İkbal Vurucu

İkbal Vurucu

Akademisyen
Yazarın Tüm Yazıları >

İYİ Parti'de Neyin Kavgası?

A+A-

İYİ Partinin lider kurucularından olan İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, CNN Türk’ün canlı yayınında Ahmet Hakan'a İYİ Parti ile ilgili özel açıklamalarda bulundu. Özdağ, parti içinden Genel Başkan Meral Akşener ve teşkilatlardan sorumlu Koray Aydın’a sert eleştiriler getirdi. Partinin kuruluşunda yer alan ve tasfiye edilen FETÖ ile mücadele etmiş, darbe girişiminde gazi olmuş simge isimlerin tasfiyesini ve bu tasfiyenin arkasındaki amaçları açıklayan Özdağ’ın gündeme getirdiği konulardan ise en çok ses getireni, iktidar partisinin de müdahil olmasıyla, İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun FETÖ ile iltisakı yönündeki açıklamaları oldu. Kavuncu’nun İYİ Parti’deki kurucular arasında yer almasından İstanbul İl başkanı olmasına kadar geçen süreci anlatan Özdağ, Kavuncu’nun FETÖ’nün STK’sında yöneticilik yaptığını ve buna rağmen sosyal medya hesaplarında FETÖ ile ilgili lehte veya aleyhte hiçbir açıklama/paylaşım yapmamasını normal olmadığını vurguladı. Bu magazinleşen tartışma diğer önemli tespitleri ise gölgede bıraktı.

Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın İYİ Partideki iç dizayn ile ilgili gelişmelere yönelik, Ahmet Hakan’a yaptığı açıklamalar Türkiye’nin siyasi gündemine oturdu fakat gerçek sorunlardan ziyade farklı ideolojik kesimler konunun kendi çıkarlarına yontma yarışına girdiler. Sol ve ulusalcı basın Enver Altaylı üzerinden bir Gladyo anlatısı ortaya koyarken İktidar basını ise bir muhalif partiyi pasifize etme gayretinde.

Oysa Özdağ konuşmasını, Partiyi kuruluş aşamasındaki toplumsal çeşitliliği temsil eden kurucu yapısının bir klik doğrultusunda dizayn edilmesine itirazlar ve dışarıdan bir operasyonun önüne geçmek için FETÖ iltisaklı bir yapılanmayı deşifre etmek üzerine iki ana temele oturttu. Özdağ, FETÖ iltisaklı olduğunu iddia ettiği kişilerin partide etkili konumlarda bulundurulmasından rahatsız ve bu rahatsızlığını da sürekli dile getirdiği biliniyor. Partideki iç çekişmeyi aşan tasfiyeler ise daha önce de istifalar ve en son Aytun Çıray’ın Sözcü’de Uğur Dündar’a verdiği söyleşide net olarak ifade edildi. Bu iki konu üzerinden görüşlerimi açıklayacağım.

Bir Parantez Açalım

Ümit Özdağ’ın çıkışını iki katmanda ele alabiliriz. Birincisi parti içi demokratik süreci ve istişareyi içeren içsel katman. İkincisi ise parti üstü Türk Milliyetçiliği zemininde fikri katman. Partinin üç kurucu sütunundan biri olan Özdağ, öncelikle “sıradan” herhangi bir partili değil ve tabir caizse evin sahiplerinden olması sebebiyle bu çıkışını bir risk faktörüne karşı ön alma çabası olarak görmek gerekiyor.

İkincisinden başlayalım; Ümit Hoca Enver Altaylı’dan bahsetti. Basının gündeminde de bu kişinin istihbarat ve FETÖ geçmişi ağırlıklı olarak yer alıyor. Altaylı, şu anda FETÖ bağlantıları sebebiyle içeride. Feto’ya yazmış olduğu mektuplar yayımlandı. FETÖ’nün MİT gibi devlet kurumları içinde nasıl bir strateji takip etmesi gerektiği yönünde “akıl veriyor”. Dostları, düşmanları, “cemaat” için engel gördüklerinin tasfiye edilmesi için neler yapılması gerektiğini anlatıyor.

