Kutsanan siyaset ve güdümlü demokrasi

Kutsanan siyaset ve güdümlü demokrasi

Akıl ve bilimin yerine ikame edilen siyasal inanç ve ideolojilerin egemen olduğu yerlerde güdümlü demokrasiler yaygınlaşıyor. Akıl ve bilimden tamamen bağımsız olarak işleyen siyasal dincilik ile servet düşkünlüğü birleştiği zaman müthiş bir iktidar tutku

A+A-

Her toplumda, mutlaka yönetici ve yönetilen ayrımı vardır. Yöneticiler, toplumun davranışlarını belirleme ve etkileme gücüne dayanarak yönetilenlerin her daim kendilerine itaat etmesi arzusunu taşırlar. Milletleşme sürecine bağlı olarak yönetici ve yönetilen ilişkilerinin, toplumsal sözleşme kapsamında karşılıklı rızaya göre şekillenmesi anlayışı demokrasi düşüncesini doğurmuştur.

Toplumsal düzlemde demokrasi bilincinin geliştiği ve inanç değerlerinin siyasete karışmadığı ölçüde, temsili veya katılımcı demokrasi uygulaması başarıyla yürütülüyor. Buna karşılık, modernleşme ve sanayileşme süreci yarım kalan ve laiklik anlayışını içselleştiremeyen toplumlarda ise yalnızca seçimlerin olduğu güdümlü demokrasiler gözüküyor.

Temsili ve katılımcı demokrasiler

Akılcı düşünce ve bilimsel gelişme sürecine bağlı olarak gelişen sanayileşme, eğitimde fırsat eşitliği, orta sınıflaşma ve kent kültürüyle birlikte modern demokrasinin alt yapısı ortaya çıkmıştır.

Demokrasinin geliştiği ülkelerde, siyasal görüşler serbest ve özgür tartışmaya dayalı bir yarış içinde açıklanır. En iyi yöneteceği düşünülen siyaset toplumsal destekle yönetim yetkisini alır. Ülkedeki hukuk düzeni kapsamında bütün toplumu temsilen demokratik düzene işlerlik kazandırılır. Başarılı olursa devam eder; beklentileri yeterince karşılamazsa seçmen çoğunluğu tarafından ilk seçimde değiştirilir. Aslında, bu demokratik döngünün asıl kahramanı, doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü ve başarılıyla başarısızı ayırt etme konusunda seçme bilinci ve iradesi olan seçmen topluluğudur.

Seçmen iradesini çarpıtan ve gölgeleyen sübjektif değerler ve kollektif bilinçaltı duyguları fazlaca etkili değildir. Toplumsal gelişmeye bağlı olarak akıl ve bilimin öncülüğünde temsili veya katılımcı bir yönetim anlayışı kurumsallaşır.

Bazı müslüman ülkelerde demokrasi tipi

Akıl ve bilimin yerine ikame edilen siyasal inanç ve ideolojilerin egemen olduğu yerlerde güdümlü demokrasiler yaygınlaşıyor. Akıl ve bilimden tamamen bağımsız olarak işleyen siyasal dincilik ile servet düşkünlüğü birleştiği zaman müthiş bir iktidar tutkusu oluşuyor. İktidar sahipleri, yönetimden doğan güç ve serveti koruma aşkına, kendilerini kabul ettirmek için daha baskıcı bir tutum içine giriyor.

