Erbil’in Türk Kimliği ve Tarihi Gerçekler
Ali Kerküklü (Irak’taki Türkmenlerin Sessiz Çığlığı Kitabının Yazarı)
Erbil, Kerkük gibi bir Türk şehridir. Türkmenlerin yoğun yerleşim merkezlerinden biridir. Erbil şehri altın çağını Erbil Atabeği’nin Türk hükümdarı Muzafferüddin Gökbörü (Mavi Kurt) döneminde yaşamıştır. 1438 yılında da Türkmenlerin kurduğu Karakoyunlu Devletinin yönetimine girmiştir. Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuştur. Musul, Altunköprü, Bağdat-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali’nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuştur.
Muzafferüddin Gökbörü devrinde (1136-1190) imar edilen Erbil, iki kısımda gelişmiştir. Aşağı Erbil nehir kenarında, geniş bir vadide yayılırken, Yukarı Erbil tepe üzerinde kale içine sıkışıp kalmıştır. Erbil’in merkezinde olan kale, üç mahalleden oluşmaktadır. Doğuda Saray, güney batıda Tophane ve Kuzeyde Tekye (Tekke) Mahalleleridir. Kalenin surları, eski kalıntıları üzerine Gökbörü tarafından yeniden yaptırılmıştır. Gökbörü’nün evladı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasi halifesine kalan Erbil, Moğol istilasından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamıştır. 1731’de, Nadir Şah’a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş, 1849’da esaslı bir şekilde tamir edilmiştir. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yy. başlarına kadar Bağdat’a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiştir.
Türk hükümdarı Muzafferüddin Gökbörü, devletinin ve saltanatının küçük olmasına rağmen, İslam dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Aşağı Erbil’de yüksek minareli bir ulu cami (1190 yılında), bir medrese, 4 darul-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimari eserlerle donatmıştır. Ulaşım yollarının kavşak noktasında bulunan Erbil, 12-15. yy.larda büyük bir ticaret merkezi durumundaydı. 1309 (Rumi) Musul Salnamesi’ne göre, 4.000 nüfuslu Erbil merkezinde 4 bin nüfus yaşadığını ve bunların Türkçe konuştuğunu, 2 cami, 10 mescid, 6 medrese, 5 sıbyan mektebi, 5 darul-aceze, 1 kışla ve 3 hamam bulunuyordu. Kale içindeki Kale Camii, Hacı Molla İbrahim Camii, Ömerağa Medresesi ile Şeyh Şerif Tekkesi halen kullanılmaktadır. Erbil’deki en önemli tarihi kalıntılar, Erbil Kalesi, Kapalı Çarşısı, Seyit Ahmet tepesi ve Ulu Camii (Muzafferiye- Çöl) Minaresi’dir. Erbil’de Türk mührü eser aramaya gerek yok. Erbil’de her şey, Erbil’in kendisi Türk mührü.
Selahattin Eyyubi’nin (Muzefferüddin Gökbörü’nün eniştesi) Kürt olduğunu iddia ediyorlar. Oğulları, Ağar Şerefeddin, Zahir Mücireddin, Muzaffer Kutbeddin, Eşref Muizzeddin, Muazzam Fahreddin, Muhsin Zahireddin, Rükneddin…. Ve kardeşlerinin adlarına baktığımızda, ağabeyinin adı Turanşah'tır. Kardeşlerinin adları ise, Tuğtekin ve Böri'dir, öz be öz Türk adlarıdır. Acaba bu iddialara tarihçiler ne diyor. Irak’ta Babillilerin yaptığı Babil’in asma bahçelerinin Kürtler tarafından yapıldığını ileri sürüyorlar. Yarın FatihSultan Mehmet’in de Kürt olduğunu iddia ederlerse kimse şaşırmasın. Zira tarihsizler, yapay geçmiş yaratmaya çalışıyorlar. Kürt tarihçileri ve aydınları bir dala tutunmak ve yeni bir tarih yaratmak istiyorlar, ama tarihi dayanakları yok ve iddialarını da hiçbir tarihi kaynak doğrulamıyor. Yapabildikleri tek şey, başka milletlerin tarihi şahsiyetlerini ve kültürel varlıklarını kendilerine mal etmeye çalışmak.
Arapça yayın yapan Lübnan Televizyon kanalı anb’de Türk şehri Erbil hakkında bir televizyon programı yayınlanmıştı. 1190’da Erbil Atabeyliğinin Türk hükümdarı Muzefferüddin Gökbörü (Mavi Kurt) tarafından yaptırılan camii tamamen yıkılmasına karşılık minaresinin büyük kısmı sağlam olarak günümüze kadar gelebilen ve Erbil’in kaleden sonra en önemli tarihi yapısı olan bu eser hakkında (Muzafferiye olarak adlandırılan çöl minaresi), anb televizyonu kanalının sunucusuna kendini Kürt tarihçisi olarak tanıtan biri, “Muzafferiye minaresinin motiflerine dikkatlice bakınız, tamamen Kürt motifiyle yapılmıştır” diye anlatıyordu. Tarih bu kadar çarpıtılabilir mi? Camii ve minare motiflerinde Kürt motifi var mıdır?
Kürtler şimdi de yeni bir tiyatro oyunuyla ve tarihi gerçekleri çarpıtarak öz be öz Türkmen şehri Erbil’in adını Kürtleştirmek için Hawler diye değiştirdiler, neden mi? Çünkü Kaynaklarda ve arşivlerde Erbil’in Türkmen olduğunu yazıyor. 1976 yılında diktatör Saddam Hüseyin Türkmen şehri Kerkük’ü Araplaştırmak için adını Al-Tamim olarak değiştirmişti. Kerkük’ün adı değişti mi? Değişmedi, şimdi Saddam nerede! Zindanlara atsalarda, kanımızı dökselerde, Erbil hep Erbil Kalacaktır. Bu tarih hırsızları Türkmen Şehri Erbil’in adını değiştirmekle kendilerini ele vermiyorlar mı? Sizce tarihi olan bir toplum bu gibi dayanıksız ve gülünç işlere tenezzül eder mi? Yorumu sizlere bırakıyoruz.