Kim olduğunu bugün daha iyi anladığımız bu kişinin geçmişine bakınca sorunlu bağlılıklarını o dönemde ne ölçüde taşıyordu ve bu niteliği ve ilişki ağları Ülkücü hareketi yönlendirmede kullanıldı mı? Elbette bu soruya verilecek her cevap spekülatif olmaya mahkum. Yine de tartışmakta fayda var. Enver Altaylı, Ruzi Nazar’la olan ilişkisi malum. Altaylı’nın milliyetçilik tarihindeki etkisi ise sorgulanmadı. Bugün bir ABD istihbaratı için çalıştığı net olarak ortaya çıkan FETÖ’nun mensubu bu kişinin pek çok milliyetçi neşriyatta yazılar yazdığı, risaleler

çıkardığı, ülkücü camia üzerinde bir etkisi olduğu açıktır. Etkinin fikri olmaktan ziyade örgütlenme ve Komünizmle mücadele gibi konjonktürel bir yaklaşım ortaya koymaktan ibaret olduğu kanaatindeyim. Yazıları Komünizm ve bununla mücadele üzerine yoğunlaşıyordu.

Benim üzerinde durduğum ise, bu ajanların ne ölçüde bizim fikri ve siyasi enerjimizi bu alanda tüketmemize neden olduğu üzerindedir. Yanlış anlamayı önlemek adına hemen belirteyim ki dönemin Sovyet destekli sosyalist hareketleri bir tehditti. Hem de ciddi bir tehdit. Sosyalistlerin “Devrimci şiddet” argümanına bağlı olarak hedef ülkelerdeki silahlı örgütlenmeleri ve toplumu kriminalize etmeleri bizim solcuların yaptığı gibi basitçe geçiştirilecek bir durum değil. Sokakları kana bulayan terör hareketlerinin kaynağı olarak sola karşı, Ülkücülerin de bir direniş oluşturmaları bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Velakin ülke bütünlüğünün güvenlik boyutunu ilgilendiren bir konuda devletin kolluk kuvvetlerinin işlevini biz sivillerin üstlenmesi ne ölçüde doğru idi? Sorgulaması gereken budur.

Ülkücüler siyasi, fikri ve sivil toplum alanında üzerine düşen görevi yapması gerekiyordu ve yaptı. Sorun ise enerjimizin belki %30’unu alması gereken bu “mücadele” %90’ını aldı ve işte bu koşullanmada Altaylı ve türevlerinin etkisini ortaya koymak gerekir. Bugün Özdağ’a “İYİ Parti kurmayın, kapatacaklar bunun yerine sokağa çıkın” diyen “akıl” o gün de Ülkücüleri bir türlü sokaktan içeriye girmesine imkan tanımamıştı. Fikri zeminin entelektüel kapasitemize göre olması gereken konumdan çok daha aşağılarda ve hep cılız olmasında bu stratejinin rolü ne? Bir de buna “dış güçlerin” propaganda gücünü eklerseniz sorun daha iyi anlaşılır.

Bu konu ayrıca tartışılacağı için esas konumuza gelelim.

Partideki Tutarsızlık

Birinci boyuttaki soruna gelirsek,1 Özdağ’a ve “muhalif görülen” partililere yönelik tepkiler ve tepkilerin şiddetini görünce partinin sorumluluk mevkiinde bulunanlarda açık bir şekilde görülen tutarsız tavırlar söz konusudur. Çünkü bu tutarsızlık sıradan değil teşkilatın ve partinin üstlenmiş olduğu misyonun kimler tarafından yapılandırıldığının ve neye ne zaman, nasıl tepki verecek şekilde şartlandırılmış olduğunu da bir göstergesidir. Böylece sosyal psikolojik terimlerle ifade edilecek olursa bir grup olan ve iç grup dayanışması sergileyen PARTİ’nin resmi olarak kurucusu ve vekili dahi olsa da Özdağ’ın grup dışına atıldığını ve dış grup konumuna oturtulduğunun da açıkça bir dışavurumu oluyor. Tepki veren, tepki verilen, düşmanlaştırılan, bir grup/parti değil bir iç grubun olağan eylemleridir.

