Ahh Ton Ton İhsan Amcam Ahh...
Sene Kasım 2013...
Okuldaki dersler bittikten sonra hemen metroya atlar, yurda uğrayıp kitapları bile bırakmadan Taksim’e giderdim. Yorgun olsam da hiç üşenmez kalabalığın vermiş olduğu coşku içerisinde uzun uzun yürürdüm İstiklal caddesinde. İhtişamlı tarihi binaların arasında dolaşırken masalsı bir dünyanın içinde hissetmekten alamazdım kendimi.
Yol boyunca sağlı sollu duran eski sinemaların afişlerini inceler, fırsat buldukça Galatasaray Müzesini tekrar tekrar dolaşır, tam çaprazındaki Yapı Kredi Kültür Yayınlarına uğrar mutlaka yeni çıkan kitapları inceler sonra da caddeden aşağıya doğru inerdim. İlk durağım her zaman Arter Sanat Galerisi yada Salt Beyoğlu ardından da mutlaka Pera Müzesi olurdu.
O gün ilk önce Pera Müzesine uğramıştım. Yine en üst kattan başlayıp her katta türlerine ve zamanlarına göre ayrı ayrı sergilenmekte olan muazzam tabloları ve yeni sergilenmeye başlayan sanat yapıtlarını büyülenerek seyretmiş, giriş katta bulunan daha önce okuduğum Suna Kıraç kitaplarını tekrar inceleyip, o güzel ruhuna dualar ettikten sonra içeride bulunan şık kafede bir ritüel haline getirdiğim sade türk kahvemi keyifle içmiştim her zaman ki gibi. Çıkışta ana caddeye çıkmaktansa düz devam edip ara sokaklardan ilerlemek gelmişti içimden, iyi ki de öyle yapmışım.
2 sokak aşağıda ahşap tek katlı binaya takıldı gözlerim, çok tatlı rengarenk ahşap ve cam objelerle süslenmiş şirin, otantik bir vitrini vardı. Bu şirin binaya bir göz gezdirmeden günü bitirmek istemedim. İçeriye girdiğimde çok tatlı, hafif göbekli ton ton bir amca yumuşacık ses tonu ile “ooo hoşgeldiniz hanımefendi, gel güzel kızım şöyle buyur” diyerek elimden kibarca tutup bana eşlik ederek bütün cam ve ahşap objeleri kendi elleri ile nasıl yaptığını hikayeleri ile birlikte anlatmaya başladı. Öyle güzel öyle tatlı anlatıyordu ki, telefonuma bakmasaydım 2 saati geçkin süredir tezgahların arasında dolaştığımızı fark edemeyecektim. Uzun zamandır ayakta bana hikayeler anlatmasından dolayı olacak üzerine hafif bir yorgunluk çöktüğünü söyledi, az ileride duran masasına
doğru ilerledi ve tahta sandalyesine oturdu. “Hadi bakalım güzel kızım çay çökmüştür. İkimize de şöyle demli bir çay koy da gel, sohbete devam edelim diyerek eli ile arkasında duran, önünde tül gerilmiş minik kapıyı işaret etti. Yerimden kalkıp içeriye geçtim. Anneannemlerin evinden aşina olduğum o eski kesme cam çay bardakları duruyordu bulaşık selesinde. Mis gibi beyaz sabun kokuyordu minicik mutfak. Bardaklara çayları koyup içeriye geçtim, karşısına oturdum. Masanın üzerindeki ahşap çerçevede çok tatlı 4/5 yaşlarında bir çocukla kucaklaşmış fotoğrafı duruyordu. “İşte bu da benim torun” deyiverdi gözlerinin içi gülerek, sonra da iç çekerek önünde duran ahşap oyma ile ilgilenmeye başladı. 1/2 dk. sonra göz göze geldik, “özlüyorum çok, bu fotoğrafı 2 sene önce çekilmiştik. Bayramda gelmişlerdi ziyaretime, uzun zaman oldu. Tabi anne babası çalışıyor Kayseri de, mesafe uzak çok sık gelemiyorlar bu yüzden” dedi. “Yavruma yazık oluyor, birkaç ay sonra da bayram, yine eve tıkılıp kalacak bayram sevincini de yaşayamayacak çocukcağız. Ah ahh oysa biz öylemiydik. Panayır gibi eğlenceli geçerdi bayramlar, gün hiç bitsin istemezdik” deyince merak ettim, sordum. “Sizin çocukluğunuzda nasıl geçerdi ki bayramlar?”.
Eline çay bardağını aldı, arkasına yaslandı, heyecanla anlatmaya başladı.
