Ercan ÖZTÜRK

Ercan ÖZTÜRK

Köşe yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Çilingir Cihan Usta

A+A-

ssss-002.JPG

Ercan Öztürk Yazdı

Çilingirim ben. Çilingir Cihan usta dediniz mi, Denizli’nin yarısı beni tanır. Bildiğiniz sıradan çilingirlerden değilimdir hani. Maharetli ellerimle bir dokundum mu bütün kilitli kapılar, kasalar sevgiliye uzanmış dudaklar gibi kendiliğinden açılır. O kadar yani. Bazen meslektaşlarımdan bile arayan olur, Cihan usta biz üstesinden gelemedik, gelip bir de sen el atsan diye. Yetenek varsa da, aslında bu işin sırrı son derece sakin ve soğukkanlı oluşumda yatıyor. Bunu size niye anlatıyorum biliyor musunuz?

   Daha iki gün önce siyah Mercedes’iyle biri yanaştı dükkânımın önüne. Arabanın şoför mahalli camını vın diye aşağıya indirerek şoför koltuğundan bana seslendi:

   “Meşhur çilingir Cihan usta sen misin? 

   Baktım simsiyah güneş gözlüğü olan biri. Övünmeyi sevmem ama gururlu bir şekilde, “benim” dedim.

   “Ben de fabrikatör Fahrettin. Hadi malzemelerini al gel bir kapı bir de kasa açacağız. Bakalım söyledikleri kadar maharetli misin!” dedi.

   Hızlıca malzeme çantamı alıp, Mercedes’in şoför mahalli koltuğuna kabardım. Lise caddesinden yukarıya doğru çıkarken sordum:

   “Nereye gidiyoruz?”

   “Villam Çamlık’ta.” dedi.

   Atatürk Stadı’nın yanından geçerken, sırf laf lafı açsın diye, “gözlüğünüz fiyakalıymış” dedim.

   “Bir gidişimde Amerika’dan almıştım. Marka bir gözlüktür. Marka dedimse öyle bildiğin markalardan değil, Türkiye’de yok bunlardan.”

   “Belli zaten, daha önce hiç bu kadar güzel bir güneş gözlüğü görmedim.” Benim bunu söylememle birlikte fabrikatör Fahrettin Bey’in telefonu çalmaya başladı.

   “Pardon, hanım arıyor” dedikten sonra telefonu arabanın hoparlörüne bağladı. 

   “Söyle hayatım” dedi.

   “Canım olmazsa ben arabaya atlayıp geleyim.” dedi, kadife gibi yumuşak sesiyle bir bayan.

   “Hayatım çilingiri aldım gidiyoruz bir şansımızı deneyelim. Üstelik senin gelmen akşamı bulur, arsayı alabilmemiz için paranın mesai bitmeden yatırılması lazım.”

   “Nasıl canım sıkıldı bilemezsin, ben anahtarları çantana koydum sanıyordum.”

   “Yenge bozma moralini” dedim, yüksek sesle. “Bana çilingir Cihan usta derler, kapıyı da kasayı da açarım evelallah.”

   “Sağ ol ustam, şimdiden eline sağlık. Fahrettin durumdan beni haberdar etmeyi unutma canım.”

   Telefonu kapattıktan sonra, “kadın milleti işte, bazen dalgın oluyorlar. Evin anahtarını da kasanın anahtarını da sabah Kuşadası’na yazlığa giderken yanında götürmüş.” dedi.

   “Bazen benim hanım da çocuklara okulda yesinler diye tost yapar. Gider domatesli olanını kız sevmediği halde dalgınlıkla onun çantasına koyar. Haklısınız vallahi kadın milleti işte.” dedim.

   Bu sözüm üzerine fabrikatör Fahrettin Bey’in de bir şey demesini bekledim. Sanırım aklı arsada olduğu için söylediklerimi duymamıştı bile. Bu zenginlerin de başka derdi yoktu zaten, varsa yoksa para, varsa yoksa arsa. Çuvalla paraları olur, ihtiyacın olduğunda biraz ödünç istesen, sanki servetlerine göz dikmişsin gibi ters ters bakarlar. Doymaz bunların gözü. Hani elimde yetki olsa da Denizli’nin tamamını size veriyorum desem, az da Sarayköy’den katıversen olmaz mı derler. Ben de başımı çevirip yol boyu yürüyüşe çıkmış eşofmanlı hanımları izledim bir süre.

   “Geldik Cihan usta, burası.”

   Villanın bahçesi rengârenk papatya, gül ve gelincikle doluydu. Renkli kilit taşı döşeli bahçe yolunun kenarları da begonvillerle. Kokularını içime çekerek yürüdüm.

   “Cihan usta önce alarmı devre dışında bırakmayı unutma, uğraşmayalım sonra zırıltıyla.”

   Maharetli ellerimle sakince alarmı devre dışı bıraktıktan sonra, bir çırpıda çelik kapıyı sonuna kadar açtım.

   “Buyurun.”

   “Kapı açık mıymış” dedi şaşırarak. Gülümsedim.

   “Siz bana kasayı gösterin.”

   Yarısı dağın arkasında kalmış, doğuyor mu yoksa batıyor mu olduğunu bilemediğim bir güneş tablosunun arkasındaydı kasa.  O da fazla uğraştırmadı, sabah doğan güneşle taç yapraklarını gere gere açan günebakan gibi sonuna kadar açıldı. Fabrikatör Fahrettin Bey sanki ilk kez bu kadar çok para görüyormuş gibi keyifle deste deste dolarları torbasına koyarken, dolar demetlerinden birinin üzerinden üç yüz dolar çekip bana uzattı.

   “Al bakalım bunu hak ettin.”

