Has Ülkücüydü!
O, Ülkücüydü… Kalemine Ülkücülük ne emrediyorsa onu yazdırıyordu…
Ülkücü doktrinin teorisyenlerinden, Rahmetli Galip Erdem yazmıştı; Bizler ‘dava’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ‘Dâvâ’yı dağın eteklerinde unutmuştuk! Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.” Serzenişi saf, arı Ülküden, siyaset sahasında ilerlerleyebilmek için verilen tavizlerdendi! Siyasette mevzi başarılar kazanılırken, davadan (Ülkü) uzaklaşılıyor olmaktandı. Sindiremiyordu! Kabullenemiyordu, ancak hal öyleydi…
O, her halükârda ülküsünü yaşıyordu. Davasını ne Ağrı Dağı’nın eteğinde unutuyor, ne de, yazdıklarında Ülküsünden taviz veriyordu. Bünyesi hem otoriteye, hem de sisteme karşı doğal bir dirence sahipti! Tam da 1. MC koalisyon pazarlıkları yapılırken yazdığı, “Lağım suyuyla pınar suyu birbirine karışır mı?” başlıklı köşe yazısı, dışlanmasına sebep oldu… Umurunda bile olmadı. Kendinden emin ve razıydı! Yazdıklarının hesabını yalnızca kendi vicdanına veriyordu… Hiçbir tevil O’nun yazdığının doğruluğunu ortadan kaldıramadı, dışlayanları haklı çıkartmadı…
Dışlanmışlığı vefatından sonrada sürdü. O kadar ki, bir zamanlar, köşe yazdığı, genel yayın müdürlüğünü yaptığı, Orta Doğu Gazetesi ölüm yıldönümünü ‘es’ geçmişti. O zamanlar Akis Haber’de sütun komşum olan kadim dost Orhan Kılıçoğlu, O’nun ‘es’ geçilmesini hazmedemiyor, kalemini en sert ve sivri haliyle kullanarak, isyan ediyordu. Yazıştık, ben o zamanki Orta Doğu Gazetesi Genel Yayın Yönetmenine telefonla ulaşıp durumun hoş olmadığını söyledim. Ertesi gün yayınlanmak üzere bir hazırlık yaptıracağını söyledi. Sözünde de durdu ertesi gün O’nu anan bir haber, ‘yasak savma!’ haberi her halinden belli bir şekilde Orta Doğu’da yer aldı…
Yazdıkları kendisini hem Yusufiye’ye sokturmuş, 5 yıl hapis yatırmış, hem de kurşunlatmıştı… Daha sonra o yazıları “Yazarını Kurşunlatan Yazılar” olarak kitap halinde yayınladı… Özgün ve okuyucusunu kavrayan bir üslûbu vardı…
Türklük için, Türk olarak yaşamanın hazzı tek mutluluğuydu… Türklüğün serdengeçtisiydi, alpereniydi… Has Ülkücüydü…
Yazıları o kadar diri ve vurucuydu ki, 23.07.2011’de Hakka yürüdüğünde, hemen, herhangi olağan bir zamanda ölmesi umulmayan, öldüğüne inanılamayan birisini kaybetmenin şokunu yaşamıştım. Hani parmağını kesersin acıyı oradan hissedersin ya! Televizyondan haberlerde, “Necdet Sevinç vefat etti” haberini duyduğumda, acı anlam kazandı. Beynimde durağanlaşan, vücudumun her yanından dayanılmaz bir cenderede sıkılıyor acısı halini aldı… Şok hali uzun sürdü…
Yokluğuna alıştım mı? Hayır!
O’nu özlüyor muyum? Evet… Hem de çok…
Umuyor ve Hakk’tan diliyorum ki, O cennetliklerdendir…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.