Erbil, Irak Türklerinin folklor ve halk edebiyatı bakımından çok zengin merkezlerinden biridir. Geleneklerine ve göreneklerine sıkı sıkı bağlı olan Erbil Türkmenleri, uzun hava türünden olan hoyrat ezgileri ve Türküler bakımından da renkli bir yöredir. Özellikle Erbil’in en büyük ses sanatçısı olarak ün yapan Şahaba (1885 – 1945)’dan sonra rahmete kavuşan Muşko adı ile de tanınan Şevket Sait (1915 – 1990), Erbilli Haydar Abdurrahman (1926 – 1986). Bütün Irak Türkleri tarafından çok sevilmiş okuyucular idi. Ayrıca Hacı Cemil Kapkapçı (doğ. 1904), Faik Bezirgan (doğ. 1918), Mehmet Ahmet Erbilli (doğ. 1933) ve Yunus Hattat (doğ. 1933) gibi değerli ses sanatçısı ve bestekarlar yetiştirmiştir.
Tarihte de ün yapmış olan Erbil’in eski çağlardan beri varlığı biliniyor. Irak’ta yurt edinen Türkmenlerin de ilk kalesi Erbil sayılır. Hatta ve hatta Irak’ta Türklüğün çatısının ilk defa Erbil’de kurulduğunu söylemek daha doğrudur. Onun içindir ki Erbil ve onun Türkmen kimliği Irak’ta yaşayan her Türkmen’in en büyük övünç kaynağı olmuştur.
Rus araştırmacı Vladimir F.Minorsky “Türkmenler; Telafer, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tazehurmatu, Tavuk, Tuzhurmatu, Kifri ve Karatepe gibi şehir ve kasabalarda ve Musul bölgesinin güneyinden geçen tarihi “İpek Yolu” denilen yol üzerindeki bölgede çoğunluğu teşkil etmektedirler.”
Dr. Fazıl Hüseyin’in “Musul Sorunu” kitabının 2’nci baskısının 92’nci sayfasında, Erbil, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri hakkında Milletler Cemiyeti raporunda şunu yazmıştır: “Milletler Cemiyeti komisyonu bu şehirlerin sakinlerinin asıllarının Türk olduklarını belirterek Erbil’de, Türklerden beş, yarısı Türk, yarısı Kürt olan ve bir de Yahudi mahalle vardır. Komisyonun ifadesinde, hükümet denetiminde tek gazete basıldığını, burada yayınlanan resmi fermanlarda Arapça ve Türkçe dillerinin kullanıldığını belirtmiştir.”
Amerikalı yazar Khristina O’Donelly “The Horseman” adlı kitabında Irak Türklerini ve maruz kaldıkları haksızlıkları şöyle anlatıyor: “Irak’ın üçüncü milliyeti olan Türkmenler, Orta Asya’dan 1000 sene önce göç edip Musul, Kerkük ve Erbil’e yerleşmişlerdir. Kimse de bunların çektikleri acıları hatırlamaz, haksızlığa uğrayan bu insanların ise hiç mi yaşamaya hakları yok? Acaba bunlar ikinci sınıf insanlar mı? Hükümetler ise hep gerçek sayılarını sakladı, ki Türkmenler gerçekte 2 milyonun üzerinde bir nüfusa sahipti. Allah aşkına bilmiyor musunuz? bunlar Türk asıllıdırlar, Türkiye, eski Sovyetler Birliğinin güneyinde yaşayanlar gibi (Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan). Bazı Irak Hükümetleri tarafından asimilasyona ve yok edilmeye maruz kalmışlardır. Bu topluma karşı Baas rejimi tarafından yoğun insan hakları ihlalleri yapılmıştır (Şimdi de Kürtler daha beterini yapmaktadırlar, Ne yazık ki Türkmenlerin kaderi bu gün bile değişmemiştir). Özellikle öğrenci ve aydın kesimine baskı, hapis ve idamlar yapılmıştır”.
Eğer Türkmenlerin dışında Erbil ve çevresine Türkmenlerden daha önce başka bir topluluk yerleşmiş ise, neden kendi dillerinde adlar kullanmamışlardır? Eğer bu topraklar iddia ettikleri gibi çok eskiden beri Kürtlere ait ise, o kadar çok verimli toprak, mera ve su var iken Kürtler neden dağları mekan seçmişlerdir? Kaldı ki, Türkmenler vatan haline getirdikleri bu topraklarda tarih içerisinde altı tane devlet ve beylik kurmuşlardır.
Bölgede Türkler tarafından kurulan Türkmen devlet ve beylikleri şunlardır:
a. Irak Selçuklu Devleti 1118-1194
b. Atabeylikler
(1) Musul Atabeyliği 1127-1233
(2) Erbil Beyliği 1144-1233
c. İlhanlılar Devleti 1258 -1339
d. Celayirliler Devleti 1339 -1410
e. Karakoyunlu Devleti 1411 -1468
f. Akkoyunlu Devleti 1468 -1508
Bu bölge eski uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu nedenle buranın eski yerlisi olan Türkmenlerin yarattığı uygarlığın kalıcı izlerine her adımda rastlanmaktadır. Şayet Kürtler, Erbil’in yerel halkı iseler tarih, medeniyet ve kültür mirasları nerede? Buna karşılık bölgede Kürt topluluklarına ait bir tane bile medeniyet eseri bulunmamaktadır. Bugün dahi Irak’ta yaşayan kitleler arasında kültür düzeyi en yüksek olan topluluğun Türkmenler olması iddiamızın bir ispatıdır.
Kerkük’teki demografik yapının Kürtler tarafından değiştirilmek istenmesinin nedeni, aynı politika daha önce Türkmen Şehri Erbil’de uygulandığı için biliniyordu. Amaç, gelecekte yapılacak olan herhangi bir nüfus sayımında üstünlüğü sağlayarak avantajlı bir durumu yakalamaktı. Böylece rahatlıkla Kerkük’ün bir Kürt kenti olduğunu iddia edip ve Kerkük petrollerine el koyabileceklerdi. Nitekim 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Kürt grupların kontrolüne geçen Türkmen Şehri Erbil’de de aynı planı başarıyla uygulamışlardı. 1991’den beri Erbil şehrini Kürtleştirmek amacıyla yürütülen demografik yapıyı değiştirme politikaları semeresini vermiş ve bugün gelinen noktada Kürt nüfusu Türkmenlere yaklaşmaktadır. Erbil’de Türkmen kimliğini silmek için yoğun şekilde çalışmalar sürmekte. Erbil’in en eski yeri olan kale içerisinde yer alan ve Türkmenlerin yoğun şekilde yaşadığı yerler Kerkük’teki gibi boşaltılmıştır. 2005 Seçimlerinden bir kaç gün önce şehrin Türk olduğunu kanıtlayan kitapların olduğu kütüphane yakılmıştır.
