Celalettin MARZ

Celalettin MARZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Gizli Niyetler ve Gizli Düşmanlar

A+A-

27 Temmuz 1920 Edirne Müftüsü Hilmi Efendi, işgal sonrası Yunan Kralı Aleksandros’a bağlılığını sunuyor.

Şehre Fatih edasıyla giren Kralın önünde el pençe divan karşılama yapıyor. Bir de Atatürk’e ya da Türk Ordusuna değil de, Yunan Kralı’na hutbe de dua okuyor.

Aynı Müftünün, Milli Mücadele karşıtı Edirne Te’min gazetesinin 13 Ağustos 1920 sayılı nüshasından;

“Müftü Hilmi Efendi, Selimiye Camii’nde, hürriyetin ve adaletin saygıdeğer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır”

Savaş zamanı böyle duruş ve tutum için de olanlar, savaştan sonra bu verilen ulvi mücadeleyi görmezden gelmişlerdir.

Topyekun bir milletin var olma mücadelesini küçümseyerek ülkeyi sarıklılar kurtardı deyip kendilerini bu rezilliklerden kurtaran Atatürk'e ve kurduğu Cumhuriyete her daim düşman oldular.

Keşke Yunan galip gelseydi zihniyetinin temelleri nerede atılmıştır, anladınız mı?

Nihayetin de, keşke Yunan galip gelseydi diyenlerin torunları ya da zihniyet ortakları asla Türk olamazlar. Asla Türklere dost ya da Türkiye sevdalısı da olamazlar.

……………………………….

Bu gün internette gezinirken ilginç bir söyleşiden kısaca size bahsetmek istiyorum.

 

Sözde İslami Selefi Cemaatinin en meşhur vaizi olarak Murat Gezenlerin fikirlerine bakalım.

“Türk Toplumu Müşrik bir toplumdur. Çünkü oy atmak ve çocukları okula göndermek şirktir. Askere gitmek küfürdür. Türkler Müslüman değildir. Askerde ölenler şehit değildir.”

Son 1000 yılda Türkler İslam adına, Nizamı Alem ve İlahi Kelimetullah yolunda milyonlarca şehit vermiş ancak bu Murat Gezenlere göre, Türkler Müslüman bile olamamıştır.

Cumhuriyet bu insanları hangi ara yetiştirdi? Yine bunlar su üzerinde gözükenler. Buzdağının görünmeyen kısımlarında daha niceleri gizlidir maalesef bilemiyoruz.

 

TÜRKİSTANDAN GELEN ÜÇ KILIÇ

(Sayın İlhan Kesici'den alıntıdır)

Ocak 1922’de Buhara’dan Ankara’ya bir heyet gelir. Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferinin coşkusunu paylaşırlar, taarruz için moral ve destek verirler.

Heyet Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’nun yolladığı fevkalade ince bir suretle tezhip edilmiş Timur Han’a ait el yazması bir Kur’an-ı Kerimi ve üç adet altın işlemeli kılıcı Mustafa Kemal’e takdim eder.

Kuran’ı Kerim önce Hacı Bayram camiine verilir, daha sonra meclis kütüphanesinde muhafaza altına alınır. Kılıçlardan biri Başkomutan Mustafa Kemal’e verilir. İkincisi batı cephesi komutanı İsmet Paşa’ya takdim edilir. Buhara Heyeti’nin temsilcisi Mustafa Kemal Paşa’dan üçüncü kılıçın İzmir’e ilk girecek komutana verilmesini rica eder.

Yani İzmir’in kurtarılması yalnız bizim için değil, tüm Türk dünyası için bir “Kızıl Elma” olarak görülmektedir.

Bu manalı hediyelerden çok müteessir olan Mustafa Kemal Paşa duygu dolu bir konuşma yapar ve konuşmasında “bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile dolu. Halkımız ve Ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşciat ve tebrigat nişanelerinden şüphesiz çok mütehassis ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kitab-ı mükaddesi millete, seyf-i muazzezi de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allahın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır.” der.

26 Ağustos sabahı Kocatepe’den başlayıp Afyon’a, oradan Dumlupınar’a, Uşak’a ve nihayetinde İzmir’e ulaşan Büyük Taarruzla 9 Eylül 1922’de Türk Süvarileri İzmir’e girmeye başlar. İzmir’e ilk giren süvari birliklerimizin başında Yüzbaşı Tatar Şerafettin Bey vardır.

9 Eylül sabahı saat 09.00'da Bornova'ya giren genç yüzbaşı, Halkapınar'a doğru ilerler. Bir Rum'a ait Tuzakoğlu Fabrikası önünde baskın kuşkusunu taşıyan yüzbaşı, birliğin önüne tüfekleriyle koşan 8 er yerleştirdi. Kuşkular doğru çıkar, bir anda müfreze fabrikadan ateş yağmuruna tutulur. Burada şehit verilen 4 erin başlarının İzmir'e dönük olduğu görülür. Yürüyüşüne devam eden müfreze, yönünü Alsancak'a çevirir, dolu dizgin, yalın kılıç kuvvetle şehre akmaya başlar. Müfrezesinin başında kente saat 10.30'da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında ulaşır.

Süvariler, dörtnala Kordonboyu'ndan Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin'in atının önünde patlar. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam eder.

Hükümet Konağı'nın önünde makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin'i, burada göğsüne isabet eden mermiler de durduramaz. Atından inen Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne sokar ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yönelir. Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu görür.

Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey, yan kapının zincirini kırarak yol açar. Saat 10.30 sularında, İkinci Süvari Tümeni 4. Alayı Bölük Komutanı Yüzbaşı Tatar Şerafettin yaralarından kanlar sıza sıza Hükümet Konağı’ndaki Yunan bayrağını indirir ve göndere koynundan çıkardığı Türk bayrağını çeker. Böylece üçüncü kılıcın sahibi olmaya hak kazanır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa üçüncü kılıcı 15 Eylül günü düzenlenen törenle Yüzbaşı Şerafettin'e verir.

Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, o dakikaları, "Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya" diye anlatır.

Savaşan Anadolu Türkleriyle birlikte kalbi İzmir İzmir diye çarpan Buhara Türkleri yanımızdadır. İzmirde bayrağı göndere çeken Yüzbaşı Tatar Şerafettin Kırım Türklerindendir.

Yani Türk dünyası bir hayal değil gerçektir. (Sayın İlhan Kesici'den alıntıdır)

 

SU HAKKINDA

Suyun doğası bir felsefe anlatır.

Meselâ dağdan akan suyu düşünün.

En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.

Yani önüne bir kaya çıkacak olursa, onunla uğraşmaz, kayayla mücadele etmez.

Etrafından dolaşıp devam eder akmaya.

Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle derki eskiler;

"Seninle uğraşan

HİÇ KİMSEYLE uğraşma…

Eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın.

Etrafından dolanıp devam et yoluna…"

Diyelim ki, dağdan akan su önüne çıkan kayanın etrafından dolaşamayacak bir yola denk geldi.

O zaman su ne yapar?

Birikip üstünden aşar.

Yok eğer bu da olmuyorsa, sabırla kayayı damla damla delmeye başlar...

Kayayı delmeyi başaran suyun kuvveti değildir tabii ki, damlaların sürekliliğidir..

Ki, buna da sabır derler..

Sabretmek, hiç bir şey yapmadan oturmak değildir.

Sabırla koruk helva olur der atalarımız...

Sabır;

"Dikenin içinde gülü, gecenin içinde gündüzü hayâl edebilmektir." der

(Şems-i Tebrizi)

Suyun doğası, imkânsızın bile başarılabileceğini, bunun için sabırlı ve istikrarlı olmayı öğretir.

Kayayı delen su, elbette yine yoluna devam eder.

Bilir ki, aktıkça temizlenir.

Bazen, dere kenarlarında su birikintileri oluşur. Akmayan su bulanır, çamurlaşmaya başlar. Üzerine pislik birikir ve bu yüzden derler ki;

"Sen su gibi ak, her daim yenilen.