“Bayram arife günü başlardı bizim mahallede. Sokaklar, caddeler, tüm evler beyaz sabunlarla temizlenir, çamaşırlar yıkanır. Komşular birkaç evin bahçesinde toplanır börekler açar, sarmalar sarar, baklavaları da 1 gün öncesinden pişirir hazır ederlerdi. Bizler de akşam üstüne kadar sokakta oynar, ayak altında dolaşmaz sonra evlere dağılır yemeğimiz yer, tertemiz yıkandıktan sonra erkenden yatar uyurduk. Sabah uyandığımda heyecanla yataktan kalkar ve camın kenarında duran küçük masaya doğru ilerlerdim. Üzerinde annemin ben uyurken koyduğu yeni, jilet gibi katlanmış pantolon, gömlek yerde de yeni ayakkabılarım bir de plastik renkli top dururdu. Mutluluktan havalara uçar, hızlıca yeni bayramlık kıyafetlerimi giyer kolumun altına da topumu alır zıplayarak merdivenlerden iner ve anneme koşar sarılırdım, sonrasında bayram namazından gelen babamın elini öperdim. Hepimiz bayramlaştıktan sonra kahvaltı sofrasına oturur sohbet ederek annemin hazırladıklarını yerdik.” dedi, gülümsedim.
“Kahvaltı bitince hep birlikte evden çıkar, önce sokakta gördüğümüz komşularımız ile bayramlaşır sonra anneanne ve babaannemizin evine giderdik. Kapıdan girdiğimizde mis gibi mahlep kokusunu içime çeker sanki hiçbir şey yememişim gibi yeniden acıkırdım.
Büyüklerimin elini öper, onlara sıkıca sarılırdım. Bayram tertemiz ütülenip, kolalanmış içerisi bir miktar para ve şekerler ile dolu mendiller demekti. Biraz oturup sohbet ettikten sonra dışarıdan çocukların sesi duyulmaya başlardı, bende anne ve babamın gözlerinin içine bakardım. Tam o sırada evin büyüğü olan anneannem yada dedemin ağzından “Hadi bırakın da gitsin çocuk” cümlesi duyulur duyulmaz yerimden sıçrayarak kalkar hemen sokağa koşardım. Tüm çocuklar toplanıp aramızda mahalledeki evleri bölüştükten sonra gidip tek tek zillere basar, bizi bekleyen harçlık ve şekerlerimiz toplardık. Bazı yaşlı teyzeler bize çikolata da ikram ederdi. Ahh o Sagra çikolatanın tadı, hala damağımda. Biraz sonra meydana kurulan salıncağın gıcırtı sesleri duyulunca hemen salıncağa koşar sıraya girerdik. İşte o an bizim için dünyanın en güzel eğlencesi de başlamış olurdu. Komşulardan topladığımız tüm parayı salıncakta harcar sonra da tüm çocuklar herhangi bir evin bahçesine yayılıp topladığımız şekerleri iştahla midemiz bulanana kadar yerdik. Büyüklerimizin evinden çıkan ailelerimiz bizi kolumuzdan çeker, hep birlikte seyyar fotoğrafçıda günü ölümsüzleştirmek için fotoğraf çektirir sonra tek tek komşulara uğrardık. Ziyaretler bitince kağıt helva, macun alır yiye yiye eve gelirken o güne özel basılan Bayram Gazetesinden alıp eve gelirdik. Akşama da mutlaka ziyarete gelen bir akrabamız yada komşularımız olur hep birlikte sofraya oturur mahalledeki teyzelerimizin hep birlikte yaptığı yemekleri yiyerek sohbet ederdik. Yemekten sonra kanepelere geçerdik, evde mutlaka ya sütlaç yada meyve hoşafı olur, gramafondan çalan türk sanat müziğine eşlik ederek şarkılar söylerken tatlılarımızı yerdik.
Gecenin sonunda sevinçle ve yorgunlukla yatağa girerdim. Anneme biraz nazlanırdım, o da bana kıyamaz kendi babaannesinden dinlediği o güzel masallardan anlatırdı bana, uyur kalırdım hemen. O masalın sonu bir türlü gelemezdi. Ah benim canım anacığım, mekanı cennet bahçesi olsun. İşte böyle güzel kızım, günler hiç geçsin istemez, bayram hiç bitsin istemezdim. Sevinçti bayram, coşkuydu. Birlik beraberlik, kalabalık
sofralarda yenen lezzetli yemekler ve hiç bitmeyecekmiş gibi yaşanan eğlencelerdi.