Grup içi ve grup dışı yapılanmasının gerçekliğini başka olaylar karşısındaki partinin ve artık iç grubu oluşturan mensuplarının tepki ve tepkisizliğinden de görebilmekteyiz. Örneğin, Özdağ’a yönelik uzun zamandır, parti içinde yıpratmak, dışlamak, iç grup dayanışmasının dışına iterek ötekileştirmek eylemine maruz kaldığı moda tabirle “operasyon” yapıldığı görülmektedir. Somut olarak birkaç eski ve yeni örnek yeterlidir bu varsayımımız için. İYİ Partili Ermenek Belediyesi’nin düzenlediği bilimsel bir paneli, Özdağ katıldığı için bizzat teşkilatlardan sorumlu yardımcının arayarak iptal edilmesini talep etmesi-bunun parti hiyerarşisinde ne anlama geldiğini düşünün- sıradan ve geçiştirilecek bir olay değildir.

İkincisi son kongrede yaşananlar ve kamuoyunda “üzeri çizilenler” diye bilenen olay. Adana Milletvekili İsmail Koncuk’un tepkisini aktarmak yeterli sanıyorum: “Bugün Buğra Başkana destek için twit atan bazı divan ve GİK üyelerimiz keşke aynı tavrı kara listeye alınarak itibar suikastına uğrayan arkadaşlarımız için de gösterselerdi. Çoğu kurucumuz, emektarımız ya da milletvekilimiz olan bu arkadaşlarımızın hiç mi kıymeti harbiyesi yoktu?” sitayişi parti içinde yaratılan gruplaşmanın net ifadesidir. Bir başka açıklamasında da “Kongrede bu partinin 10 vekili kara listeye alınıp aşağılanırken, hakarete uğranırken ne yaptınız?” diye soruyor. “Önce bunun cevabını verin. Bunlar ahlaksız mıydı, ihanet mi ettiler? Net söylüyorum, bunun cevabını vermeden kimsenin alabileceği bir yol yok. İl başkanlarımızın bu 10 milletvekiliyle bir problemi mi vardı? Kurucular Kurulu üyeleriyle sorunları mı vardı?”

Sebebi Ne?

Niçin bu tutarsızlık? Çünkü parti yeniden kuruluş aşamasındaki hassasiyetler konusunda ciddi bir stratejik dönüşüm geçiriyor. Bu yeni yapılanmada da Ümit Özdağ’a, Aytun Çıray’a, ve İYİ Parti kuruluşunda FETO ile mücadele etmiş Ali Türkşen, Fatih Eryılmaz, Yörük Ali paşa gibi isimlere yer yok. İsmail Koncuk, Durmuş Yılmaz artık yok. Oysa bu isimler partinin iktidar tarafından FETÖcülükle itham edildiği dönemde gayet net mesajlar vermiş ve algıları boşa çıkarmıştı. Türk milliyetçiği duruşları açık idi. Bugün ise bu isimlerin herbiri tasfiye edildi. Yani FETÖ ile mücadeledeki sembol isimler artık yok. Çünkü bu güçlü aktörlerin bulunduğu bir parti İktidar ve ortaklarının sınırlarını belirlediği “yerli ve milli” Parti konseptiyle uyuşmamaktadır. Kongrede GİK adayı olunmadığı halde adaymış gibi gösterip “üzerini çizdirmek” başlı başına bir “aşağılama”, “ötekileştirme” içeren psikolojik bir operasyondur. İnsanların, gerçeklik çok açık ve belirginken bile sadece grup ya da çoğunluğun baskısıyla yanlış olduğuna inansalar bile uyma davranışı gösterdiği bilinmektedir.

Aslında partinin Milliyetçi bir duruştan hareket ederek çok farklı toplumsal kesimleri temsil eden çeşitlilikten kurtulup tek tip olması için parti içinde “temizlik” yapıldığı aşikar. İkinci “lider sultasında” bir MHP yaratılmaya gayreti göze çarpıyor.