Her gün yenilen.

İki günün aynı olmasın, dünü dünde bırak, yeni şeyler öğren.

Meselâ, su değişimden hiç korkmaz.

Ama insanlar değişimi sevdiklerini söyleseler de aslında bundan çok korkarlar.

Su değişimi ne güzel anlatır.

Bazen yağmur olur, bazen kar olur, bazen buz olur, bazen buhar olur. Buhar olduğunda çıkar gökyüzüne yağmur olup iner yine yere.

Ayrıca su uyumludur.

Çay bardağına koyduğunda, bardağın şeklini alır, kovaya koyduğunda kovanın.

Sürekli bulunduğu yere uyumlanır ama doğası hiç değişmez.

Her yere, her şeye uyum sağlar.

Unutma ki, dünyada her zaman doğaya uyum sağlayanlar hayatta kalır.

Uyum sağlayanlar esnektir çünkü, değişime direnenler ise katı.

Fırtına en sert, en güçlü ağaçları devirir ama esnek fidanlara, otlara bir şey yapamaz.

O yüzden esnek olanlar hayatta kalır.

Aynı zamanda akışa teslim olur.

Çünkü; bilir ki bütün dereler eninde sonunda büyük denizlere ve okyanuslara akar.

Elinden geleni yaptıktan sonra hayatın akışına teslim olmaktır işte bu...

Özetle,

Su berraktır, şeffaftır. Olduğu gibidir, paylaşımcıdır.

Hep besleyicidir. İnsanları, hayvanları, doğayı.

Su olan her yerde yaşam vardır.

ISLAHÇI AYILAR VE ELMANIN ATASI.

Bugün dünyada yaklaşık 7,500 elma çeşidi bulunuyor, kökenleri ise Kazakistan ormanındaki birer Anne ve Baba ağaca dayanıyor.

Almatı (Alma-Ata), Kazakistan’ın güneyinde yer alan Trans-İli Ala Dağları eteğine kurulmuş bir şehir.

Şehrin isminin bire bir çevirisi “Elmaların Atası/Babası” anlamına geliyor.

Elmanın bu kadar lezzetli hale gelmesi ıslahçı AYILAR sayesinde.

Kazakistan ormanlarında, doğanın ıslahçı ayıları yalnızca en tatlı elmaları lezzet testinden geçirip yiyorlar.

Elmaları yedikten sonra, çekirdekleri dışkılayıp bu tatlı, lezzetli elmaların çekirdeklerinin her yere dağılmasını sağlıyorlar.

Daha sonra insanlar da tadı güzel olan bu meyveleri fark ediyor ve yetiştirmeye başlıyor.

AYILAR kızmıyor, bu eserler benim demiyor, Islahçı hakkı da istemiyor!

Bedava karın tokluğuna çalışıyorlar.

"Elma olgunlaşınca düşer.

Peki ama niçin?

Bir güç onu toprağa doğru çektiği için mi?

Ağırlaştığı için mi?

Rüzgar estiği için mi?

Ağırlaştığı için mi?

Yoksa aşağıda duran bir çocuk o elmayı yemek istediği için mi?"

 

DAVAMIZIN TEŞKİLATLARINDAN TERK-İ DİYAR EYLEYENLERE İTHAFEN SÖYLEMLERİMDİR.

(Bu söylediklerim sadece beni bağlar üstüne alınanlar alınabilir)

Eskimiş olan aynı zamanda işe yaramaz olmuştur, miadı dolmuştur ve aynı zamanda da pörsümüştür. Peki miadı dolmuşlardan, pörsümüşlerden Ülkücü olur mu?

Kafanız da muhasebenizi yaparak yorumlarsınız artık.

ESKİDEN ÜLKÜCÜYDÜNÜZ ÖYLE Mİ ?

Ne değişti mesela,

Dursun Önkuzu’nun patlatılan ciğerleri, Kanlı kefeni mi? Yırtık ayakkabısı mı? Yamalı pantolonu mu inandırıcı olmaktan uzaklaştı!