KÜRTLER ARASINDA ÇATIŞMA VE BİRBİRİNİ BOĞAZLAMA SÜRECİ
Mayıs 1994’te KDP ( Mesud Barzani) ve KYB (Celal Talabani) arasında kanlı bir çatışma başladı. Çatışma nedeni Habur Sınır Kapısı’ndan elde edilen gelirin paylaşılamamasıydı. Kürtler arasında bu çatışmalar ve birbirini boğazlamalar yıllarca devam etti, bu çatışmalar sonucunda binlerce Kürt öldü.
Irak Türkmenleri 1. Körfez Savaşı sonrası maruz kaldıkları katliamların bir yenisini de, 31 Ağustos 1996’da Erbil’de yaşadı. Güvenlik bölgesi içinde olan Türkmen şehri Erbil, silah zoru ile Talabani’nin kontrolünde iken, Barzani, Saddam’la gizli işbirliği yapıp Talabani’yi Erbil’den çıkarma planını uyguladılar. Erbil’de bulunan Irak Türkmenlerinin önde gelen insanlarını, Barzani’nin peşmergeleri ve Kürt Kıyafeti giyimli Irak muhaberatı ( Irak istihbaratı) tarafından, sığındıkları büro ve evlerden alınarak Bağdat’a götürülüp, vahşice katledildiler. Olaylarda Türkmen kurum ve kuruluşları, enformasyon, siyasi, yardım, radyo ve televizyon, matbaa ve Türkmeneli gazetesi büroları, ayrıca 22 Türkmen okulu yağmalanarak tahrip edildi.
Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz, 31 Ağustos 1996 tarihinde yaptığı açıklamada “22 Ağustos 1996 tarihinde Mesut Barzani, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’e bir mektup gönderdi. 17 Ağustos 1996 tarihinden beri Celal Talabani güçleri ile İran tarafından Çoman ve Sidekan bölgeleri ciddi saldırılara maruz kalmışlardır. Mesut Barzani mektubunda; bu olay çok büyük bir planın başlangıcıdır. Bu hususta zat’ı alinizden Irak ordusuna emir verip tehlike saçtıran yabancı güçlerle, işbirlikçi Celal Talabani’nin ihanetine de son vererek Irak ordusunun Erbil’e girmesini rica ederiz.”
Bölgede İsrail ve ABD’nin en güvendiği adamı Mesud Barzani’nin Irak hükümetiyle temasa geçmesi ABD’yi telaşlandırmıştı. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı R. Pelletreau, Mesud Barzani ve Celal Talabani’ye birer mektup göndererek çatışmalara son vermeleri çağrısında bulundu. ABD iki Kürt grubunu 30 Ağustos’ta Londra’ya davet etti. Londra’daki ABD büyükelçiliğinde yapılan görüşmede bir ilerleme kaydedilemedi. 31 Ağustos 1996 günü Irak ordusu Barzani’nin isteği doğrultusunda saldırıya geçti. Irak’ın 10. zırhlı tugayı, 40 bin askeri, tankları, uçak savarları ve her türlü silah donanımıyla silah zoru ile Talabani’nin elinde olan Türkmen Şehri Erbil’i kuşattı. Kısa sürede Erbil’i Talabani peşmergelerinin elinden aldı. Telefona sarılan Talabani, Dışişleri Bakanı Yardımcısı Pelletreau’yu arayarak ABD’nin müdahalede bulunmasını istiyordu. 2 Eylül’de Irak ordusu Erbil’den geri çekilerek buranın denetimini Mesud Barzani ve KDP’li peşmergelere bırakıp giderken Erbil’deki her yere Irak bayrağını asmıştı. Olan yine Türkmenlere olmuştu. İsrail ve ABD’nin işbirlikçileri ve İsyancıları cezalandıması beklenen Saddam’ın hedefinde Türkmenden başka düşman yoktu. Irak istihbaratı, Kürt kıyafeti giymiş KDP peşmergelerinin yardımıyla yüzlerce Türkmeni tutuklayıp, kurşuna dizdi ve bir kısmını da Bağdat’a götürdü, akıbetleri ise bugüne kadar meçhul kalmıştır. Kürtler her zamanki gibi Türkmenlerin siyasi parti, kurum, kuruluş ve okullarını yağmalayıp talan ettiler. Erbil’de Türkmenlere yapılan bu katliam, Irak’ın devrik Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in idam cezasına mahkum edildiği Duceyl davasına konu olan olaydan farklı değildir, Davada Saddam 148 Şii’nin ölümünden sorumlu tutuldu ve idam edildi. Türkmenlerde Erbil’deki katliamın peşinde olacaklardır ve bu olaydan sorumlu olanlardan mahkemelerde hesap soracaklardır. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Türkmenlere yapılan bu katliamın hesabını mutlaka ödeyeceklerdir, diktatör Saddam Hüseyin’in ödediği gibi.
Bu sırada Celal Talabani, hiçbir çağrıya kulak asmayarak Mesud Barzani ile her türlü diyalogu reddediyordu. “Barzani haindir.” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor ve: “O, Bağdat’ın ajanıdır. Efendisiyle görüşmeyi tercih ederim.” diyordu. Kimin kimi hain ve ajanlıkla suçlamaya hakkı vardı? ”Karga kargaya, yüzün kara” diyordu. Zaten Mesud Barzani ve Celal Talabani, Kürtler arasında isimlerinin önünde taşıdıkları sıfatları olan hain, işbirlikçi anlamına gelen Cahş diye anılmıyorlar mı? Cahşın cahşa söz söylemeye hakkı var mıdır? Belki tek bir şey söyleyebilirler: Acaba hangimiz daha büyük cahştır?