Uzun yıllar Hollanda’nın sömürgesi olarak yaşamış olup bağımsızlığını II. Dünya Savaşı sonrasında 1945’te kazanmış olan Endonezya demokrasisi, oldukça dikkat çekici bir örnek oluşturuyor. Endonezya, halkının büyük bir kısmı müslüman ama laikliği resmen benimsemiş değil. Geçmişinde hiçbir demokrasi deneyimi de bulunmuyor. Bağımsızlık sonrasında demokrasi denemesine girişmekle birlikte farklı siyasal aşamaya evrilmiştir. 1950-1957 yılları arasında ülke “temsili demokrasi” ile yönetilmeye çalışılmış ama 1957 yılında bu sistemin başarısızlığa uğramıştır. 1965’den itibaren dönemin o devlet başkanı Sukarno’nun liderliğinde “güdümlü demokrasi” adı verilen otoriter yönetim tarzına dönüştürülmüştür. 1966’dan bu yana ordu ve sivil bürokrasi destekli bir yönetim tarzı iş başındadır. ‘Yeni Düzen’ adı verilen ekonomik düzende, ülkenin imkanlarından en fazla yönetici aileleri, üst düzey askeri ve sivil bürokrasi ile yönetime yakın iş çevreleri yararlanıyor. Diğer toplum kesimleri de bundan kısmen pay alıyor (Göksoy, 1999,174-192).

Güdümlü demokrasi ve kültürel arka planı

“Güdümlü demokrasi” tipinde, demokratik yönetimin asli öğelerinden yalnızca seçim yapılıyor. Bir defa iktidar olunduktan sonra sürekli iktidarda kalmak amacıyla hukuk dışı yollara başvurularak yönetim aşırı bir otoriterlik ile toplumun muhalif kesimi baskı altına alınıyor. Demokratik seçim merdiveni ile yönetim kademelerine çıkıldıktan sonra, adeta seçim merdiveni atılarak, başkalarının yönetim katına çıkmasına anti demokratik engeller getiriliyor.

Güdümlü demokrasinin kültür arka planı

Akılcı ve eleştirel düşünce ile serbest tartışma kültürünün gelişmediği toplumlarda siyasal görüş ve inanç değerlerinin ideolojik bir saplantıya dönüşme eğilimi yüksektir. İdeolojiler, siyasal ve dinci görüşlerin dar bir anlam kalıbına sokulma hâlidir. Siyasetin ve inançların ideolojik bir kalıba dönüşmesi, akılcı eleştirel bakış açısını ve serbest tartışma ortamını tümden ortadan kaldırıyor.

Siyasetin ve inancın ideolojik bir tutkuya dönüşmesinin arkasında, çeşitli hayat olaylarında meydana gelen değişimlere, akıl ve bilim ışığında anlamlı bir açıklama getirememek yatıyor. Yönetici sınıf, toplumsal sorunları çözme kapasitesi azaldığı ölçüde ideolojik zihin dünyasına sığınıyor. Toplumsal değişme doğrultusunda ortaya çıkan yeni toplumsal beklentilere -özellikle liyakat sorunundan dolayı – uygun cevap verilemediği vakit, toplumun itirazını önlemeye yönelik baskıcı davranışlara başvuruluyor. Konumlarını korumak ve toplumu denetleyebilmek için toplumun zihin ve davranışlarını da aynı kalıplara hapsetmeye çabalıyor. Daha baskıcı bir yönetim anlayışı sergileniyor.

Güdümlü demokrasinin rantçı iş çevreleri

Güdümlü demokrasiye kayma olayında, zenginleşmenin ekonomik kıstaslara göre değil de siyaset yandaşlığından ileri gelmesi durumu da etkili oluyor. Akıl ve bilim temelli eğitime dayanan kent kültüründe zenginleşme, nispeten bağımsız bir girişimcilik ve üretken ekonomik etkinlikler üzerinden gerçekleşiyor. Otoriter ve gelenekçi toplumlarda servet, çoğunlukla siyasal iktidar yandaşlığına bağlı olarak rant kollayıcı tutumlardan kaynaklanıyor. Siyaset yoluyla zenginleşen türedi sınıf, özellikle iktidarın demokratik yoldan değişimini önleme konusunda yönetici sınıfa çok etkili bir medya desteği sağlıyor. Çünkü, servet ve mali varlıkları, ekonomik rekabete dayalı bir üretkenliğe değil, siyasal yandaşlık kotasında devlet imkanlarıyla zengin olmaya dayanıyor.

