Birey Sorumluluğu ve Kurtarıcıya Olan Özlem
Bir düşünürden nakille,
"Devlette halkı, ahlâkta hakkı, imanda aklı öne almayan toplumlar, Millet olamaz ve devlet kuramaz. Devlette gücü, ahlâkta sözü, imanda özü bulamayan milletler, tarih sahnesinden silinirler.
Devlet güven verirse, ahlâk iyi niyeti tanırsa, imanda hâmiyet (bir kimsenin yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası ve erdemi) olursa, devlet ve millet beraberce yaşar.
Devlette ilim ve kudret, ahlâkta ilim ve iyi niyet, gençlikte ilim ve gayret olursa, gelecekte ışık ve medeniyet bu ülkenin üstüne doğar. O devleti kimse yıkamaz, o milleti kimse yok edemez."
Hâmiyet ne ulvi bir durum halidir. Gelecek nesillerin bu duyguyla mayalanabilmesi temennisiyle.
Kendimizden başkası olmaya çalışırken ne Batılı olabildik ne de ne de Doğulu… Üstüne üstlük kimliğimizi de kaybedip orta yerde kalakaldık!
Kimliksizleşme, batı ile doğunun arasında yaşadığımız asimilasyon, Milli Reflekslerimizin esnetilip, tepkisiz yaşamın, sürecin halen devamı sorunun önemini gözler önüne sermektedir.
Bu olumsuz tablonun mesuliyeti öncelikle bizleri yönetme yetkisini elinde tutanlardadır. Sonrasın da Aydınlarda, bilim insanlarında, toplum önderlerinde, Din adamlarında, hepsinden önemlisi de kaderine razı olan bizlerde. Her türlü olumsuzluğa kisve olarak sunulan ve Dış Güçler olarak özetlenecek olanların da sorumluluğu az değil muhakkak.
En büyük sorumluluk, Birey olarak bende, sende onda yani bizdedir.
Bunca olumsuzluğu bünyesinde taşıyan toplumdan, liyakatli, ahlaklı, donanımlı, merhametli, beklentisiz, ar damarı henüz çatlamamış, düşülmüş bu bataklıktan tüm toplumu çekip çıkaracak KURTARICILAR beklemek pekte mümkün görünmüyor.
Top yekun öze dönme, yeniden topluma kaybettiği hasletleri yükleme, toplumu esaslarıyla yeniden inşa etme seferberliği başlatılmalıdır.
Türkün töresi, adeti, gelenekleri, toplum bilinci genç dimağlara nakış nakış işlenmelidir. Yeniden kökleri sağlam, gücünü atalarından alan yeni nesiller yetiştirmek elzemdir. Yoksa geleceğe ait umutlarımız maalesef ışık vermekten uzaktır.
Haydi hep beraber balkondan seyretmeyi bırakıp, meselelerin kaynağında buluşalım. Yeniden titreyip kendimize dönelim.
Dünya yeniden şekillenirken, figüran olmayı kabullenmeyen, dünya ya nizam verebilecek kudrette nesiller yetiştirelim. Yoksa zalimlerin iktidarında zulüm galip gelir, kan ve gözyaşı sel olup akar.
Her şerde bir hayır saklıdır. Dikkatiniz çekmek istiyorum ki, pandemi çıktığından beri hemen tüm şer odakları, dünyayı kan gölüne çeviren küresel eşkıyalar kendi telaşına düştüler. Hemen her coğrafya da savaşlar neredeyse durma noktasına geldi.
Virüsün varlığı, sebep olduğu sonuçlar, insanlara dayatılan yaptırımlar her ne kadar hoşumuza gitmese de en azından savaşsız bir dünyaya doğru gidişin sebebi olarak da görmek mümkündür.
İnsanlığa bulaşmış bu virüs belasının aşısını yapan 2 ülkedeki Bilim İnsanlarının Türk olması tesadüfü değildir. Türkün asli cevheri her yerde, her coğrafya da kendini göstermektedir. Yeter ki imkanlar verilsin, yeter ki kendi insanımıza güven duyulsun.
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ SAPTAMALAR
Neden Japonya'daki çocuklara kahvaltı da çok yumurta yediriyorlar?
Dikkatli okuyunuz...
Osmanlı Devleti'nin son 200 yılı dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'nin gıda politikasını Emperyalistler dizayn ettiğinden beri zihinsel olarak sağlam bir gençlik maalesef yetişmiyor. Asıl sorunun kaynağına hiç inmedik, tartışmadık. Japonya'da çocuklara 7 yaşından itibaren kahvaltı saati en az 2 yumurta yediriyorlar.
Ekmek genellikle yok, varsa da çok az.
Her akşam ise kesinlikle sofrada deniz ürünü yani balık kesin oluyor.
Japonya ve Güney Kore'de ceviz ithalatı son 50 yılda %140 artmış. Çocuklara durmadan ceviz yediriyorlar. Günde en fazla iki öğün yemek yiyorlar. Tamamen
protein odaklı bir beslenme var.
ABD'de teknolojik üretimin merkezi "Silikon Vadisi'nin" nasıl beslendiklerini anlattılar, şok oldum. 1950'lerdeki Alman Devleti'nin gıda politikasını araştırın.
Güney Kore'de Japonya'yı örnek almaya başladı. Bu ülkeler resmen çocuklara nasıl beslenmesi gerektiğini öğretiyor, dayatıyor.
Şeker, ekmek (Tam buğday, kepek fark etmez) odaklı beslenme beyin hücrelerini öldürüyor, beyin gelişimini mahvediyor. Marketlerdeki karbonhidratlı paketli ürünler tamamen operasyon aracı olmuş.
ABD halkı da geri zekalı, obezite olmuş. Çünkü aynı beslenmenin esiri olmuşlar.
Sadece Beyin Göçü ile farkı kapatıyor ya da özel olarak seçtikleri bireylerin beslenmesine önem veriyorlar.
Buradan net olarak söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nde milli bir gıda politikası olmadan kalkınma imkansızdır.
Türkiye'de protein bazlı ürünler pahalı iken karbonhidratlı ürünler neden daha ucuz?
En büyük protein bazlı ürün olan kuzu etini Türkiye'de kaç kişi yiyebiliyor? Hayvancılık neden bitirildi? Asıl milli mesele budur. Beka sorunu budur.
Matematik zekası olmayan, kod yazmasını bilmeyen gençliğin olduğu ülke yazılımda ilerleyemez. Yapay zeka maalesef geliştiremez.
Anne, babalara sesleniyorum. Çocuklarınızdan şekerli ürünleri, ekmeği uzak tutun. Bu ülkeye ve geleceğimize yazık etmeyin.
ESKİDEN ADETLERİMİZ
Zimem defteri
Zimem defteri günümüzde hepimizin bildiği veresiye defteridir. Ramazan’da zenginler, bakkal, manav gibi alışveriş yapılan yerlere gider, defterden rastgele sayfa koparır “Silin borçlarını, Allah kabul etsin” derlerdi.
Kahve
Günümüze gelen en bilindik adet kahvedir. Eskiden kahvenin yanında su getirilir, misafir, toksa önce kahveyi alır; aç ise suyu alırdı. Ev sahibi de ona göre ikramda bulunurdu.
Yaş sorulması
63 yaşından büyükler, yaşını açıklarken “Haddi aştık” cevabını verirlerdi. Nedeni ise Peygamber Efendimiz’in 63 yaşında vefatıdır.
Kız isteme
Kız isteme töreninde damadın namaz kılıp kılmadığı pantolonundaki diz izinden anlaşılırdı.
Penceredeki çiçekler
Sokağa bakan pencerede, sarıçiçek görürseniz bunun anlamı “Bu evde hasta var, kapının önünde ya da sokakta gürültü yapma” demekti. Kırmızı çiçek ise “Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekâr kız var. Evin önünden geçerken küfür etme ve konuşmalarına dikkat et” demekti.
Sadaka taşı
Eskiden cami ve türbelerin önünde sadaka taşları bulunurdu. Gösterişi sevmeyen zenginler, sadakalarını taşlara bırakır, ihtiyacı olan da gece gelip alırdı. Böylelikle geçim sıkıntısı çeken ve çalışma gücünde olmayan insanlar, dilenmekten kurtulmuş olurdu.
"TEŞEKKÜR ET !
Günaydın diyen komşuna.
Sana 40 yıllık hatırlı bir kahve koyana.
Evinin kapısını açana.
Bir tas çorbayla kapını çalana.
Uzun kuyruklarda sırasını verene.
İşi varken bile vakit ayırana.
Çocuklar gibi eğlendiğine.
İyiliğine konuşana.
Telefonla hatrını sorana.
İyi gününde olduğu kadar zor gününde de yanında olana.
Hiç beklemediğin anda sürprizler yapana.
Seni dikkatle dinleyene.
Gönlünü hoş tutana.
Beklentisiz yardım edene.
Sana hizmet eden herkese.
Suyunu odana kadar getiren annene,
Geleceğin için koşturan babana,
Arada kapıştığın ablana, ağabeyine,
Sana sadece sevgi veren kediye köpeğe
Seni okutan öğretmenine,
Servis yapan garsona,
Benzinlikteki pompacıya,
Apartmandaki görevliye,
Okuldaki hademeye,
Trafik çilesi çeken şoföre,
Etrafı çiçek kokutan bahçıvana,
Sokakları temizleyen çöpçüye,
Köşedeki simitçiye,
Mektuplarını taşıyan postacıya
Senden az’a ,senden çoğa.
Etrafında SEN gibi tüm insanlara.
LÜTFEN TEŞEKKÜR ET !
HAYATA SARIL!
Ensesinden tutacaksın ;
Hayatın sımsıkı...
Giden gidecek...
Biten bitecek...
Sen gitmeyeceksin!
Sarılacaksın sabaha...
Güneşe aya yıldıza...
Belki bir kuşun kanadına...
Bergamotlu tazecik bir çaya!
Deniz kokan ılık rüzgâra...
Sarılacaksın sevdana...
Sarılacaksın sımsıkı!
Ekmek gibi su gibi...
Son nefes gibi…
Bırakacaksın tüm güzellikler
Yüreğine yüreğine dolacak…
Sağlıklı, umutlu, huzurlu günlerimiz olsun. Sevgi ile, Ülkü ile kalın. Hoşçakalın.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.