“BİR TÜRKMEN ŞEHRİ ERBİL’İN TARİHÇESİ”(1)
“Erbil, Zağros Dağları’nın batı eteklerinde Büyük ve Küçük Zap nehirlerinin arasında Musul–Bağdat yolu ile Anadolu ve İran’dan gelen başlıca kervan yollarının birleştiği askeri ve ticari açıdan önemli bir noktada yer alır(2). Kuzeyinde Türkiye ile Musul’un bir kısmı, Güneyinde Kerkük, Doğusunda İran ve Süleymaniye, Batısında Musul ile sınırlanmıştır. Yüzölçümü 15.870 km ve 1957 yılı sayımına göre nüfusu 272.527’dir. Bağdat’ın 350 km kuzey doğusunda yer alan Erbil, çok eski bir şehir olup M.Ö. 2000’lerde Sümer yazıtlarında “Urbelü” ve “Er-bul” olarak geçmektedir. Babil ve Asurlar zamanında adı iki kelimeden ibaretti: “Arba-iylü(3) Erbil’in ortasında bulunan Erbil Kalesi eski tarihli kaynaklarda “Erbaelü” olarak zikredilmektedir ve şehrin büyük bölümünü kapsar. Kale, şehrin yeni kurulan bölgesinden 39 m yüksekliktedir. Muhkem ve sağlam surla çevrili olan kalenin iki kapısı vardır. Bu özellikleriyle (Halep kalesine benzemektedir). Osmanlı zamanında yapılan kalenin kapalı çarşısını Muzafferüddin Gökbörü yaptırmıştır. Doktor Efez, Erbil Kalesini şöyle tanımlamaktadır:
“Aynen Kerkük Kalesi gibidir. Bir yüksek yuvarlak tepe üzerine kurulmuş ancak Kerkük Kalesi’nden 20 feet (fit) daha yüksektedir. 60 bin m2 bir alanı kapsar ve içinde tophane, tekke ve saray, üç de mahalle vardır”.(4)
Kale içinde 4.000 ev bulunmakta olup ana dil olarak Türkçe konuşulmakta idi.(5) Kerkük ve Erbil bölgesini yurt edinen Haclu kabilesi ve Doğan topluluklar.(6) bu Türklerdendi. Eski yabancı ve Arap kaynaklarında ve komisyon raporlarında Erbil şehir halkının Türk olduğuna dair birçok belgeye rastlanmaktadır.
Bir gezgin, Kerkük’ü güzel ve muazzam bir şehir olarak tanıtmış ve halk arasında yaygın olarak kullanılan dilin Türkçe olduğunu vurgulamış, Erbil’in de her bakımdan gerek doğa gerekse insanları ve sosyal hayat bakımından Kerkük’e benzediğini ifade etmiştir.(7) Erbil’in Siyasi valisi W. R. Hay, “Belli bir şerit üzerinde bazı şehirler vardır. Bu şehirlerde yerleşik vatandaşlar Türkçe konuşurlar. Kerkük şehri de Türklerin yoğun olduğu merkezdi. 1.Dünya Savaşı’ndan önce nüfusu 30 bin olan şehrin etrafında da Türkçe konuşulan bir çok köy vardı.” Yazar kitabının başka bir yerinde ise “Halkının Türkçe konuştuğu önemle zikredilmesi gereken iki ayrı yerleşim yeri de Erbil ve Altunköprü’dür”,(8) şeklinde ifade de bulunmaktadır. Bir Arap yazarı ise Erbil için “Son dönemde Osmanlı kalesi hâlen şehrin ortasında olup üç yerleşik mahallesi mevcuttu. Bunlar Doğuda Saray, Güneybatıda Tophane ve Kuzeybatı’da Tekke’dir.” Yerleşim adlarından da anlaşıldığı üzere Erbil’in Türklerle meskun bir şehir olduğu anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Hüseyin Fadıl “Musul Meselesi” adlı kitabında ise Kerkük ve Erbil’in Türk nüfuslu olduğunu tespit etmiş ve milattan sonraki Türk yerleşim bölgelerine komşu şehirlerin de asıl menşelerinin Türk olduğunu ve bölgede en popüler kişilerin Türk olduğunu teyit etmiştir ki bu şehirlerinden biri de Erbil’dir. Bunun yanı sıra Kerkük’teki hükümet kontrolündeki tek resmi gazetenin de Türkçe olduğu resmi yazışmaların da Türkçe ve Arapça olduğu yine tespitleri arasındadır.(9) Yabancı müelliflerden Feric, eserinde, “Tikiri kasabası ve civarı Kürt iken Mendeli, Bakuba, Şehriban, Bende ve Erbil kazaları İlhanlılar zamanından kalma Türklerle meskun idi. Diğer unsurların tazyiklerine rağmen milli lisanları ve vicdanlarını tamamıyla kaybetmemişlerdi.”(10) şeklinde ifadede bulunmuştur.
Başka bir kaynağa göre ise: Dicle’nin doğusunda Musul-Bağdat anayolunun çevresindeki yerleşim birimlerinden 1920’li yılların başlarında Altunköprü bütünüyle, Erbil, Karatepe, Tuzhurmatu, Taza Hurmatu, Tavuk ve Kerkük, çoğunlukla Türklerin yaşadığı kentler olup bunun dışında Kifiri, (Salahiye) ve Hanakin’de de önemli miktarda Türk bulunmakta idi.(11) Komisyon İnceleme raporlarında (s.39) nüfus bilgileri ile ilgili olarak açıkça bilgi verilmektedir: Erbil kentindeki yedi mahalleden beşinin muhtarının Türk olduğu birinin yarı Türk yarı Kürt, birinin ise Yahudi olduğu belirtilmektedir. Bundan da Erbil kentinin büyük bir çoğunluğunun Türklerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Nitekim İngiliz yazışmalarında da genellikle Erbil’in bir Türkmen kenti olduğu belirtilmektedir. Yine aynı komisyon raporlarında geçen Irak nüfus verilerinde Erbil Livasında 2.780 Türk’ün yaşadığı ileri sürülmektedir. Liva (kent) merkezi dışında hiçbir yerde Türk olmadığı varsayılsa bile ki bu varsayım yanlış olur, yine de kent merkezinde yaşayan Türklerin sayısının 4-5 kat fazla olması gerekmektedir.(12) “Münş’ü Bağdadi” adlı eserde Erbil kalesinde 4.000 ev bulunduğu ve ana dillerinin de Türkçe olduğu bildirilmektedir.(13) 1919 yılında İngiliz Yazarlarından Wilson, Noel’in yazdığı kitapta Erbil’in bir Kürt kenti olduğu yolundaki savının da gerçeği yansıtmadığına, kent nüfusunun çoğunluğunun Türk soylu olduğuna ve kentte Türkçe konuşulduğuna dikkat çekmektedir. 