Büyüyünce Ne Olacaksın?
Oturmuş bir yandan çayımızı yudumluyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Aradan geçen yılların etkisinden mi bilinmez, içimizden biri, dalgın gözlerini üzerimize dikerek sordu: “Aslında ne olmak isterdiniz?”
Gördüğüm ilk gözlerdeki tebessüm görülmeye değerdi; şu ana kadar geçen zamanın dinginliği, yaşamın ona kattığı huzur, mesleğiyle duyduğu onur… Her şey en okunaklı harflerle soluduğumuz havaya karışıyordu. Sonra bir diğeri; her zaman ciddiyetle bize görünen gözler, bu kez alaycı ve sessiz kahkahalarla bizleri süzüyordu! Sonra bir diğeri, bir diğeri daha, fakat bunlarda alay veya huzur yoktu: sorunun amacını ve hedefini anlamayan boş bakışlardı bunlar. Derken, sonuncu arkadaşımın yüzüne baktım. Yüzü yoktu, ağzı, burnu kaşı, alnı görünmez olmuştu sanki. Sadece gözleri, acıyla bakan, alnı kırışık gözler… Onlardaki acıyı kalbimden bedenime yayılan kanda ateş olarak duyumsadım: Boşa geçmiş olduğu hissedilen koskoca bir yaşamın küle dönüşen yalazları…
“Şu an yaptığımız mesleklerin çok dışında, ilgi ve yeteneklerimizi barındıran ve yapıyor olsak daha mutlu olacağımızı düşündüğümüz birbirinden farklı birçok mesleği dile getirdik. Sonuç olarak hepimiz belli yaşlara gelmiş ve içinde bulunduğumuz süreç sonucunda edindiğimiz mesleği icra ediyoruz. Siz deyin yarı aç yarı tok, ben diyeyim yarı mutlu yarı mutsuz. Çünkü bazılarımız yaptıklarımız ile aslında yapmak istediklerimiz arasında sıkışıp kalmış durumdayız.” dedi. Şimdi yüzünü görebiliyordum.
Marmara üniversitesi tarafından, yaklaşık 30 Bin öğrencinin katılımıyla ‘’üniversite tercih anketi’’ yapılarak öğrencilerin hayatları ile ilgili çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmıştır. 14 ilde yapılan anket sonucunda öğrencilerin %54.55’inin seçtikleri bölümden memnun olmadıkları, % 59,9’unun ise babalarının seçtiği bölümü okudukları sonucu ortaya çıkmış, diye devam etti. O, kendini eğitim bilimlerine adamış olarak bildiğimiz, belki de kariyer olarak en üst düzeydeki arkadaşımızdı.
“Doktor olup, müzisyenlik yolunda ilerleyen, öğretmen olup siyasete yönelen, mühendis olup sporcu olmayı tercih eden birçok isim mevcut. Bu durumun ortaya çıkardığı gerçek ise hayattaki seçimlerimizin ne kadar önemli olduğu doğru değil mi?” Bu soruyu tebessüm dolu dingin gözlerin sahibi soruyordu. Başlarımızı onaylarcasına salladık.
Dizilere bakın; doktorluğu bir yana bırakıp kendini sanata adamış, kimler yok ki? Kitap yazandan tutun, müziğe, edebiyata ruhunu vermeye hazır onlarca örnek sayabilirim. Bu sözler dudaklarımdan bilinçsizce çıkmıştı. Yutkundum, içimden, bu söylediğine inanıyorsun diye geçirdim.
Alaycı ses, tepeden bakarcasına yükseldi: Ben… Ben! Ben, konuşuyorum havasını yüzümüze vuran rüzgâr gibi duyumsadık. Farklı ailelerden gelmiş, farklı eğitimler almış olsak da aynı kültürün içinde birbirimize benzeriz. Ben olmak da isteriz, biz olmak da. Biz olma duygusu ait olma isteğimizden ileri gelir ve bu istek bizleri toplum hâline getirir. Toplum bilinci o kadar ağır basar ki, özgünlüğümüzü keşfetmek ve ortaya koymak, istediğimiz hayat tarzına yol olacak meslek seçimlerimizi dahi çevremizin mahallemizin tepkisine göre belirleme yoluna gideriz. Bu nedenle birçoğumuz kendi isteğimizi bir kenara bırakıp, çevremizin ve ailemizin beklentileri üzerine mesleğimizi belirleriz. Sonuç ne oluyor peki: Yaşadığı hayattan yaptığı işten memnun olmayan, mutsuz insanlık ordusu, diye sözlerini bitirdi.
Oysaki insanoğlunun yaşamdaki ortak amacı mutlu olmak. Mutlu olabilmenin en önemli kaynaklarından biri ise mesleğimizdir. Bazen ailemizin etkisi, bazen çevresel faktörler, bazen sistemin getirdiği zorunluluk, bazen de kendi isteğimiz doğrultusunda seçeriz mesleğimizi. Dünyaya açılan penceremizden, hayatımıza yansıyacak manzarayı belirleyecek en önemli kararımız belki de büyüyünce ne olacağımızdır. Bu süreçte önümüzde iki yol beliriyor. Birincisi özgünlüğümüzü ortaya koyup, kendi yollarımızı açıp, yeni anlayışlar, yeni bakış açıları, yeni icatlarda bulunup yenilikçi çizgide yürümek. İkincisi ise toplumun sunduğu tercihler doğrultusunda kalıpları sınırları bizim dışımızda belirlenmiş, içinde şahsımıza ait meziyet ve yaratıcılık barındırmayan, kendimizi bir kenara bırakıp en başta yakın çevremizin mutluluğu uğruna önümüze konulan tercihlere razı olmak. 100 yıl öncemizde elektrik mühendisi ya da genetik mühendisi olmak mümkün değil iken, terzilik, kasaplık, aşçılık gibi meslekler ise varlığını yüzlerce yıldır devam ettirmektedir. Bireyler meslek seçimlerine birçok ülkede kendi eğitim sistemlerinin kazanımı olarak, henüz yirmili yaşlarına gelmeden karar veriyor ve daha sonra bu mesleği ömürlerinin geri kalanında sürdürüyor. Bu süreç günümüz gençleri için hem mesleklerin çeşitliliği hem de ellerindeki bilginin çokluğu nedeniyle giderek daha karmaşık bir hâle gelmektedir.
Birkaç saatlik sınav sonucunda gösterilen başarıya bağlı olmamalı meslek seçimi. Özellikle lise evresinde meslek tanıtım birimleri kurulmalı. Öğrenciler dış ticareti, uluslar arası ilişkileri ve daha pek çok mesleğin çalışma alanlarını, koşullarını ve istihdam durumunu lise son sınıfa geldiğinde öğrenmiş ve kendinden emin bir şekilde kararını vermiş olmalıdır. Eğitim sistemi hayatın gerçeklerini hesaba katmalıdır. Adı dahi bilinmeyen, gelecek vaat etmeyen bölümler kapatılmalıdır. Devlet ise, meslek edinme yolunda çocukluğunu yaşayamadan sürekli sınav odaklı ders çalışan çocuklara iş kapıları açmalı ve sınav kaygısı ile büyüyen gençliğin meslek sahibi olma kaygısı ile tükenmesine izin vermemelidir.
Çocuklarımıza daha çok küçük yaşlarından itibaren sorduğumuz kocaman bir soru değil mi: “Büyüyünce ne olacaksın?”? Çocuk aklı ile verdiği cevapların hayatının ilerleyen yıllarında dönüşeceği hikâyeyi bilmeden hayalinde büyüttüğü resmi anlatır. Hiç birimiz bu resimdeki güzellik bozulsun diye çaba harcamıyoruz. Fakat her birimiz sorunları ortaya toplayıp hiç dokunmadan etrafında dönüyoruz.
Eğitim ciddiyet işidir… İnsan hayatını en temelden başlayarak etkileyen hayati bir… Yetişkinlerin… Bilinçsiz ve alt yapısız aldığı büyük kararların derin izler… Küçüklerin hayatında doldurulamayacak boşluklara sebep…
Bunlara benzer pek çok beylik söz masada dönüp dolaşıyordu. O zaman anladım: Konuşuyorduk, fakat yüreğimiz çoraklaşıyordu. Birbirine mesleğini nasıl icra edeceğini öğretmeye kalkma ukalalığıyla, kulaktan dolma dedikoduların kölesi o alaycı bakışlar beynime kazınmıştı. Bir de diğer üç çift göz… Hepimiz adına; benim adıma utanan dost gözlerin üzeri çorak topraklarla örtülüyordu. Gülümseyerek, mutluymuşçasına ayrıldık o gün.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.