Sedat SERDAROĞLU

Sedat SERDAROĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

BAŞBUĞLAR ÖLMEZ!

A+A-

Kimilerine göre o, 1960 İhtilali’nin kudretli albayı idi, kimileri adını 1980 ihtilaline giden süreçte sağ-sol kavgası diye yaftalanan günlerden duymuştu. Kimisi sadece Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak hatırlar. Bize göre ise kısa, net ve gür sesle ifade ettiğimiz “Başbuğ Türkeş” haykırışının muhatabıydı.

İşgal altındaki Kıbrıs’ta başlayan hayatının dönüm noktalarından ilki hiç şüphesiz daha Üsteğmenlik yıllarında  Türkçülük- Turancılık davasında yargılanmakta olan Atsız beye gönderdiği mektuplar nedeniyle tutuklanması olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanlar üstün iken Hitler bıyığı ile gezen omurgasızlar, savaşta üstünlük Sovyetlere geçince Türkiye’nin yörüngesini yeniden dizayn etmişler ve Türk uyanışından çekinen Sovyetlerin emirberliğini yapar olmuşlardı. Türkçülük artık suçtu. Türkeş Bey’in de aralarında bulunduğu aydınların ceza evlerine hapsedildiği bu fiili işleyenlerin ırkçılık ile suçlanıp yargılandığı dönemdi. Dava sürecinde tabutluklara kapatılmış, tırnakları çekilmiş ve türlü işkencelere maruz kalmıştı. Bu hadise, kendini içinde bulduğu fikir ve kavga günlerinin başlangıcına işaret ederken farklı iki noktayı daha geleceğe not düşüyordu. İlki, onu hiçbir zaman davasından taviz verirken gören olmayacaktı. İkincisi ise, ona muhabbet besleyen Ülkücüler, tıpkı liderleri gibi asla rahat yüzü görmeyecek, dahası işkencehanelerde ömür çürüteceklerdi.

Askerlikten kalma alışkanlık olsa gerek sert mizaçlıydı ama hepimiz onun babacan yanını bilirdik. Ülkücü şehitler için söylediği ve yüreği yanık bir babanın acısını tarif eden sözleri nedense hiç çıkmaz aklımdan: “Çoğu zaman rüyama girerler. Geçit resmi yapar gibi gözlerimin önünden geçerler. Oruç Reis ile kol kola Yusuf İmamoğlu, Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen, Erdem Arabacı, Ercüment Yahnici, Gün Sazak… Uykularım kaçar, kalkıp Cenab-ı Hakka sığınırım, ruhları için dua okurum. Ercüment gelir aklıma, mezar dar gelmişti yavruma, sığmamıştı. Onların ruhları bizim varlığımızın teminatıdır.

Allah(c.c.) hepsinden razı olsun.” Uzak görüşlüydü. Herkesin hayal olarak kabul ettiği Türk Dünyası’nın bir gün bağımsız olacağı idealine inanmış ve ülküsü uğruna çokça çaba sarf etmişti. Üstelik “Esir Türklere Hürriyet” diye haykırırken Türklerin çoğu dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetlerin yönetimi altındaydı.

Gün oldu devran döndü. Türk Dünyasının bağımsızlık fikrine gülenleri Azerbaycan’da Azatlık Meydanı’nda cennetmekan Elçibey ile birlikte selamladı.

Bütün Turan coğrafyasının dertleriyle dertlendi, en uzak coğrafyadakilerin umutlarını “Sizi Türkiye’de düşünenler var” diyerek taze tuttu. Türk vatanını bölmeye kalkan taşeronların:  “Anadolu etnik bir mozaiktir” safsatasına “Ne mozaiği ulan!” diye kükreyip toprağı vatan kılanların ruhlarına serin sular serpti.

Siyaset sahnesinde hep vardı. Hükümetlerde yer aldı, siyasi yasaklı olduğu dönemlerde dahi çok etkindi ama ülkücülerin iktidara geldiğini görmek ona nasip olmadı. Takvim yaprakları 4 Nisan 1997 cuma gününü gösteriyordu, akşamdı. O uğursuz son dakika şeritleri geçer ya televizyonun altından gözüm onlara takıldı korkuyla. Alparslan Türkeş rahatsızlandı, yoğun bakıma kaldırıldı diyordu. Ankara’da olanlar hastane önüne koştular, biz uzaktakiler televizyon başında, dilimizde dualar… Saatler geçtikçe söylenemeyen hakikati hepimiz anlamıştık ama kimse kabullenmek istemiyordu. Gece yarısını epey geçe yapılan açıklamanın“ Hakkın rahmetine kavuşmuştur.” kısmı çakılı kalmış aklımda.

8 Nisan Salı günü kalkacaktı cenaze. Bütün Türkiye Ankara’ya akıyordu adeta. Yangın yerine dönmüş yüreklere nazire yapar gibi bembeyazdı yollar, kar yağıyordu. Ankara da kar altındaydı ve mahşeri bir kalabalık vardı. Asla unutmayacağım o günü, kar ile abdest alan insanları hatırlıyorum. Biz şanslıydık damacana su ile abdest almış ve ıslak ayaklarımızı ısıtacak bir mağazaya sığınabilmiştik.

O varken başı öne hiç eğilmeyen çatık kaşlıların başı eğikti musalla önünde safa dizilirken. Cenaze namazı sonrası bu kez tabutu ardı sıra yürüdü sevenleri. Tekbirler  ve başbuğlar ölmez! sloganlarıyla inliyordu caddeler. Son kez fiziki olarak peşi sıra giden evlatları onu Beştepe’ye ebedi istirahatgahına bıraktı ve yetim çocukların burukluğuyla geri döndüler.

Bir daha çıkamadık o iklimden, sen gittin gideli hep bir yanımız eksik başbuğum.

Seni anıyor, arıyor ve özlüyorum.

Mekânın cennet olsun yol başçım!

Bir gün mutlaka…

04.04.2024

DENİZLİ

Bu yazı toplam 1430 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.