Kriz mühendisliği ve sessiz devrim
Önlenmeyen uzun süreli yüksek enflasyon, aile kurumunu dağıtır, hukuki ve ahlaki değerleri çürütür ve toplumsal bütünlüğü çözer. Toplumdaki mevcut kurumları işlevsiz hâle getirir.
Türk Bilgini Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri adlı eserinde kapsamlı kültür değişmelerini, ‘serbest kültür değişmeleri’ ve ‘zorunlu kültür değişmeleri’ şeklinde ikiye ayırır. Toplum yaşamında tabandan gelen kültür değişmelerini serbest kültür değişmeleri olarak tanımlar. Toplumun yaşam biçiminde tepeden inme ve yasal düzenlemeler üzerinden yapılan değişmelere ise zorunlu kültür değişmeleri adını verir.
Kültür değişme tipleri
Serbest kültür değişmeleri, çoğunlukla yüksek kültür düzeyine ulaşmış toplumlarda yaşanır. Bilgi toplumu aşamasına gelinmiş olması nedeniyle bir yandan değişimlerin öncülüğü yapılırken aynı zamanda değişimlere hızla uyum sağlanır. Söz gelimi, Batı toplumlarında toplumsal tabandan gelen bilinçlenme ve talep doğrultusunda, kadın hakları ve laiklik konusunda yeni düzenlemeler yapılmış olması gibi.
Zorunlu kültür değişmeleri, toplumsal gelişmeyi tıkayan eski alışkanlıklardan kurtulmak maksadıyla bazı kültür öğelerine müdahale edilmesidir. Eğitim ve bilinç düzeyinin yükselmesini beklemek yerine, yasalar yoluyla gerçekleştirilen bu kültür değişmelerine ‘devrim’ adı verilir. Devrimlerin asıl amacı, toplumun gelecekte yaşayacağı beklenilen kültür değişmelerini daha erken zamana çekmektir. Söz gelimi, Atatürk’ün, Türk Milleti’ni çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma amacıyla geçmiş zaman içinde zaten Türk kültüründe var olmakla birlikte bastırılmış olan kadın hakları ile laiklik devrimini yapması gibi.
Zorunlu kültür değişmesi yerine toplum mühendisliği
Postmodern çağın etkili iletişim imkânlarıyla birlikte yeni bir toplumsal değişme tipine tanıklık yapıyoruz: toplumsal mühendislik. Bu tip değişimde, toplum üzerinde birtakım krizler yaratılmak suretiyle belirli değişimler dayatılmaktadır. Görünürde ve söylem olarak serbest kültür değişmelerinin göstergeleri kullanılır. Birtakım dönüşümlerin yapılmasına ortam hazırlamak amacıyla kontrollü bir kriz yaratılır. Toplum, bu krizlerin bunaltısıyla uğraşırken siyasal iktidarın rejim değişikliği ile ilgili tutum ve eylemlerine karşı kayıtsız kalır. Normal şartlarda kabul edilmesi imkânsız olan bazı dayatmalar karşısında, kendi çaresizlik sarmalı içinde sessizce olanları izler.
Kriz yönetiminden kriz mühendisliğine
Krizler, ekonomik ve toplumsal olayların, kendileriyle ilgili ilke ve kuralların, olması gerektiği gibi normal akışında gitmemesinden kaynaklanır. Krizlerin çıkışına, çoğunlukla yöneticilerin bilgi yetersizliği ve aymazlığı neden olur. Yönetim biliminde, ileride krize yol açacak olayların sinyallerinin ilk fark edilmesinden sonuna kadar gerekli önlemlerin alınması sürecine kriz yönetimi denilir. Dinamik ve üretken toplumlarda krizler, istenmeyen birtakım olumsuz sonuçlara yol açmakla birlikte, yenileşme ve yeniden yapılanma konusunda önemli bir fırsat olarak görülür.
İdeolojik bir yönetim, toplumun büyük bir kesiminin kabul edemeyeceği yapısal dönüşümler için önceden tasarlanmış bir krizi tetiklemek suretiyle bu krizi etkili bir fırsat olarak kullanmak ister. Söz gelimi, Türkiye’de bir süredir süren ekonomik kriz, siyasal iktidarın bilgi yetersizliği ve yanlış politikasından çok, bir ekonomik kriz mühendisliğini andırıyor. Siyasal elitlerin, krizi önlemek yerine ‘krizi fırsata çevirmek’ şeklindeki yaklaşımlarına bakılırsa, önceden tasarlanmış birtakım amaçlara daha kolay ulaşılması amacıyla kasıtlı bir ekonomik kriz çıkartıldığı izlenimi doğuyor.
Akıl ve bilimle zıtlaşarak enflasyonla mücadele
Yüksek enflasyon, bilindiği gibi bir ülke ekonomisinde ‘toplam arz’ ile ‘toplam talep’ arasında ekonomik bir dengesizliktir. Enflasyonun önlenmesi için toplam harcamayı kısıcı ve sonra da üretimi artırıcı para ve maliye politikalarıyla denge durumu yeniden sağlanır. Amaç, yönetici sınıf başta olmak üzere bütün ekonomik aktörlerin, belirli bir denge oluşuncaya kadar öncelikle piyasada harcamaları azaltmasıdır. Bunun aksi karar ve davranışlar, enflasyonla mücadele sayılmaz; üstelik enflasyon ateşini körükler.