Toplumsal ekonomiye ciddi bir katma değer yaratmadan sırf siyaset yoluyla zenginleşen kesimler, iktidar değişimlerine karşı oldukça hazımsız davranıyor. Aynı şekilde, bulundukları konum ve elde ettikleri çok lüks hayatı sahip oldukları liyakat ve katma değere değil de siyaseten yapılmış bir tercihe borçlu olan kamu üst düzey yöneticileri de aynı refleksi gösteriyor. Böylece, siyaset kurumu, inanç, iş dünyası, kamu yönetimi, hep birlikte yozlaşırken demokrasi de güdümlü bir hale geliyor.

Kolektif bilinçaltı eğilimleri ve kutsanan siyaset

Demokrasilerde, ekonomik çıkarlar yüzünden siyasete eklemlenen zenginler ve sosyal yardımdan yararlanan yoksullar her daim vardır. Bunlar, mevcut yönetimler başarısız olsa bile desteklerini sürdürür. Ayrıca, doğu kültürlerinde, geçmişe yönelik eziklik ve hınç duygularının etkisi altında kalarak bu doğrultuda siyaseti çeldiren birtakım dinci topluluklar da bulunuyor. Siyaset, kendi karşıtlarını kamu gücüyle hizaya getirme aracı olarak görülür. Geçmişten kalan kızgınlık ve öfkenin yarattığı siyasal kin ve intikam duyguları, hukuk ve vicdan dışı uygulamaları tetikleyebilir. Siyaset yoluyla bir şekilde elde edilen iktidar ve devlet imkanları aracılığıyla siyasal rakiplerin tasfiyesi yanında toplum üzerinde psikolojik bir tahakküm kurulur. Böylece, büyük ölçüde içi boşalmış sosyal kurumların bağından boşanan yığınlar, siyasette demokratik tavırlar yerine kendilerini intikam ve rövanş alma heyecanına kaptırır. Destekledikleri siyasal iktidarın başarısızlıklarına rağmen, zihinsel ve psikolojik olarak şeytanlaştırılmış karşıt görüşe karşı olan hınç duygusuyla desteğini sürdürür.

Aslında, iş başındaki iktidar elitiyle olan yakınlığından dolayı kısa sürede zengin olan kişilerin ‘velinimet’ gibi gördükleri yönetimi destekleri anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, yoksul kitlenin yoksulluğa ve mülkiyet kaybına yol açan politikalar izleyen yönetimi hâlâ sahipleniyor olması oldukça ilgi çekicidir. Bu kapsamda, otoriter liderliğin hayranlık uyandırması, ezilmiş kişilerin gizlice özlemini duyduğu ve özel hayatlarında yürürlüğe koymaya çalıştığı otorite hayallerinin, destekledikleri iktidar aracıyla vücut bulması halidir (Zeldin, 1998, 138).

Sonuç olarak, laiklik ilkesinin hakim olmadığı ve içselleştirilmediği müslüman toplumlarda, ne aslına uygun bir din yaşantısı, ne de doğru dürüst bir demokrasi oluyor. İnanç değerlerinin siyasete alet edilmesinin sonucunda siyasetin kutsanır hale gelmesi demokrasi anlayışını çeldiriyor.

Türkiye’de de siyasetin demokratik bir döngü içinde kendi mecrasında işlemesinin temel güvencesi, Atatürk’ün Türk Devrimlerinden laiklik ilkesinin başka yönlere saptırılmadan aynı eksende uygulanmasına bağlıdır.

 

Theodore Zeldin (1998): İnsanlığın Mahrem Tarihi, Ayrıntı Yayınları: 227, İstanbul

İsmail Hakkı GÖKSOY (1999): “Bazı Müslüman Ülkelerin Yönetim Modeli Endonezya Ve Malezya Örneği”, Kutlu Doğum Sempozyumu – 1998 ; Yayına Hazırlayan Ömer Turan; İslâm ve Demokrasi, TDV Yayınları/291, Ankara 1999, ss.173-192

Feyzullah Eroğlu / Milli Düşünce Merkezi

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.