06.12.1919’da İngiltere’nin Hindistan Bakanlığı, düzenlediği toplantıda, katılımcılardan Albay Leachman, Bir Türkmen şehri olan Erbil’in kesinlikle Kürt yönetimini yeğlemeyeceği görüşünde idi.(14) Margaret Bainbidge “Dünya Türkleri” adlı kitabında (s.163): “Bazı kuzey kentlerinde Türkmenlerin Kürt nüfusu içindeki payları değişmiştir. Bazı Türkmenler Bağdat, orta ve güney Irakta ki kentlere göçmüşlerdir. 30-40 yıl öncesine kadar büyük Türkmen nüfusa sahip Kerkük, Erbil, Hanekin gibi kuzey kentlerine de Kürtler ve Arapların iç göçleri olmuştur. 30 yıl önce Kerkük’te pek az Kürt vardı ve kent sakinlerinin büyük çoğunluğu Türkmen’di. Bunun gibi 1958 yılına kadar Erbil nüfusunun %75’i Türkmendi.(15) Türkmen toplulukları Irak’ın Kuzey dağlarının eteklerinde ve Bağdat, Musul eski karayolu boyunca bir dizi kent ve köyde yaşamaktadırlar. Bu yerleşim birimleri arasında Karatepe, Kifri (Salahiye), Tuzhurmatu, Tavuk, Kerkük, Altunköprü, Erbil ve Musul ötesinde de Telafer bu merkezlerdendir.(16)
Tarihi bakımdan Irak’ta Türklüğün çatısı ilk önce Erbil’de kurulmuştur. Gökbörü dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır. Kentte Türk adı taşıyan mahallelerin olması ve halkının da kendilerine has öz Türkçe şiveleri kullanmaları şehre Türk damgası vurmuştur.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Erbil’de Zeyneddin Küçükoğulları (1144-1233), Musul’da Atabeyler ve Kerkük’te Kıpçakoğulları adını taşıyan Türk beylikleri kurulmuştur. Erbil, 1190’dan 1233’e kadar geçen yıllarda hüküm süren Muzafferüddin Gökbörü zamanında altın çağını yaşamıştır. Böylece bölgeye 1514’e kadar Türk hanedanları hükmetmiştir.(17)
Osmanlı devrinde ise Yavuz Sultan Selim döneminde Bıyıklı Mehmed Paşa (1518) Mardin’i fethetti. Sonra Bedri Bey’in yardımıyla Musul Osmanlı hakimiyetine girdi. Musul ile beraber Telafer, Sincar, Hasankeyf, Ormu, Oşnu, Erbil ve İmadiye, Osmanlı Devleti’ne bağlandı.(18) Böylece bu dönemde Diyarbakır, Irak’ın kuzeyi, Erbil ve Kerkük sancakları ile Irak-ı Arap Bağdat Eyaleti, Düleyim ve Divaniye sancaklarını kapsayan bölge Mehmed Paşa tarafından Osmanlı Devleti sınırlarına katılmıştır. Böylece Safavilerin en kıymetli topraklarından 121.000 km’lik kısım ve Musul, Erbil ve Kerkük Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Bu dönemde Irak’ın kuzeyinde Türkmenler çoğunluk, Arap ve Kürtler azınlık konumunda idiler.(19)
Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi (1534) dönüşünde Göktepe’de iken Erbil’e Dasnı Hüseyin Beyi tayin etmiştir.(20)
1529’da Erbil, Bağdat’a bağlanmıştır.(21) 1560 yılında Erbil, Kerkük ve Şehri-zor’un birleşmesi için hüküm gönderilmiş,(22) 1568’de Şehrizor’a bağlanmıştır.(23) H 977 1569 yılında Şehrizor sancağına Erbil Beyi Bege Bey tayin olmuştur.24 (Ayni Ali Efendi Risalesi’nde Şehrizor Eyaletinde, Kerkük Sancağı’na bağlı olarak gösterilmektedir.)(25)
17. yüzyılda Erbil Sancağı iki kısımdan ibaretti; tepe üzerinde kale ve diğeri de düzlük kısımdaki idi. Şehir surlarla çevrili idi. Akarsular bakımından zengin olan şehirde iki kehriz ve bir cami vardı. Erbil kalesinin çevresi bir hendekle çevrili idi. Nehrin ikiye böldüğü şehrin halkı ziraatla meşguldü.(26)
18. yüzyıl başlarında Kerkük, Erbil, Köysancak, Şarabazar, Revanduz ve Harir sancakları Musul eyaletinden ayrılarak Şehrizor adıyla Merkezi Kerkük olan yeni bir eyalet kurulmuştur. 1850’de Musul, Bağdat Eyaleti’ne bağlı bir mutasarrıflık, 1867’de ise Şehrizor yine Bağdat’a bağlı bir sancak düzeyine indirilmiştir.(27) Aynı yıl Musul tekrar vilayete tahvil olunarak Kerkük (Şehrizor) de Musul’a ilhak olunmuştur.(28) 1897’de Erbil, Musul vilayetinde Kerkük Sancağına kaza olarak bağlanmıştır.(29)
20. yüzyılın başlarında eski büyük vilayetlerin yerine teşkil olunan sancaklar (liva) esas alındığında Erbil de bu sancaklar arasında yer almıştır.(30) Daha önceden kaza düzeyine indirilen Erbil’in 1919’da eyalet yapılmasıyla tekrar Osmanlı modeline dönülmüştür.(31)
Ekonomik yönden Erbil 1600’lerin üçüncü çeyreğinde Musul’la aynı düzeyde idi. Erbil, Kerkük, Zaho gibi kasabaların geçim kaynağı olan hayvancılık ve tarım, buna bağlı olarak deri, et, yün ve tarım ürünleri sadece kendi şehirleri için değil bölge için de önem arz ediyordu.(32) Bunun yanı sıra Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük ve Hanekin’de bazı Türkmenler ticaret yaparken bazıları da küçük zanaat, küçük esnaflıkla uğraşmakta idiler. Bir kısmı ise mesleklerini icra etmek veya memuriyet için Irak’ın değişik şehirlerine göç etmişlerdir.(33)