Yüksek enflasyonun klasik önlemi, faizi yükseltmek suretiyle kişi ve kuruluşların, zorunlu harcamalar dışındaki paraları tasarruf etmelerini çekici hâle getirmektir. Asla yapılmaması gereken işlem ise enflasyon ortamında ‘faizi düşürme’ eylemidir. İnsanlar, tasarruf etmekten vazgeçer ve paralarını harcamayı tercih ederler. O zaman, enflasyon daha fazla tetiklenmiş olur. Yahut da paralarını, ekonominin dengesini daha fazla bozucu döviz, altın ve taşınmaz mallara yöneltirler.
Enflasyon ortamında, vatandaşların ‘yastık altındaki’ tasarruflarını piyasaya çıkarma çağrısı da bir anlamda enflasyon artışlarını tetikleyecek bir öneridir. Gerçekte, enflasyonla mücadelede, tasarruf çağrısı yapılır; tasarruflarınızı (belki de kefen paralarını) ‘çıkartın’ ve harcayın denilmez. Yönetici sınıfın, millî ekonomiye yarattığı katma değerden çok daha fazlasını kişisel ‘itibar’ uğruna gösteriş yatırım ve tüketimi olarak harcaması da gerçekte enflasyonu azdıran başka bir etkendir. Ayrıca, belirli bir katma değer yaratma becerisinden çoğu yoksun olan milyonlarca sığınmacı nüfusun, toplam talep üzerindeki baskısı önemli bir enflasyon nedenidir. Bu nüfusun, ısrarla ülkeye yerleştirilmesi yönündeki politika çok şiddetli bir enflasyon etkisine sahiptir. Yüksek enflasyona başka nedenler aramak, gerçek enflasyon etkenlerini perdeleme çabasıyla bir şark kurnazlığı sergilemektir.
Postmodern bir enflasyon mücadelesi
Enflasyonla mücadele, ‘söylem’ ve ‘eylem’ tutarsızlığı çerçevesinde postmodern bir anlayışla yapılıyor. Enflasyon lobisi büyük servetler elde ediyor. Bu arada, kamu ekonomisine çöreklenmiş Türk Devrim karşıtları, ekonomik anlamda giderek güçleniyor. Bu kitle, Türk kimliği, cumhuriyet ve laiklik karşıtı olup Atatürk adıyla özdeşleşen her değer ve kuruma şiddetle karşı çıkıyor. Küresel güçlerin desteğinde kurulan Türk devrimi karşıtları, çeşitli siyasi parti, dernek, vakıf ve güdümlü dinsel cemaatler olarak geniş bir kesimin davranışlarını yönlendiriyor. Sahip oldukları kitle iletişim araçları ve sosyal medya yoluyla birçok kamu gücünü etkileme imkanına sahipler. Çok etkili bir algı yönetimi ve psikolojik savaş teknikleri kullanıyorlar. Siyaset ve toplum ilişkileri bağlamında Türk Milleti’ni bölme ve Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti dönüştürme çabaları, adeta sessiz bir devrim gibi ilerliyor.
Yüksek enflasyon bir kriz mühendisliği mi?
Önlenmeyen uzun süreli yüksek enflasyon, aile kurumunu dağıtır, hukuki ve ahlaki değerleri çürütür ve toplumsal bütünlüğü çözer. Toplumdaki mevcut kurumları işlevsiz hâle getirir. Yüksek enflasyon, toplumda çözülme, mülkiyet yapısında bozulma, işsizlik ve yoksulluğun yaygınlaşması gibi sosyo-ekonomik krizler dalgasına yol açar. İnsanlar, işsiz güçsüz, aşsız ilaçsız, eğitimsiz ve güvensiz oldukça haksızlık karşısında direnme kapasitelerini kaybeder. Toplumsal dayanıklılık ve dayanışma, ciddi bir yıkıma uğrar. İnsanların çoğu, gündelik yaşam kaygısından sıyrılıp nasıl bir geleceğe doğru sürüklendiklerini düşünemez duruma gelirler. Toplum, ağır bir çaresizlik psikolojisine ve derin bir sessizliğe bürünür. Toplumsal çaresizlik ve sessizlik, millî yapıya ve rejime yeni bir format atma niyetinde olanlar için sessiz bir devrim yapma arzusunu harekete geçirir.
Sonuç olarak, yüksek enflasyonun en fazla mağduru yoksullaştırılmış ve çaresiz bırakılmış Türk Milletidir. Türk Milleti, ekonomik gücünü kaybederken, belki de ileride normal şartlarda asla razı olmayacağı uygulamalar karşısında toplumsal dayanıklılığını da kaybediyor.
Kriz mühendisliği yoluyla yürütülen sessiz devrimin siyasal hedefleri ile milyonlarca sığınmacının zihniyetleri arasında çok büyük benzerlikler olduğu görülüyor. Sessiz devrimin sosyal tabanı, ‘sessiz işgal’ ile sessizce genişletiliyor!…
Prof.Dr.Feyzullah Eroğlu
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.