Güçlü Devlet ve Millet Olmanın Önemi
Dünya da küresel eşkıyalarca sürekli canlı tutulmaya çalışılan sömürü düzeninden Türk ve İslam Alemi en çok etkilenen topluluk olarak göze çarpmaktadır. Oysaki dünyayı ayakta tutan, üretim için ham madde, üretim için enerji, üretim için sermaye gibi olmazsa olmaz kaynakların hatırı sayılı miktarı yine bu Türk ve İslam coğrafyalarından temin edilmektedir.
Bir türlü, bir ve beraber olma, bir ve beraber hedefler koyma becerisini gösteremediğimizden hep güç dağınıklığı yaşanarak, dünya siyasetinde etkin olma hasletini kazanmaktan uzak kalmaktadır. Ya açıktan ya da dolaylı yollardan, sosyal, kültürel, ekonomik olarak sömürülmektedir. Yeterli üretim, uzun vadeli planlama, dünya ya pazarlanacak kalite ve devamlılıkta ürün oluşturma eksikliğimizden dolayı da her manada dışa bağımlılığımız artmaktadır.
Bu topraklarda yaşayan her vatandaşın, bu topraklarda yaşayabilmesinin bir bedeli olmalıdır. Karşılıksız, emeksiz, kuralsız, sorumsuz, kanunsuz şartlarda yaşama hakkı olamaz. Bu ülkenin sağladığı özgürlüklerin, maddi ve manevi edinimlerin maddi ya da manevi karşılığı olmalıdır. Maddi imkanlara sahip olanlar maddi, fikir birikimi bulunanlar ise fikri temelde planlar, çözüm önerileri ortaya koymak zaruretleri vardır.
Gerek dünya, gerek Türkiye’miz zor bir süreçten geçmektedir. İktidarıyla, muhalefetiyle, vatandaşıyla el ele, gönül gönüle, tek yürek olarak yaşanılan süreç sonunda olabilecek en güçlü haliyle Devleti korumak, yaşatmak sorumluluğunu taşıdığımızı unutmamak gerekir. Bu topraklar, geleceğimizin bizde ki emanetleridir. Emaneti namus bilip korumaksa bizlerin esas vazifesidir.
Şahıslar, liderler, makamlar gelip geçicidir. Bugün tüm dünyanın beklediği yeniden Türkün dünya hakimiyeti ve bu hakimiyetle oluşacak olan, Türkün adaletidir.
Bu kutlu direnişi gösterebilecek yegane güç Ülkücülerdir. Öncelikle Ülkücü Hareketin dağınık görüntüsünden hızla kurtulması gerekmektedir. Her Ülkücü nefsini, hırsını biryana bırakıp, kol kırılır yen içinde kalır felsefine uygun davranıp önümüzde ki kongreler sürecini fırsata çevirmelidir. Bu tarihin, bu günün ve geleceğin bizlere yüklediği büyük bir vebaldir. Samimi hiç bir Türk Milliyetçisi ve Ülkücüsü bu sorumluluktan kaçamaz. İlçe, İl düzeyinde yapılacak olan kongrelerde Ülkücü, Milliyetçi irade hakim kılınmalıdır. Şayet bu kongreler sürecin de sadece laf üreten gerekli fedakarlığı gösteremeyenler, elini taşın altına koymaktan imtina edenler, yeni oluşacak teşkilat kadrolarından şikayet etme hakları da olamayacaktır. Küsmüş, küstürülmüş, unutulmuş ne kadar eski partili, Ülkü Ocaklı dava mensubu varsa kapıları çalınmalı, gönülleri alınması, partimizde nefer olmaları sağlanmalıdır.
Ayrıca, herkes yaşadığı yerde, yörede samimi, namuslu, liyakatli, seviyeli insanları partimize, davamıza davet etmeli, listelere yazmalı, böylece partimizin yeniden teveccüh kazanabilmesi için çalışacak kadrolara fırsat verilmelidir. 14 Mart 2021 tarihinde büyük kurultayımız yapılacaktır. Türk Milletinin ve Büyük Türk Devletinin Türk Milliyetçilerinin iktidarına şiddetle ihtiyacı bulunmaktadır.