Erbil’de Türkmen kültür ve sanatının köklü ve zengin bir geçmişi vardır. Türkmen folkloru ve sanatı açısından da önemli bir yerleşim birimi olan Erbil bir çok şair ve edebiyatçı yetiştirmiştir. Bunlar arasında Cercis, Mail (Abdi), Garibi, Nesrin Erbil yıllarca Erbil’de Türkmenlerin kimliği ve varlığının korunması için mücadele etmişlerdir. Erbil’de 1970 yılında Türkmen Türkçe’siyle eğitime başlanmıştır.(34) 1980’de Kerkük ve Erbil’de Araplaştırma kampanyası çerçevesinde buralarda yapılan Türkçe eğitime son verilerek, Türkçe eğitim yapan okullar kapatılmıştır. Hâlbuki 1922’de Irak’la İngiltere arasından yapılan anlaşmanın 3. maddesi gereğince Anayasada vatandaşlar arasında fark gözetilmemesi, okullarda ana dilde tahsil görülmesi teminat altına alınıyordu. Bu prensipleri göz önünde tutan hükümet, 1925 yılında yayınladığı ilk anayasa metnini Arapça, Türkçe ve Kürtçe olarak basmış, 1931 yılında yayımlanmış olan “74” numaralı “yerli diller” kanunu ile tespit edilmiştir. Bu kanun gereği başta Kerkük ve Erbil olmak üzere bazı Türkmen bölgelerinde muhakemenin Türkçe olarak yapılması kabul edilmiştir. Türkmenlerin çoğunluğu teşkil ettiği okullarda da eğitimin tamamen Türkçe yapılması kararlaştırılmıştı.(35) Son olarak, Dizayi, Erbil’de asıl millet unsurunu Türklerin teşkil ettiğini yazarken neden bir grup Kürtün kendi aralarında ve özel görüşmelerinde Türkmence konuştuklarını izah edememektedir. Kaldı ki bu bağlamda asil ailelerin adlarına örnek verirken Avcılı ve Doğramacı gibi ailelerin adlarını zikrederken bunların da Kürt olduğunu söylemekte bir mahzur görmemiştir.(36)
TÜRKİYE’DE HACETTEPE VE BİLKENT ÜNİVERSİTESİ’NİN KURUCUSU ERBİLLİ TÜRKMEN İHSAN DOĞRAMACI
Yüksek Öğretim Kurulu’nun kurucu başkanı, Hacettepe Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi kurucusu rahmetli Prof. Dr. İhsan Doğramacı Erbillidir. 3 Nisan 1915’te Irak’ın Erbil kalesinde doğan İhsan Doğramacı, İlk tahsilini Erbil’de Türkçe Yaptı. Lozan antlaşmasına göre Irak’ın Türk şehir ve kasabalarında eğitimin Türkçe yapılması gerekiyordu. Bu sebeple İhsan Doğramacı tahsilini Türkçe yapmış oldu. Ondan sonra İngilizlerin baskısı üzerine Lozan antlaşmasının bu şartı göz ardı edilerek Türkçe eğitim yasaklandı. Bunun üzerine İhsan’ı ailesi orta tahsil için Beyrut’a, yüksek tahsil için İstanbul’a gönderdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini 1938’de birincilikle bitirdi. Londra’da 1971’de Kraliyet Tıp Koleji üyeliği yapmış, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde 1947-1954 yılları arasında öğretim görevlisi, doçent ve profesör olarak hizmet vermiştir. 1963-1965 yılları arasında Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nde bulunmuştur. Prof. Dr. Doğramacı, ODTÜ Mütevelli Heyet Başkanlığı (1965-1967), Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü (1967-1975), Tıp ve Sağlık Bilimleri Milli Konseyi Başkanlığı (1974-1981) yapmıştır. Doğramacı, Yüksek Öğretim Kurulu’nun ilk başkanlığını (1981-1992) da üstlenmiştir. Değişik üniversitelerden fahri doktora unvanı verilen Doğramacı, birçok uluslararası akademi ve pediatri cemiyeti üyesiydi.
Prof. Dr. Doğramacı’yı akademik camia için ayrıca önemli kılan, 1985’te Türkiye’nin ilk özel üniversitesi Bilkent Üniversitesini kurması ve diğer birçok üniversitenin kurulmasına da destek vermesi olmuştur. İhsan Doğramacı, uluslararası birçok kuruluşta ve örgütte onursal başkanlık, başkanlık, yönetim kurulu üyeliği, üyelik, danışmanlık görevlerini de yürütmüştü. Çok sayıda makalesi ve kitapları yayımlanan Doğramacı, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok ödül kazanmıştır.
Soru: Sizin Irak yerine Türkiye’de yerleşmenizin sebebi nedir?
Cevap: Bütün Erbilliler gibi ben de Türk ailesine mensubum. Anamın, babamın, dedelerimin, ninelerimin evde konuştukları dil Türkçe idi. İngilizlerin baskısı ile okullarda Türkçe eğitim yasaklanınca tepki olarak ailem beni Beyrut’a sonra da İstanbul’a okumaya gönderdi. Aslında milletlerin türünü bildiren en başta gelen husus hatta unsur evde konuştukları dildir.
Soru: Türkmenlere bir mesajınız var mı?
Cevap: Irak’taki Türkmenler bulundukları bölgenin bütünlüğünü bozmamalı, öte yandan dillerini muhafaza edip geliştirmeleri ve bu sebeple Türkçe eğitim veren ilk okulların açılması için yerel otoritelerle (Erbil’de) temasa geçmeli ve bunun sağlanması için çalışılmalı.”
ERBİL'İN TARİHİ SİMGELERİ
Türkmenler, Erbil kalesinde nüfusun hemen hemen tamamını oluşturuyordu. Kaledeki onlarca evde hayat 2007 yılına kadar sürdü. O yıl başlayan onarım adı altında kale yerleşime kapatıldı.
Kerkük Kalesinde oturanların hemen hemen tamamı Türkmendi. Türkmenlerin simgesi Kerkük Kalesi, en eski tarihi eserleri de surları içerisinde saklamaktadır. Saddam rejimi 1990 yılında Kerkük Kalesinin tarihi eserlerini onarmak adı altında Kaleyi yıkma ve sakinlerini boşaltma planını uygulamaya koyar. Kale, 1995 yılında Saddam Hüseyin’in talimatıyla zorla tamamen boşaltılır ve 1997′den itibaren 2003′e kadar yüzlerce geleneksel Türk tarihi evleri ve eserleri dozerlerle yerle bir edilir. Türkmenlere ait ne varsa, evleri, tarihi eserleri, hatta mezar taşları bile yok edilir. Amaç Kerkükün Türkmen özelliğini ve izlerini silmekti.