Yusuf İmamoğlunun cebinden çıkan 35 kuruş mu doyurmuyor gözünüzü yoksa 3 gündür yemek yemediği anlaşılan otopsi raporu da mı köreltmiyor nefsinizi?

Halil Esendağ ile Selçuk Duracık yan yana omuz omuza idam sehpasına gidişi de mi anlamsızlaştı gözleriniz de?

Pehlivanoğlu’nun mektubunda söylediği Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allaha inananlarındır! Cümlesi mi artık inandırıcı gelmiyor?

Peki, darağacına dimdik yürüyen heybetiyle Ali Bülent Orkan’dı, sizleri böyle eskiten, etkisi altına alan daha güçlü bir irade mi aklınızı çeldi?

Ne değişti, hangi aday hangi vekil hangi kurum cezbetti sizi bu yiğitlerden daha çok?

Davanın adamı olmak yerine, birilerinin peşine kuyruk olacak kadar mı basiretiniz bağlandı?

Kişilerin nefsi hırslarıyla mı sınırlıydı, ÜLKÜCÜLÜK sevdanız?

MHP kazanmasın diyerek çıkılan yolda, bizde Ülkücüyüz diyerek ya da Bizde Ülkücüyüz ama eskiden söylemleriyle oy devşirmeye çalışmanızı nasıl ifade edebilirsiniz?

Aday listelerine bakarak o aday neredeyse benim oyum oraya diyerek şehadet şerbetini gözünü kırpmadan içenleri unutanlar, sakın ola unutmayın ki VEFASIZLIK EN BÜYÜK İHANETTİR!

Ümit ÖZDAĞ, Koray AYDIN, Nuri OKUTAN, İsmail OK, Yusuf Halaçoğlu, Erhan USTA, Metin ERGUN, Cihan PAÇACI, Mümin İNAN, Burhanettin KOCAMAZ, Musavat DERVİŞOĞLU ve daha binlercesi, bu isimleri tanıyorsunuz değil mi?

Kimisi Milletvekili, kimisi belediye başkanı, kimisi il başkanı, kimisi milletvekili adayı olabilme bahtiyarlığını yakalamış eskimiş dava mensupları… Yani, bunlar davanın kaymağını yeme şerefine nail olmuş isimler.

Esas olan sitemim de tam olarak bu isimleredir. Bu dava size hayal bile edemeyeceğiniz payeleri vermedi mi?

Binlerce Ülkücü, Türk Milliyetçisi beklentisiz olarak sizler için ter dökmedi mi?

Milyonlarca vatan sevdalısı ekmeğini, emeğini sizler için harcamadı mı?

Ben o günleri hiç unutmadım ve vefasızlığı da iliklerime kadar yaşadım. Bizleri basamak yaparak, sonrasında yarı yolda bırakanlara olan haklarımı helal etmiyorum. İki cihanda da ellerim yakalarında olacaktır.

Bu dava yokluk davasıdır, davanın yolunda sapmadan yürümek zordur, dikenlidir, yokuştur. Yılgınlığa düşenler, yorulanlar, emaneti taşıyıp ehil ellere teslim edenleri tenzih ediyorum. Geri kalanların geçerli bir gerekçeleri olamaz benim nezdimde. Vesselam.

Nacizane kendimin karaladığı bir şiirimi sizinle paylaşmak istiyorum.

VATAN

Bu toprak, bu vatan, bu millet Çok gördü geçirdi nice musibet Kanımıza girse de siyonist illet

Anam! helal olan senin ak sütündür Anadolum bölünmez bir bütündür!

Bu topraklar miras değil emanettir Emanete sahip çıkmak ibadettir Bu gerçeğe inananlar maliktir

Milletim hep üstündü, yine üstündür Anadolum bölünmez bir bütündür!

Nice canlar veridi bu topraklara Alparslandan, Fatihten, Süleymana Savaştılar Yüce değerler adına

Ey Gencim! Bu topraklar senin yükündür Anadolum Bölünmez bir bütündür! (2005)

Buyrun, yeniden dirilişe doğru, hicret var. Ülkü ile kalın.

Bu yazı toplam 3132 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.