Bunu gören bedenen içimizde, beyin olarak dışa bağımlı olan çevrelerin endişeleri aşikardır. Asılsız iddialarla MHP’ye ve Liderine saldırılar ayyuka çıkmaktadır.
Davaya ve Lidere Sadakat Temel Ülküdür
Milliyetçi hareket ilkelerinden uzak, ömründe bir kez 9 ışığı okumayan merhum başbuğumuz Alparslan Türkeş beyin, terbiye ve eğitiminden geçmeyenler bugün bu hareketin lideri dürüst bir o kadar bu davanın her kademesinde Başbuğumuzun yanında yer almış Sayın Devlet Bahçeli beye saldırıyorlar.
Bu saldırganların ortak özellikleri ise, eskimiş Ülkücüolmalarıdır. Partide umdukları makamlara ulaşamayınca, yeni maceralara atılmışlar, oralarda da istedikleri, bekledikleri değeri bulamamış olacaklar ki sataşacak yer arıyorlar. Unutmasınlar ki;
Baraj altında kalırken de mecliste yokken de biz Ülkücüydük ve son nefese kadar da Ülkücü kalacağız.
Sayın Genel Başkanımız dürüst güvenilir bugüne kadar hiçbir yolsuzluk iddialarınakarışmayan köklü bir aileden gelen şerefli dürüst bir insandır. Tek derdi vatanı ve milleti olan, ömrünü bu ideal uğruna feda eden bir genel başkanla ancak gurur duyulabilir. Temmuz sürecini doğru okuyabilseler, ülkenin nasıl uçurumun kenarından çekip alındığını da fark edebilirler. Ancak içlerinde biriktirdikleri kin, nefret ve intikam duygularından dolayı gözleri de sağlıklı görmekten uzaktır.
Hep böyleydi, yine de öyle olacak, yanındayız Türkmenbeyi…
Rabbim biz Ülkücüleri ve Büyük Türk Milletini Korusun. Ne Mutlu Türküm Diyene…
Ülkücüyle Hasbihal
Kendini Türk Milliyetçisi kabul eden her Ülküdaşımız için temel dava ortada: Türk İslam Ülküsü! Bu davaya inanmış dün binlerce şehidini, bir gül bahçesine girercesine kara toprağa uğurlamış olan ülkücüler; “Vuslat”ı gerçekleştirmek zorundadır… “Bu sadece tarihi bir görev değil, yüce Allah’ın bizlere emridir”. Siyaseten kirlenmişleri bir kenara bırakıp, dava denilen yüce ülküde birleşmek hepimizin asli görevidir. Dava! Asla partilerle özdeşleştirilecek kadar küçük değildir… Dava! Partiler üstü tüm Türklüğü kucaklayan bir yüce mefkûredir. Dava! Büyük Turan ülküsüdür. Dava! Türk cihan hâkimiyeti mefkuresine giden Kızıl Elmadır. Birleşme zeminimiz, ocaklarımız, vakıflarımız, derneklerimiz, sendikalarımız hülasa sivil toplum kuruluşlarımızdır. En önemli birleşme zeminimiz, fikir iklimimizdir, şerefli mazimizin hak ve hukukudur. Biz, özde kutlu buluşmayı başarırsak: Üç-Hilal, gerçek sahiplerinin elinde yeniden dalgalanacaktır. Hedeflerin tespitinde iman ve ülkü heyecanı varsa o toplum için başarı kaçınılmazdır.
