Özürsüz(!) Özürlüler
Dilimizde sıkça tekrar edilen ama her defasında yanlış yerde kullanılan pek çok kelimelerimiz mevcut. Bazı kelimelerimiz sesteş olduklarından doğru yerde kullanılsa bile seslendirilirken vurgu hatası yüzünden başka manalara gelebilmektedir. Misal vermek gerekirse; yar ile yâr, hala ile hâlâ, kar ile kâr gibi birçok kelime yazabiliriz. Birde sesteş olmadıkları halde sıkça kullanılan; kullanılırken de yanlış kullanılan kelimelerimiz var ki bunların başında “Özürlü” ve “Engelli” kelimeleri gelmekte. Şimdi kendi kendimize bu iki kelimeyi soralım bakalım ne cevap alacağız?
İlk denemeyi özürlü kelimesi ile yaptım. Aldığım cevap “Özrü olan, kusuru olan, defolu, hatalı…” İkinci olarak da engelli kelimesini sorduğumda; “Engeli olan, vücudunda eksiklik ya da kusuru olan” diye cevapladı.
Niçin bu kadar detaya girmek istiyorum? Çok basit… Bir kelimeyi nerede, ne için kullandığımız önemlidir. Bakar mısınız? Özürlünün bir anlamı da defolu demek. Yani alınıp satılması için üretilen ticari bir maldaki kusura defolu denildiği gibi.
Bu açıklamayı daha da uzatmadan kanuna geçmiş tanıma bakalım.
5378 Sayılı ÖZÜRLÜLER KANUNU şöyle tanımlamakta özürlüyü.
"Özürlü: Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi"
Görüldüğü gibi kanun yapıcı bile herhangi bir nedenle değişik uzuvlarını kaybeden insan için maalesef “özürlü” kelimesini kullanıyor.
Şimdi isterseniz tarihte gelmiş geçmiş bazı özürlü dediğimiz kişilerden hatırlamaya çalışalım. Gerçekten özürlü olup bir kenara atılmışlar mı; yoksa görüntüsüne bakmadan yaptığı işlerden dolayı baş üstünde mi tutulmuşlar?
Klasik Batı Müziği bestecilerinden gelmiş geçmiş en önemli besteci Beethoven duyma özürlüdür mesela.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, ülkemizdeki özürlülerden sadece görme özürlü olanlara bakalım yeter.
“Ben giderim adım kalır/Dostlar beni hatırlasın/Düğün olur, bayram gelir/Dostlar beni hatırlasın” diyen; ülkemizin yetiştirdiği büyük halk ozanı Âşık Veysel,
Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Mağaradakiler, Kırk Ambar, Bir Facianın Hikâyesi, Işık Doğudan Gelir, Kültürden İrfana diye aklımıza ilk gelen bu kitapların ve daha pek çok kitabın yazarı Cemil Meriç,
İstanbul’un son elli yılda tanıdığı en ünlü hafız ve mevlithanlardan Kani Karaca…
Bu kadar değil elbet ama biz bu kadarla yetinelim ve son olarak Harvard Üniversitesi’nin; büyük başarılarından dolayı dünyanın ilgisini çekerek beynini incelemeye aldığı Görme özürlü ressam Eşref Armağan.
Tablolarını fırça kullanmadan parmaklarıyla yapan Armağan “Bir görmez olarak, görselliğin öncelikli olduğu bir sanatı yapıyorum, bakıp göremeyenlere bir şeyler anlatmak istiyorum" diyor.
Bu sözü duyunca kendimi görme özürlü dediğimiz kişilerin yerine koyarak, gerçekte kimin özürlü olduğunu anlamaya çalıştım.
Ben anladığımı zannediyorum ya siz sevgili dostlar kimin özürlü olduğunu anlayabildiniz mi?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.