Kalenin karşısında ve Şehir meydanının bir diğer köşesinde ise Erbil'in geleneksel Kayseri çarşısı bulunuyor. Osmanlı döneminde yaptırılan ve Erbil'in en önemli ticari merkezleri arasında yer alıyor. Yaklaşık 200 yıllık geçmişe sahip '' Kapalı (Kayseri) Çarşısı'' içerisinde her çeşit ürünün bulunduğu 600 iş yeriyle Erbil'e gelenlerin uğrak mekanları arasında yer alıyor. Erbillilerin 'Bazar' dediği çarşı, kentin ekonomik can damarlarından biri.
Şimdiki hali 1850'li yıllarda Suriyeli yapı ustaları tarafından klasik Osmanlı çarşısı şeklinde inşa edilen Kapalı çarşısı, o dönemde Çin'den, Afganistan ve Pakistan'dan gelen kervanların hem konaklama hem de mallarını sergileme mekanı olarak kullanıldı.
Erbil Kapalı (Kayseri) Çarşısı'nı ziyaret eden yabancıların uğramadan geçemediği çarşının çaycısı Halil Salih, 64 yıldır çaycılık yaptığı pazarda, içindekilerin sürekli değiştiğini fakat çarşının asıl yapısında hiçbir değişikliğin olmadığını söylüyor.
Işıl ışıl kuyumcular, farklı baharat kokuları ve rengârenk züccaciyeciler, Tarihi Kapalı Çarşısı’nı süslüyor. Bu çeşitlilik çarşıyı Erbil’in en renkli mekânı kılıyor. Erbil’in merkezinde yer alan Kayseri Çarşısı şehirde görülmesi gereken ilk duraklardan biri.
Tarihi Kapalı Çarşısı'nın İstanbul’daki Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı'nı andıran bir havası var. Kentin en büyük çarşısı olarak bilinen Kayseri Çarşısı, yüzyıllardır altın, hediyelik eşya, baharat, şifalı otlar, köylerden gelen organik ürünler, kahve, pekmez, bal, şekerleme, kuruyemiş, bakliyat ve geleneksel kıyafet arayanların uğrak yeri. Çarşıda ayrıca küçük eşyalar üreten marangoz ile terzilere de rastlamak mümkün. Kayseri Çarşısı'nın sokakları, satılan ürünlere göre sınıflandırılıyor. Kuyumcular, aktarlar ve süs eşyaları satan dükkânların hepsi farklı sokaklarda. Tarihi çarşının esnafı, çeşitli bölgelerden ziyaretçiler ağırlıyor.
Erbil'in tarihini en iyi yansıtan bir başka yapı da Muzafferiye-Çöl Minaresi. 12. yüzyılda Türk hükümdarı Muzafferüddin Gökbörü tarafından inşaa ettirilen minarenin birçok kısmı ve hatta minarenin bulunduğu ana camii yıllar içerisinde yıkıldı. Ancak doğuya eğilmiş 36 metre yüksekliğindeki Muzafferiye-Çöl Minaresi, asırlara meydan okumayı başardı.
Sekiz köşeli bir kaide üzerinde yükselen Muzafferiye-Çöl Minaresi aslında çift şerefeli inşa edilmişti. Ancak bugün minareden geriye sadece bir şerefe kaldı. Minare geçtiğimiz yıllar içerisinde daha fazla yıkıma uğramaması için güçlendirildi.
Erbil Kalesi, Kayseri Çarşısı ve Muzafferiye-Çöl Minaresi birçok savaş görmüş olsalar da yıllara meydan okuyan binalar arasında yer alıyor. Zira şehrin Türk tarihi hâlâ bu yapılarda yaşıyor.
ERBİL’DE TÜRKMEN GERÇEĞİ
Araştırmacı-yazar Dilşat Terzi’nin “Erbil’de Türkmen Gerçeği” yazısında, güzelim Erbil şehrini bakın nasıl anlatıyor: “Dün Erbil kapalı çarşısına yolum düştü. Eşim ve çocuklarımla birlikte bir şeyler almaya gittik. Kala kapısının hemen karşısındaki Bakkallar çarşısına girdik.
İlk anda gözüme bir şeyler çarptı. Buradaki esnafın kimi eski mesleğini koruduğunu, kimilerinin mesleğini değiştirdiğini gördüm. Bu çarşıda genellikle Irak çapında meşhur olan Erbil peynir ve yoğurdu satılır.
Fakat bazı esnaf artık eski mesleğinden vazgeçerek süt ürünleri satmıyorlar, bunun yerine dükkanlarını beyaz eşya veya elektrik malzeme tezgahına dönüştürmüşler. Yani burada bir meslek değişimi söz konusudur. Bu böyle olunca çarşının çehresi de değişiyor. Artık burada o nefis Erbil peyniri ve yoğurdunun koksunu fazla almıyor insan.
Erbil kapalı çarşısındaki esnafın hepsi olmasa da yüzde yetmişi Türkmen’dir. Ben bunu şimdi için söylüyorum. Bu oran yetmişli ve seksenli yıllarda yüzde doksanın üzerinde idi. Bu çarşıda yetişip büyüyen birisi olduğum için bunu rahatça söyleyebiliyorum.
Çarşıda rahmetli babamın terzilik dükkanı vardı. Yanlız babam değil amcamın da dayı ve teyze oğullarımın da dükkanları vardı.
Erbil’deki önemli mesleklerin hepsi Türkmenler’in elinde idi. Çünkü kentin yerleşik sakinleri Türkmen’dir. Bu bir oranda şimdi için de geçerlidir. Erbil’in en zengin tüccarı Türkmenlerden’dir.
Erbil’de aynı zamanda bürokraside de güçlü bir Türkmen varlığı söz konusudur.
Erbil Türkmenleri çok iyi eğitim görmüş bir toplumdur. Bunun için eskiden olduğu gibi kentin en tanınmış doktorların, mühendislerin, avukatların, yargıçların ve diğer meslek erbabların çoğu Türkmen’dir.
Dün Bakkallar çarşısında kızım Sevgil, naylon takı ve süs eşyası satan bir dükkanda sergilenen eşyalar dikkatini çekince hemen “Baba bana biraz takı” al dedi. Ama ben takıdan anlamam bunun için annesi devreye girerek pazarlık yapmaya başladı. Dükkan sahibi Türkmen olduğumuzu hissetti ve mahalli şiveyle bizimle konuştu.