Hülasa, Ülkücüye düşen esas görev;
Kuran’a, Vatana, Bayrağa, Şehitlere, Gazilere borcumuz var; ödemek zorundayız. Türk İslam medeniyetinin yapı taşlarını yükseltmek zorundayız. Turan coğrafyasında yükselen imdat çığlıklarını duymak zorundayız! “Ben” diyen nefislerde değil; Vefa, Sadakat, Şecaat, Sevgi gibi insanımızı kucaklayan mana yüklü “fikrimizin ruhunda” birleşmek zorundayız. Biz hazırız, birlik ve dirlik içinde her fedakârlığa. Sizde hazırsanız ses verin! Yol göründü, su tükendi, hatırda bitti! Zaman, mekâna el koyma zamanıdır. Türk milleti için bir kez daha BİSMİLLAH demek zorundayız. Yoksa! Anadolu tabuta konup meçhul bir mezarlığa götürülürken; Fatiha okumamıza bile müsaade edilmeyecektir…
Unutma, Cesaretiyle yaşamayan, esaretiyle ölür.
KISSADAN HİSSELER
Mesnevi’de Bir Hikâye Anlatır:
“Bir gece vaktiydi. Evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gördüm:
-Bu gece karanlığında ne arıyorsun? Diye sordum.
Adam: -İnsan arıyorum! Diye cevap verdi. Ona dedim ki: -Yazık! Boşuna yoruluyorsun… Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine yat, rahatına bak. Nafile arıyorsun, onu hiçbir yerde bulamayacaksın! Adamcağız acı acı baktı ve dedi ki:
-Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de hasretimi tatmin etmek için aramaktan zevk alıyorum!”
Aramak
Bu yüzdendir ki: İnsanlar da milletler de, darda kaldıkları, zorlandıkları, içinden çıkılmaz bunalımlara düştüklerinde bir kurtarıcı bir yol gösterici ararlar. Bunun içindir ki: Samimi Müslümanların yüreği Şanlı Peygamberimizin hasretiyle yanmaktadır. Bunun içindir ki: Türk milleti, Malazgirt ovasında ki, o kutlu dua’yı ve Türk’ün o büyük Sultanı Alparslan’ı aramaktadır. Türk milleti: 21.yy da özlemini duyduğu liderle, “Kızıl Elma” ruhunu aramaktadır. Kalbi daima bu “Yüce Ülkü”ye ulaşma heyecanı ile çarpmaktadır.
Tevazu
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış.
olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş.
Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi Dergahına gider ve aynı
durumu Mevlana 'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler. Mevlana 'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz, o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş Dergahı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı
Bektaş Veli'ye sorar. Hacı Bektaş da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü
kirlenmez, bundan dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir der.
İyi ile kötü
Bir bilgenin öğrencileri bir gün sormuşlar:
"İnsanlar neden kötü alışkanlıkları daha kolay ve iyi alışanlıkları daha zor edinirler? Neden iyi alışkanlıklarını uzun süre muhafaza "edemiyorlar?
Yaşlı bilge:
"Peki ben size şöyle bir soru sorayım: Eğer iyi tohumu güneşte bırakırsak ve kötü, çürümüş tohumu toprağa gömersek ne olur sizce?" demiş.
"İyi tohum kuruyacak güneşte, kötü tohum ise hastalıklı filizler verecek
ve sağlıklı bir meyve oluşmayacak" diye cevaplamış öğrenciler.
Bilge devam etmiş:
"İnsanlar da bu şekilde davranır: İyilikleri ruhlarında saklayıp filizlerini
büyütmektense açığa çıkarıp kayıp ediyorlar. Diğer yandan da günahlarını ve kötü taraflarını başkalarından saklamak için içlerinde gizliyorlar. Onlar orada büyüyüp insanı kalbinden yok ediyorlar."
Silkinmek ve kurtulmak
Günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer. Eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. Sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür.
Çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. Köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. Herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. Bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. Köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır.
İşte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. Kör kuyuda olsak bile…
Baltayı Bilemek
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş: "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?"
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: "
Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.
"Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz yanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delhi'deki ünlü tapınakta Sokrat’ın şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı." Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında fark olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.
Sağlıklı günlere kavuşmak umuduyla, mutlu, umutlu, huzurlu kalın, Ülkü ile kalın.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.