İktidarın oyları azalırken muhalefet partilerinin ise artmadığı biliniyor. Diğer muhalefet partileri gibi İYİ Parti teşkilatlarının da üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir hareketsizlik içinde bulunduğu gözlenebiliyor. Meral Hanımın il il, ilçe içe gezerek ülkenin içinde bulunduğu derin krizle yüzleşmesini yaparken genel başkanı rol model almayan il ilçe teşkilatları ise diğer muhalefet gibi her şeyi liderden bekliyor.

Toplum karşısında pasif bir particilik yapılırken parti içi tartışmalarda bütün güçleriyle harekete geçmek “var olduklarını” ispatlarcasına bir saldırı ve hemen “lidere biat” açıklamaları derin anlamlara sahiptir. Öncelikle ülke sorunundan ziyade kendilerine statü kazandıran ve bir koltuk veren partiye karşı edilgenlikten etkenliğe bir geçiş yapmış oldular. Parti içi çekişme ülkenin krizinden daha önemli olduğu görüldü.

Grup içi dayanışma grup dışından gelen saldırlar karşısında tecessüm eder. İYİ Partinin Özdağ’ın ihracı için imza veren teşkilatları bu eylemle göstermişlerdir ki, Özdağ’ı ( ve elbette diğer vekilleri) dış grup yani öteki olarak görmekteler. Onlara saldırı olurken en ufak bir tepki göstermeyip bir anda tepkiye başlamaları partinin dost-düşman ayrımını yapamadığını ve bir partinin demokrasi için ne anlam ifade ettiğini anlamaktan uzak olduğunu gösterir.

Bütün bu yukarıda ifade ettiğimiz ve tutarsızlığın bir ifadesi olan operasyonlar yapılırken bunu “doğal” gören yapı bugün Özdağ’a “bozguncu” “truva atı” damgası vurabilmektedir. Partinin

kurucularından, ana omurgası olan bir mensubun, vekilin, fikir adamının aleni yıpratmak için yapılanlar karşısında ses çıkarmayan, sus pus olan “Partinin/Partililerin” Özdağ’ın çıkışı karşısında koro halinde “haine ölüm” çığlıkları atması, partinin çoktan dizayn edildiğini dost-düşman ayrımını kökleştirdiğini ifade eder.

Sorgulanması gereken, partinin kuruluş dönemindeki heyecan niye bitti? AKP erirken muhalefet partileri ve özellikle “yeni” İYİ Parti neden yükselmiyor?

İtirazlar

Kuruluş döneminde heyecan yaratan kadro zenginliği, dar kadrocu zihniyetin tasfiyeleriyle zayıflatılmadı, YOK EDİLDİ. Partinin yapısı da zamanla bu hizipçi yapıya uyum sağlamak zorunda kaldı. Buna tek itiraz Özdağ’dan gelmedi. Çıray’ın itirazlarını da gözardı etmemek lazım. Önceki istifaları da unutmamak gerekir. O zaman kamuoyuyla paylaşılan sürece nasıl gelindiği anlaşılır. Koray Aydın’ın bir klik yaratarak partinin kuruluşundaki misyondan farklı bir kulvara sürüklendiği iddiası önemli. Bu kulvar değişikliği başka bir ifade ile ideolojik duruş açısından MHP taklidi bir partiye dönüşüm rahatsızlık yaratıyor. Çünkü, özgün bir parti olursan halk sana iltifat eder. MHP kopyası bir parti olma stratejisinin geleceği olmadığı açıktır.

Özdağ’ın itirazları niye parti içinde kalmadı? Görüldüğü kadarıyla, Özdağ’ın muhataplığı ilgili makamlarda karşılık görmemiş ve üstelik kendisine ve yakınlarına bahsettiğimiz psikolojik operasyonlar yürütülmüş ve son çare olarak bu yöntem takip edilmiştir. Normal şartlarda Hocanın dile getirdiği hayati nitelikli itirazlar zaman zaman, her ne kadar istifa tehdidi ile de olsa, dikkate alınmıştır. Fakat sonra tekrar itiraz öncesi noktaya gelinmiştir. Bu noktada itirazların etki yapmazsa, tedbir alınmazsa kamuoyuyla paylaşmakta bir tercihtir. Bu demokratik bir parti için elzem bir davranıştır. Halktan gizlenen ile demokratik olunmaz. Demokrasi açıklık ister.

Sonuç

Sayın Akşener’in parti içi demokrasi ve bunu içselleştirme açıklamaları sayın Özdağ’ın gözden çıkarılmasının göze alınamadığının bir ifadesidir. Kavuncu’dan da aklanma için bir fırsat olarak bahsetmesi “şüphenin” sadece Özdağ ile sınırlı olmadığı anlamına gelir. Bu arada, birilerine yaranmak için erkenden ötenler ve kelle isteyenler, hainlik dillendirenler belki de ilk fırsatta tasfiye edilmesi gerekenlerdir. Eylem ve düşüncenin merkezine “hainlik” ve körü körüne “sadakat” koymadan önce DEMOKRASİnin konulması gerekir. Dedik ya, ikinci bir MHP’ye ihtiyaç yok. Taklidi aslını güçlendirir.

Özdağ’ın bu çıkışını AKP’de “özgül ağırlığı” olan Bülent Arınç işlevi gibi görebiliriz. Ümit Özdağ, İYİ Partinin vicdanı olsun, konuşan sesi olabilir. Böylece partiye aidiyet farklı bir kanaldan sağlanmış olur. Ümit Hoca Partinin ekran yüzü, İYİ Parti öncesinde ve sonrasında Türk Milliyetçisi bir dava adamıdır. Ona saldırı “partinin kendine saldırıdır”.

İYİ Parti’nin belirgin bir sosyolojik tabanının olmaması ciddi bir sorundur ve bunun bir kaynağı partinin kendi ideolojik konumunun belirsizliğinde görülebilir. MHP’nin söylemini benimsemiş biraz daha sivil ve demokrat bir parti mi yoksa ideolojiler üstü veya karması bir merkez partisi mi? Partideki çalkantı da bir bakıma bu konudaki tercihe bağlı. Genel olarak analizlerde merkeze oynadığı üzerinde bir yaygın kanı olsa da merkezin ne olduğu konusu muğlak. Genellikle ANAP, DYP bir merkez sağ parti olarak görülür. Velakin AKP yirmi yıla yakın bir zamandır iktidar olduğuna göre bu partileri AKP mi temsil ediyor? Diye sorabiliriz.

Elbette değil, bu noktada benim görüşüm, kim iktidar olursa merkez odur. Farklı toplumsal sınıfları ve ideolojik kesimlerin partide kendilerine yer bulması bir bakıma merkez olmanın bir niteliğidir.

İYİ Parti, güçlü bir ekip kurup “işte ülkeyi kurtaracak kadro” söylemini öne çıkarmaktan ziyade sadece kendi “güçlü lider”ini öne çıkararak Erdoğan karşıtı bir görüntü sergilemesi yukarıda bahsettiğimiz edilgen teşkilat yapısının da bir kaynağıdır.

İYİ Parti demokratik değerleri, hukukun üstünlüğü ve Atatürk konusunda duyarlı, kentli bir seçmen kitlesine dayanan milliyetçi bir parti olma arzusundadır. Kapsayıcılığı ölçüsünde de merkez olma yani iktidara gelme imkanı artar. İbrahim Kiras’ın tespiti yerinde, “Meral Akşener kuşkularında haklı olabilir ama partisini “dış operasyonlara açık” hale getiren sorunlar da görmezden gelinemez ve bunlar bir an önce çözülemezse ileride daha ciddi problemler doğurabilir. Genel başkan ve yakın çevresinin bunu görmesi lazım.”

“İYİ Parti’ye ‘operasyon’ mu yapılıyor?”, Karar Gazetesi, 22.10.2020

Bu yazı toplam 29935 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar