Bizim olağanımız tek olağan değil
Teori hep doğrulanıyorsa ne âlâ. Bir kere yanlışlandı mı, yanlış olduğuna mı karar veriyoruz? Yanlışlanan teoriler çöpe mi gider?
Bilim düşüncelerine devam ediyorum. Neyi aradığımızı bilerek, ne bulacağımızı yaklaşık da olsa tahmin ederek gözlüyoruz, ölçüyoruz. Yeterli gözlem ve deney birikiyor ve o ölçtüğümüz doğa olayının nasıl işlediğine dair bir teori kuruyoruz. Bu sefer teorinin işaret ettiği yönde ve teoriyi yanlışlayacak veya doğrulayacak ölçmelere yöneliyoruz: Evet/ hayır deneylerine. Gözledikçe, ölçtükçe hâkimiyetimiz artıyor.
Teori hep doğrulanıyorsa ne âlâ. Bir kere yanlışlandı mı, yanlış olduğuna mı karar veriyoruz? Yanlışlanan teoriler çöpe mi gider? Geçen yazımın sonundaki soru buydu ve yerim bitmişti.
Evet, bazen bütün bütün çöpe giden teoriler vardır. Mesela, Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nın yazarı Thomas Kuhn’un da örnek verdiği, flojiston teorisi öyleydi. Descartes’in yerçekimini bütün kâinatın içinde yüzdüğü “esîr”deki anaforlarla izah eden teorisi de.
Bu teoriler gerçekten çöpe gitti. Bugünden baktığımızda bunların yanılmasının sebebi ilginç. Ya bilinmeyen bir şey sonradan keşfediliyor veya var zannedilen bir şey aslında yok. Flojiston teorisi tartışılırken oksijen henüz keşfedilmemişti. 20 asra kadar varlığına inanılan esir (ether) aslında yoktu. Tıpkı flojistonun olmadığı gibi.
İnşaat yaparken Newton’u kullanırız
Fakat bilimdeki yeniliklerin çoğu, olmayan bir şeyin keşfi veya var olduğu sanılan bir şeyin yokluğu şeklinde ortaya çıkmıyor. Bir alanda doğrulanan, bütün testlerden geçen teoriler, bir bakıyorsunuz başka alanlarda çalışmıyor.
Başka alan ne demek? Newton kanunları, bizim algıladığımız, boyutların metre mertebesinde, ağırlıkların kilogram mertebesinde olduğu evrenimizde hâlâ geçerli. Hâlâ çalışıyor. İnşaat yaparken, uçak veya füze uçururken, gemi yüzdürürken hâlâ Newton’un denklemleriyle hesap yapıyoruz. Fakat boyutların metrenin on milyarda biri, ağırlıkların gramın milyar defa katrilyonda biri olduğu atomların evreninde, Newton’un kanunları çalışmıyor. O kâinatta kuantum mekaniği, kuantum teorisi işe yarıyor. Ben, bilim mesleğine o evrendeki atomların enerjilerini ve başka özelliklerini hesaplayarak başladım.
Güneşin kütlesi, milyar kere milyar kere milyar ton! Uzayda uzaklıklar ışık yılıyla ölçülüyor. Işık yılı zaman ölçüsü değil, uzaklık ölçüsü. Işığın bir yılda aldığı yola eşit. Işık, saniyede 300.000 km gittiğine göre bir yılda aldığı mesafeyi siz hesaplayın. Kopya vereyim, saniyede aldığı yolu 365 x 24 x 60 x 60 ile çarpacaksınız. İşte, bize göre düşünmesi bile zor büyüklükteki bu evrende de Newton kanunları değil, Einstein’ın özel ve genel izafiyet teorileri geçerli.
Evren var evrenler var
Atomların evrenine mikro kâinat, galaksilerin evrenine makro kâinat diyoruz. Birinde geçen kanunlar diğerinde geçmiyor. Daha doğrusu doğanın bize öğrettiği şu: Sizin teorileriniz ve kanunlarınız, belli sınırlar içinde geçerlidir. O sınırları aştığınızda kanunlar, teoriler değişir.
Öğrencilerime kuantum teorisini anlatırken elektronların girişimi deneyini anlatırdım. O düşünce deneyinde, bir elektronun aynı anda iki delikten birden geçtiğini kabul etmeleri gerekirdi.
Pratikte yapılması zor deneyler bazen düşüncemizde yapılır. Kuantum teorisinde bunlar bolcadır. Elektronun aynı anda iki delikten birden geçerek girişim yaptığı deney de böyle bir düşünce deneyiydi. Bu “düşünce deneyi” sonra gerçek deney olarak da yapıldı ve aynen düşüncedeki gibi çalıştı. Bir cisim aynı anda iki yerde birden bulunuyordu. Yetmez… Bir cisim aynı anda birçok yerde bulunuyor. Başka? O gençler, maddeyi tarif ederken “uzayda bir yer kaplayan” diye başlayan bir tarife alışık olarak üniversiteye gelirler. Biz de onlara hiçbir parçacığın; yani elektronun, protonun, nötronun ve onların da yapısındaki temel parçacıkların hacim diye bir özelliği olmadığını anlatırız. Şimdi madde, “uzayda bir yer kaplamayan” mıdır?
Mantığınıza o kadar güvenmeyin
Öğrencilerimin her yıl uğradıkları şaşkınlığı seyrederdim ve sonra izah ederdim: Sizin makul dediğiniz, madde dediğiniz, dalga dediğiniz, delik dediğiniz, geçti/ geçmedi diye düşündüğünüz her şey ömür boyu kendi çevrenizden edindiğiniz izlenimlerdir. Atomların evreni sizin evreninizde edindiğiniz anlayışlara uymak zorunda değildir. Bilim felsefesi diliyle söylersek, bizim bütün “makul”lerimiz, ömür boyu başımızdan geçenlerden inşa ettiğimiz bir tümevarımdır. Fakat bizim gözlemlediğimiz dünyalar, var olan bütün dünyalar; ömrümüz de bütün zamanlar değil.
Şaşırtıcıyı, olağanüstüyü bilimin dışında arayanlara duyurulur. Doğanın kendisi, bilimin kendisi şaşırtıcıdır, olağanüstüdür. Çünkü doğa bizim olağanımızdan ibaret değil.
Sevdiğim, anlatmaktan hoşlandığım bu bahsi hoş bir hatıramla bitireyim. 1970’lerde bu konulardaki bir yazım üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı beni Bolu’daki eğitim merkezlerinde, il müftülerine kuantum teorisini anlatmam için çağırmıştı. Elektronun aynı anda iki delikten birden geçtiği de anlatılanlar arasındaydı. Konuşma bitince İstanbul il müftüsü yanıma geldi. Kıdemli, yaşlı, diğerlerinin saygı gösterdiği güzel bir insandı. “Evladım”, dedi, “Allah senden razı olsun. Hep merak ederdim. Cennetin yedi kapısı var derler, sonra da Rıdvan cennetin kapısında bekler diye anlatırlar. Ben düşünürdüm, bir Rıdvan yedi kapıda birden nasıl bekliyor diye. Şimdi rahat ettim.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.