düşüncenin bel kemiği hüviyetindeki öze dönüş, İttihatçılık, Türk kimliği gibi olgular karşısında nasıl bir revizyona girileceği veya girilme cesareti gösterilip gösterilmeyeceğini göreceğiz. Bu süreçte gerçekten düşünsel bir dirilişi savunan aydınlarla bu dirilişi İslamcı siyasetin çürümüşlüğüne tek atımlık bir takviye gören aydınların hangilerinin baskın çıkacağına göre değişebilecektir.