Berat Hacı Ekseninde Doğu Türkistan Meselesine Bakış
Aslında yazımın başlığını “Modern Çağın Endülüs’ü” ya da “Uzak Vatan Doğu Türkistan” olarak düşünmüştüm fakat nasılsa Doğu Türkistan meselesi öyle bir defada anlatabileceğim bir konu değil, kısmetse diğer yazıların başlığı olur deyip derdimi/derdimizi bu minvalde ele almaya niyetlendim. Barat Hacı kimdir? Neden bu gün Çin hükümetinin Uygur Türklerine karşı insan hakları ihlalleriyle gündem olan Doğu Türkistan meselesine Barat Hacı ekseninden bakacağız birazdan anlatmaya gayret edeceğim, fakat isterseniz öncelikle doğu Türkistan neresi onu tespit edelim.
Emperyalizmin sofrasında Türkistan coğrafyası pay edilirken doğusu Çin payına düşen kadim yurdumuzun esir parçası.
Her karışında, Hun Türklerinden başlayarak Kök Türk, Uygur, Harzemşah, Gazne, Karahanlı, Selçuklu izleri olan topraklar.
Kaşgar, Urumçi, Turfan’ın sadece şehir değil medeniyet beşiği diye anıldığı coğrafya.
Yesevi’nin, İbni Sina’nın, Farabi’nin, Uluğ Bey’in, Yusuf Has Hacib’in, Kaşgarlı Mahmut’un doğduğu, yetiştiği, ışık saçtığı diyarlar.
Çin’in işgal altında tuttuğu, ele geçirdikten sonra “Sincan” yani “Yeni Kazanılmış Topraklar” adını verdiği Müslüman Uygur Türklerinin yaşadığı bölge.
Yüzbinler hatta milyonlarla ifade edilen sayıda insanın “Uyum” veya “Dönüşüm Sağlama” kamplarında tutulduğu yer. Yoksa daha dikkat çeksin, insanlık kör ve sağırı oynamasın diye 21. yüzyılın Auchvitz’i mi demeliydim? Ne dersiniz dünyayı bir kenara koyalım bizim ilgimizi daha fazla çeker miydi?
Kaybolan, kurşuna dizilen, çıplak bırakılan, prangalara yürümeye zorlanan, kampa henüz alınmayanların dahi evlerinde bir Çinli ile birlikte yaşamak mecburiyetinde kaldıkları soydaşlarımızın hali ile bir an olsun hemhal olur muyduk?
Üstelik uluslararası platformlarda ABD, bazı Avrupa devletleri ve hatta BM cılız seslerle de olsa meseleyi gündeme getirmeye başlamışken. İslam ülkelerinin sessizliğine mi yoksa içimizden çıkıp “Amerika destekliyorsa biz yokuz” diyenlere mi yanalım?
Bu bahse bir virgül koyup Barat Hacı’yı anlatmak istiyorum biraz da. Hafızam beni yanıltmıyorsa yıl 1995 veya 1996, İstanbul’da Çin zulmü protesto ediliyor. Elinde gök bayrak, sakalları apak bir adam kendini Çin konsolosluğunun demirlerine zincirlemiş sesini daha doğrusu Doğu Türkistan’ın sesini duyurmak için haykırıyordu. O vakit tanıdık Barat Hacı’yı. Doğu Türkistan Türkistan’ın yaşayan tarihi gibiydi. 20. yy da iki defa bağımsızlığını kazanan Uygur Türklerinin hürriyet kavgasının her aşamasında yer almış, Çin işgali sonrası girdiği zindanlarda bedel ödemişti. Ömrünün tam 21 yılını 120 x 150 ölçülerinde bir zindanda günde bir öğün yemekle geçirmiş, türlü işkenceler görmüş inatla hayatta kalmış bir dava adamıydı. 1993 de Türkiye’ye geldi, 2003 de Mekke de ölünceye kadar susmadı, Çin zulmünü haykırdı.
O zaman Doğu Türkistan ne Amerika’nın umurundaydı ne Avrupa’nın.
Bu gün ekonomik politikaları gereği ABD veya Avrupa, Çin’i sıkıştırmak için Türkistan kozunu masaya sürüyor olabilir. Bu bizim soydaşlarımıza bakış açımızı değiştirmemeli. İster bu günden bakın ister yirmi beş yıl önceye gidip Barat Hacı örneğinden bakın, isterseniz İsa Yusuf Alptekin’i hatırlayın sonuçta tıpkı yetmiş yıldır olduğu gibi sistematik Çin zulmünden ve asimilasyon politikasından örnekler görürsünüz, bizi ilgilendiren kısmı budur.
Yani demem o ki; Doğu Türkistan da yaşayan soydaşlarımızın dertleriyle dertlenmekle Amerikancı olmazsınız. Türk olursunuz, insan olursunuz.
Esir tek bir Türk’ün kalmadığı bayramları yaşamak dileğiyle…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.