Şimdikiler gibi evlere tıkılıp televizyon izlemezdik, Allah’tan cep telefonu da yoktu, herkes birbirini ziyarete giderdi anlayacağın mesaj atıp geçiştirmezdi. Özlerdi sevdiklerini, koşup sarılmak, sohbet etmek isterdi. İşte böyle güzel ve özel günlerdi”. diye anlatırken hem o günleri sanki bende yaşıyormuşum gibi dinledim onu hemde biraz kıskandım. Yüzümdeki ifadeden olacak ki, “ne güzel yaşamız değil mi, çok şükür yaşamışız. Yazık kızım sizlere, çok güzel günler yaşadığınızı düşünüyorsunuz ama yok kızım yok yok.. Şimdi herşey bozuldu, tüm ilişkiler menfaate döndü, sevgi saygı, huzur ve gerçek mutluluk kalmadı” dediğinde yüzüm düştü, “haklısınız” demekle yetindim.
“Ama yine de şükür kızım, sağlığınız, sağlığımız yerinde. Kapımızı çalan, elimizi öpen az da olsa insanımız var. Herşeyden öncesi sağlımız olsun. Gerisi olur gider” demişti.
Orada yaklaşık 4 saate yakın zaman geçirdikten sonra müsaade isteyip kalktım. Bana kapının dışına kadar eşlik etti. Elini öptüm, geçirdiğimiz hoş saatler için teşekkür ettim. Bana, “sen ne tarafta oturuyorsun, nasıl gideceksin hava da karardı” diye sorunca gülümsedim, “metro ile 3 durak gideceğim, uzak değil” dediğimde bana “yaz bakayım şu numarayı, evine gidince, sağ salim ulaştım diye bir telefon et bana” diyerek bir sabit hat numarası verdi. Birbirimizi Allah’a emanet ederek ayrıldık.
Yurda gelince hemen numarayı çevirdim, “kızım sen misin, gittin mi?” diye ses geldi karşıdan. “Geldim amcacım merak etme” dedim, “iyi yavrum, iyi ki geldin bugün dükkana ne güzel sohbet ettik” dediğinde, bende kendisi ile tanıştığıma çok memnun olduğumu ve hatta annesinin hiç sonu gelmeyen masallarını da merak etiğimi söyledim gülümseyerek. “O zaman haftaya yine gel, sabah gelecek olursan köşeden 1 tane simit al, bölüşürüz çayın yanında hemde sohbet ederiz” dediğinde inanılmaz mutlu olmuştum. O kadar ki telefonu kapatınca duygulanıp ağlamıştım da.
Sonrasında her hafta, sınavlarım olduğunda da 15 günde 1 uğradım yanına mutlaka. Sohbet ettik, masallar anlattı. O masalların hiç sonu gelmedi, “sonunu haftaya öğrenirsin, merak et ki yine gel” deyip yolladı hep. İstanbul dan ayrılınca da her cuma ve özel günlerde aradım onu.
Son zamanlarda biraz rahatsızdı, üzülüyor ve korkuyordu Corona dan ötürü.
Dün yine bayram münasebeti ile aradım, kızı çıktı telefona. Verdiği haberi duyunca inanmak istemedim.
Ah benim dünya iyisi, ton ton İhsan amcam. Zatürre olmuş, 3.günde vefat etmiş.
Bayramda ziyaret edilmeyi, hiç değilse aranıp sorulmayı isterdi, mutlu olurdu. 92 yaşındaydı ama 25 yaşındaki bir genç gibi hayat doluydu. En çokta hastalıklardan korkar, “sağlık olsun gerisi boş” diye dua ederek bitirirdi cümlesini.
Bugün bayram, dünya Covid-19 hastalığı ile sarsıldı. Kim derdi ki bizim gibi örf ve adetlerine bağlı bir millet bayramı eve kapanarak geçirecek. Ama İhsan amcamın dediği gibi “herşeyden önce sağlık olsun”. Daha sonra üzülmemek ve geri dönüşü olmayan kayıplar vermemek için bu zor günleri kurallara uyup, bilinçli bir vatandaş olarak geçirelim. Sevdiklerimize sarılamasakta arayalım, bugünümüzün kıymetini bilip, gelecekte yine beraberce geçireceğimiz güzel günler için bol bol dua edelim.
Büyüklerimin uzaktan da olsa ellerinden öpüyor, küçüklerimi de sevgi ile kucaklayarak hepinize iyi bayramlar diliyorum.
Hep söylediğim gibi;
Unutmayalım ki, dünyayı akıl ve sevgi kurtaracak.
Ve güzel kalpli İhsan amcacım, iyi ki seni tanımışım..
Seni ve sohbetlerimizi hiç unutmayacağım.
Mekanın cennet olsun.
Nurlar içinde uyu …
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.