Erbil Türkmenleri diğerlerinden kolay fark ediliyorlar. Uzaktan da olsa birisini görsem Türkmen olup olmadığını hemen farkedebilirim.
Bir de Erbil’de Türkmenler içinde şöyle bir kanı var. “Hepimiz birbirimize akrabayız” deriz. Yani Erbilli Türkmenler’in aile şeceresi araştırılırsa gerek baba gerek ana tarafından olsun hepsi birbirlerine akraba çıkar. Bu birinci belden veya ikinci veya üçüncü belden olabilir.
Erbilli Türkmenler’in hepsinin birbirlerini tanımaları, bir zamanlar kentin tek sakinleri olmalarından kaynaklanıyor. Bu durum Erbil’in Hıristiyanların yaşadığı Ankava mahallesi için de geçerlidir. Mahalledeki Hıristiyan vatandaşların hepsi birbirlerini tanırlar. Çünkü burada kendilerinden başka milletler yaşamıyor.
Bir kaç yıl önce Erbil’in tanınmış simalarından sayın avukat Sanan Ahmet Ağa “Erbil ve Erbilli” adlı eserinde Erbil’in Türkmen gerçeğini gündeme getirdiğinde kıyamet koparıldı. Erbil’de Kürt medyası adama ağızlarına geleni söylediler, onu kötülediler, ama o sırf gerçekleri yazdı, hem de belgelere dayanarak.” Sanan Ahmet Ağa “Erbil ve Erbilli” adlı eserinde belgelere dayanarak Erbil’in kökeninin Türkmen olduğunu belgeler. Türkmen karşıtları, Kürtler ve Barzani’nin güdümündeki medya, Sanan Ağa’ya karşı büyük bir saldırıya geçerler. Bu sırada Sanan Ağa’nın evi de bombalanır. “Her zalim gerçeklerden korkar ve onların üstünü örtmeye çalışır.”
Dost ve düşman bilmelidir ki, Türkmen şehri Erbil Irak Türklerinin Kalesidir ve ata yurdudur. Türkmenler yerinden, yurdundan, toprağından ve haklarından asla vazgeçmeyecek, kimseye de boyun eğmeyecektir.
Ali Kerküklü
Kaynaklar :
1- Suphi Saatçi, Kerkük dergisi, sayı:10 1992.
2- Şemsettin Küzeci, Kerkük Dergisi, yıl: 1, sayı 2, Temmuz 2005.
3- Stratejik Analiz, Sayı 35, Mart 2003
4- Özkan, Tuncay, CIA Kürtleri, Kürt Devleti’nin Gizli Tarihi, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
5- Sadun Köprülü, 31 AĞUSTOS 1996 MESUT BARZANİ, ERBİL KATLİAMI.
5- Ali Kerküklü, Oyun İçinde Oyun Kerkük, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2006.
Dipnotlar :
1 Yazımızın bu bölümünde Yrd. Doç. Dr. Nilüfer Bayatlı’nın “Kardaşlık” Dergisinin 27. sayısında aynı başlık ile yayınlanan makalesine yer verilmiştir. Bu bölüm, tamamen sayın Bayatlı’nın çalışmasıdır. Tarafımdan bir ilave yapılmamıştır.
2 Sami Es-Saka, “Erbil” mad. DİA, C.2, İstanbul 1995, s.273
3 Nilüfer Bayatlı. XVI. Yüzyıl Musul Eyaleti, Ankara 1999, s.106 - 107
4 Ahmet Kuşcuoğlu, “Min Mealimin Erbil Et Tarihiye” Kardeşlik Dergisi, s.5 - 6
5 Bayatlı , a.g.e , s.107
6 Bahaeddin Ögel, Doğu Anadolu, Ankara 1922, s.22
7 Longrigg, Four Centries of Modern Iraq (terc. Cafer Hayat), Bağdat 1941, s.12
8 Ziyat Köprülü, Irak’ta Türk Varlığı, Ankara 1996, s.10 - 11
9 Ziyat Köprülü, a.g.e., s.11 - 12
10 Feric, Kürtler Tarihi ve İctimai Tadkikat, İstanbul 1934, s.72
11 İhsan Şerik Kaymaz, Musul Sorunu, İstanbul 2003, s.31 - 32
12 Aynı Eser, s.458
13 Seyyid Mehmed El Hassan, Münşi’ü- Bağdadi 1948, s.77
14 İhsan Şerif Kaymaz, a.g.e., s.129
15 R.L.lawless, Irak’ın Türk Halkları, (çev. Mehmet Harmancı), İstanbul 1995, s.163
16 Aynı Eser, s.164
17 Ziyat Köprülü, a.g.e., s.31
18 Hoca Saadettin efendi, Tac’üt-Tevarih, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), C.IV, Ankara 1992, s.270
19 Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,C.5, İstanbul 1983, s.63
20 Bayatlı, a.g.e., s.29
21 İsmet Parmaksızoğlu, Kuzey Irak’ta Osmanlı hakimiyeti, Ankara 1973, s.23
22 MD. No.3, Sıra 741, s.264
23 Kamil Kepeci, No:17670, s.470
24 MD. No.3, Sıra 743, s.264
25 Ayni Ali Efendi Risalesi, Ayn-i Ali Risalesi Kavanin-i Ali Osman Der Hülasa-i , Mezamin Defter-i, Divan, İstanbul1018, s.34
26 Bayatlı, a.g.e., s.106 - 107
27 Kaymaz, a.g.e., s.24
28 Mususl – Kerkük ile İlgili Arşiv Belgeleri, Ankara 1995, s.30
29 Longrigg, a.g.e., s.339
30 Bayatlı, a.g.e., s.38
31 Kaymaz, a.g.e., s.86
32 Dina RizakKhoury, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Taşra Toplumu, (çev. Ülkü Tansel) İstanbul 1999, s.27
33 R.L.Lawless, a.g.e., s.166
34 Suphi Saatçi, “Türkmen Kitaplığının Yeni Konukları” Kardaşlık Dergisi, Sayı-24, İstanbul 2004, s.24-25
35 Ziyat Köprülü, a.g.e., s.48
36 Erşad Hürmüzlü, Türkmenler ve Irak, İstanbul 2003, s.99
Ali KERKÜKLÜ - AKİSHABER ÖZEL
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.