   Bu hareketi zengin insanlar hakkındaki düşüncelerimin kısmen değişmesine neden oldu. Belli ki fabrikatör Fahrettin Bey cömert biriydi.

   “Hadi hemen çıkalım benim parayı yetiştirmem lazım.”

   Verdiği üç yüz doları cüzdanıma yerleştirirken, bir kartvizitimi çıkarıp sehpanın üzerine bıraktım. Bakarsın gene çilingire ihtiyaç duyarlarsa başka kapıya gitmesinler diye.

   Sonra beni aldığı yere, dükkânıma bırakırken; “sen güzel bir insansın Cihan usta. Seni öpmek isterdim ama biliyorsun covid-19 var, başka sefere artık” dedi.

   “Siz de güzel bir insansınız fabrikatör Fahrettin Bey, her zaman emrinize amadeyim. Eşinizi arayacaksınız unutmayın.”

*                   *                    *                   *

   Bu sabah dükkânıma iki polis geldi. Uzun boylu olanı “fabrikatör Fahrettin Bey’in villasının kapısını sen mi açtın?” dedi.

   “Ben açtım. Kapısını da ben açtım kasasını da, hem de hiç zorlanmadan” dedim, kasılarak.  

   “Bizimle karakola kadar geleceksin” dedi.

   “Malzeme çantamı alayım hemen geliyorum memur bey.”

   “Malzeme çantasına gerek yok.”

   Beni polis arabasına bindirip, biri sağıma diğeri de soluma oturduktan sonra uzun boylu olanı şoföre, “hadi acele et” dedi.

   “İsterseniz sirenleri açayım.”

   “Yok, o kadar değil.”

   Yol boyunca polis arkadaşların aralarındaki tek diyalog bu olmuştu. Beni emniyet müdürlüğünün üçüncü katındaki baş komiserin kapısının önüne getirinceye kadar başka hiçbir şey konuşmadılar. Yolda ben de hiç konuşmadım, belli ki ortada bir yanlış anlaşılma vardı, yoksa benim emniyette ne işim olurdu ki. Neyse dedim çok olsa bana bir saate mal olur. Hem konu neymiş öğrenmiş olurum. Kapının önüne geldiğimizde polis memuru arkadaşlara birer kartvizitimi taktim ettim. Ne olur olmaz işiniz düşerse dedim. Aldılar cüzdanlarına koydular. Uzun boylu polis baş komiserin kapısını tıklatıp açtıktan sonra:

   “Çilingiri getirdik efendim” dedi.

   Beni içeriye aldılar. Apoletinde üç yıldız olan baş komiserin yanında, yüzünün görünen kısımları patlıcan moru gibi, gözlerinden ateş püsküren sivil biri daha vardı. Uzun boylu polis memuru beni boş olan koltuğa oturttuktan sonra, “biz kapının önündeyiz efendim” diyerek, esmer kara kuru arkadaşıyla birlikte dışarıya çıktılar. Baş komiser bana:

   “Sen bu beyi tanıyor musun” dedi.

   “Sizin arkadaşınız olmalı efendim, ben nereden bileyim.”

   “Bu fabrikatör Fahrettin Bey!”

   “Efendim ben fabrikatör Fahrettin Bey’i tanıyorum. Bu bey o değil” dedim, soğukkanlı ve sakin tavrımı koruyarak.

   “Senin tanıdığın fabrikatör Fahrettin Bey nasıl biri?”

   “Gözünde marka güneş gözlüğü var.”

   “Sen bize yüzünü tarif et, biz ne yapalım adamın marka gözlüğünü.”

   “Yüzünü görmedim efendim, yüzünde maske vardı.”

   “Nasıl maske?”

   “Sizin maske gibi, şu arkadaşın maskesi gibi, benim maske gibi bizi covid-19 dan koruyan maske.” dedim.

   Ben bunu söyleyince kendini fabrikatör Fahrettin Bey sanan adam, “arkadaş sen salak ayağına mı yatıyorsun, nerede benim yüz bin dolarım” diyerek, hiddetle üzerime yürümek istedi. Baş komiser araya girmese, benim soğukkanlı ve sakin tavrıma rağmen çok çirkin şeyler olacaktı.

   Baş komiser, birkaç kez “sakin olun Fahrettin Bey” dedikten sonra polis memurunu çağırarak, “atın bunu nezarethaneye, müsait olduğumuzda ifadesini alırız” dedi, öfkeli bir şekilde. Baş komiserin odasından çıkarken masasının üzerine kartvizitimi bıraktım. Kendini fabrikatör Fahrettin Bey sanan şahsın yüzüne bile bakmadan çıktım.

   Şimdi nezarethanedeyim. Benim kızdığım taraf koskoca baş komiserin, marka güneş gözlüğü bile olmayan birini fabrikatör Fahrettin Bey sanması. Nasılsa gerçek ortaya çıkacak, o zaman benim yüzüme nasıl bakacak merak ediyorum doğrusu. Buraya gelirken dükkânı kapatmış mıydım acaba. Sanırım kapatmıştım. Yoksa açık mı kaldı. Neyse şimdi çıkınca bakarım. Durun biri geliyor. Fabrikatör Fahrettin Bey olmalı… Yok, o değilmiş, polis memuruymuş gelen.

   “Cihan usta.”

   “Buyurun memur bey.”

   “Bir süre özgürlüğünden mahrum kalacaksın, kendine iyi bir avukat bul.”

   “Avukat değil de, fabrikatör Fahrettin Bey’i bir arasaydık, hani şu marka güneş gözlüğü takanı.”

                                                                                                                                                      Ercan Öztürk/Nisan 2021

Bu yazı toplam 5574 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum