BİTMEYEN KAVGA İSLAM’DA KADIN-ERKEK SORUNU

BİTMEYEN KAVGA İSLAM’DA KADIN-ERKEK SORUNU

21. yüzyılda hâlâ bu mesele mi? Ne yazık ki öyle. Benim suçum yok, attığımız her adımda bununla karşılaşıyoruz.

A+A-

Müslümanların büyük çoğunluğu dahil, medenî dediklerimiz de içinde, insanlar bu konuda Miladi 610 yılının öncesinde yaşamaktadırlar. Meseleye İslam açısından bakmamız, hem müslümanlar bakımından hem diğerleri için elzem gibi görünüyor.

Önce peşinen bazı gerçekleri temele koyacağımızı söyleyelim. Aksi halde tarihî yanılgılarımıza devam etmekten başka bir şey yapmamış oluruz.

Birincisi, Hz. Peygamberden sonra, fikir olarak, hüküm olarak, bilgi olarak, faaliyet olarak ortaya çıkmış pek çok şey, İslam’ı bağlamaz. Çünkü İslam’ın başına gelmedik kalmamıştır. Buna dikkat edilmeden bakıldığı için, İslam'ın özünü ve ruhunu anlama güçleşmiş, “eklemlenmiş veya asimetrik paralel İslam” dediğimiz anlayışlar, artıp durmuştur. Hz. Peygamber neredeyse görünmez olmuş, sadece kutlu bir ad kalmış, yahut da onun adına yalanlar uydurulmuştur.

İkinci temel gerçeğimiz, doğal halde, eşitlik diye bir şeyin olmamasıdır. Eşitlik, matematiksel ve mantıksal bir gerçek olarak anlam taşır. Doğal hayatta eşitlik olmaz. Eşitlik olsaydı hayat ve faaliyet olmazdı. Cenindeki hücreler ve yüklenmiş mikro birimler eşit olsaydı, kimi sinir sistemine, kimi kemik sistemine, kimi mide veya böbreklere yönelen bir gelişim ve organlaşma iş bölümleri olmazdı. Yani canlılık teşekkül etmezdi. Amip bile bölünüp çoğalırken, iki eşit amip meydana gelmez.

Eşitliğin karşıtı eşitsizlik kavramıyla değil, farklılık kavramıyla karşılanır. Birbirine eşit somut iki şey yoktur. Eşitlik, tabiatın kullandığı değil, bilimin kullandığı gerçektir. 2 sayısı 2 sayısına eşittir. Doğal olmayan eşitliği biz yapabiliriz. Birbirine eşit iki çizgi veya kare çizebiliriz. Birbirinin tıpkısı iki masa veya iki robot yapabiliriz. Eşit iki fasulye tanesi yoktur. Sayı olarak bir bire eşittir, fasulye fasulyeye değil. Tabiat unsurları ve tabiat olayları eşitlik ihtiva etmediği gibi, toplum ve toplum olayları da böyledir. Herkes aynı işi, aynı görevi yapsaydı, toplumun varlığı ve işleyişi olur muydu? Kur’an “kiminizi kiminize üstün kıldık” (En‘âm, 165; İsrâ, 21; Zuhruf, 32) derken bunu kastetmiştir. Burada üstünlük iş ve görev bakımındandır, insan ve insanlık bakımından değildir. Ayet “iş gördürmek için” diye de açıklık getirir. Yoksa tevhid dini, insanlık bakımından bir ayırım getirir mi?

Bu temel gerçeklere dayanarak deriz ki, erkek veya kadın iki kişi birbirine eşit değildirler. Ne erkek erkeğe, ne kadın kadına, ne de kadın erkeğe eşit olmaz. Biyolojik, psikolojik, kimlik ve kişilik olarak, benzerlikleri aşan bir farklılığa sahiptirler.

Eşitlik kavramıyla yola çıkmamak, meseleyi başka zeminlerde aramak için bunları söylüyoruz. Yoksa; madem ki eşitlik yoktur, o halde kadın haklarından, özgürlüğünden söz etmeye gerek olmadığına dayanak için bunları söylemiyoruz. İhtiyaç duyuluyorsa, sorunlar varsa, bu meselenin üzerine gidebiliriz. Kadın haklarını sağlamak için hep haklı sebeplerimiz olmuştur ve sorunlar eksik olmamıştır.

Meseleye eşitlik meselesiyle değilse, nasıl bakmalıyız? Adalet ve denge meselesiyle bakılmalıdır. Adalet kavramının içinde “Hak” vardır. Unutmamalı ki Allah’ın bir adı Hak’tır. Adalet de Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an’da tekrar edilen ayetlerden biri “Allah zalim değildir” ayetidir. Zulüm, adaletin zıddı bir kavramdır. Meseleyi anlamamızda denge (mizan) kavramı da bize yardımcı olacaktır. Kadın ve erkek, toplum düzeninde denge içinde bulunmalıdır. Varlık, denge (mizan) üzerinde yaratılmıştır. Yani her şeyde denge vardır. “Göğü Allah yükseltti ve dengeyi (mizanı) O koydu” (Rahmân, 7). “Sakın dengeyi bozmayın” (Rahmân, 8). Biri ağır, biri hafif iki şey arasında denge kurulabilir mi? Biri çok iyi, biri çok kötü iki şey arasında denge kurulabilir mi? Kurmaya kalkarsak adaletsizlik yapmış oluruz. Onlar kendi hayatlarını, istikametlerini yaşarlar ama gerektiğinde biz onları dengeli hale getiririz. Kadın ve erkek konusunda biri haklı, biri haksız diye bakarsak denge kurulabilir mi? Adaletten söz etmiş olabilir miyiz?

Bu temel gerçeklerden sonra kadın-erkek meselesine, serbest bir felsefe yapmadan ya da bilimsel ayrıntılara girmeden, İslam’a odaklanarak, bakabiliriz. Kadın ve erkek farklı iki cins, ama insan olma özelliğinde ve anlamında birdirler. Biyolojik, psikolojik, kişilik bakımlarından farklılıkları, insan olma özelliklerindeki ve insan olma anlamındaki birlik ve beraberliğe engel teşkil etmez. Hak meselesinde adalete asla engel olmaz. Doğal, bilimsel ve felsefî çerçevedeki sözü daha da uzatmadan doğruca İslam’daki yerine geçebiliriz.

Hepsine İslam adı verilmiş olan Tevhid Dininin son merhalesindeki kadın-erkek meselesi, din tebliği olarak son ve kemale ermiş olmasına rağmen, çok tartışılan bir mesele olmuştur.

Miladi 610 yılında başlayan dinî uyanış hareketi, ilk olarak bir kadının (Hatice) hareket bakışı, kabulü, koruyup kollamasıyla olmuştur. Bu size dikkat çekici gelmiyor mu? Erkekler daha sonradır. Tersi olabilir miydi? Olabilirdi. Bir şey fark etmezdi. Ama hayatın gerçeği böyle başladı. İlk şehit bir kadındı (Sümeyye). Kâbe önünde şirkin timsali Ebu Cehil’e tokat attı, oracıkta şehit edildi. Hristiyanlık safhasında nasıl olmuştu? Hz. İsa peygamberdir ama mesele, Hz. İsa’nın annesi Meryem’le başladı. O peygamber değildi ama Hz. İsa’dan önce ona vahiy gelmişti. Hz. Musa’nınki farklı bir süreç değildir. Annesi bebek Musa’yı suda (Nil nehrinde) güvenliğe alarak, erkek doğan çocukları birer birer öldüren Firavun’dan korumuş olarak, Musa’nın hayatını kurtarmış, din denilen yolun devamını sağlamıştır. Diğer ilginç olan, bebek Musa’yı sarayda Firavun’a rağmen yine bir kadının, Firavun’un hanımının büyütüp yetiştirmesi olmuştur. Allah, İradesini kadın yıldızları vesile kılarak ortaya koyuyor. Demek ki peygamber düzenli bir dinde, Allah ve Peygamberini hariç tutarsak, kadın öne geçmektedir. Çünkü o, koruyup kollayıcıdır, yetiştiricidir, şefkat ve merhamet pınarıdır, bir çeşit yaratıcıdır. Çünkü anadır.

İslam söz konusu olunca, kadın ve erkek meselesine, ferdî ve toplumsal iki yönden bakmak gerekir. Ferdî olarak kadın öndedir. Bu, sadece önemli meziyetlerinden değil, erkekten üstün olduğundan da değil, toplumda benzemez vasfına rağmen hak­sızlığa uğrayıp erkekler tarafından rüsvay edilmesine karşı, toplumları silkelemek ve adaleti sağlamak isteğindendir. Kız çocuklarının ve kadının içine düştüğü feci durum, yalnız Arabistan’a mahsus olmayıp, hemen hemen bütün dünyaya ait bir durumdur. Tarihte bunun bir istisnası olmuştur. Türkler. Fakat istisnalar kaideyi bozmuyor.

Kadın çok yerde cinsî bir mal niteliğine düşmüş, her türlü haktan mahrum edilmiştir. Böyle bir dünyada, böyle bir Arabistan’da, Allah Kelamı ve Hz. Peygamber, kadını ön plana çıkaracaktı. Öyle oldu. Gelenekselleşmenin kolay kolay terkedilemeyişinden kaynaklanan, devrime rağmen o günkü aksamalar, 30-40 yıl içerisinde kalktı. Hz. Ömer Hz. Peygamber’e şöyle diyordu: Ya Resulallah! Bundan böyle kadınlarımızı hiç dövmeyecek miyiz? Cevap: Dövmeyeceğiz ya Ömer. İleri gelen sahabiler bile yeni hayata henüz zor alışıyorlardı.

Hem konuyu daha iyi anlayabilmek, hem genel olarak İslamı anlayabilmek için, yanlış anlamaya ve yanlış anlatmaya da örnek olsun diye bir sayfa açalım. Madem kadını dövmekten girdik, örneğimiz de bu olsun: “... Baş kaldırmalarından (serkeşlik etmelerinden) endişe ettiğiniz hanımlarınıza öğüt verin, (olmazsa) onları yataklarında yalnız bırakın, (olmadıysa) dövün...” (Nisâ, 34). Ayetteki va’drıbû-hunne fiili, hepsinde değilse de bir çok mealde böyle tercüme edilmiştir. Ayet gerçekten bunu mu diyor, yoksa onlardan vaz geçin, onlardan uzaklaşın, uzak durun, ayrı kalın mı diyor? Vurmak anlamı da olan da-ra-be fiilinin Kur’an’da geçtiği yerlere ve anlamlarına bakalım. “Haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim? e-fe-nadribu” (Zuhruf, 5). Vaz geçmek, ondan uzaklaşmak anlamında. Kur’an’dan uzak mı duralım? deniyor. Hanımlarınız haddi aştıysa (bir müddet) vazgeçin. “Bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan (lâ yestetü’ûne darben fi’l-ardi)” (Bakara, 279). Dolaşmak, yürüyüp gitmek anlamında. “... Yeryüzünde sefere çıkan (izâ darabu’l-ardi) veya savaşan kardeşleri hakkında, eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi...” (Âl-i İmrân, 156). “... Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman (izâ darabtum fî sebilillah)” (Nisâ, 94). Savaşa çıkmak, yine yürüyüp gitmek, yerinden ayrılıp gitmek anlamlarında. Aynı anlamada Nisa, 102. “Yahut seferde iken (darabtunı fi’l-ardi) başınıza ölüm musibeti gelmişse...” (Maide, 106). Seferde olmak anlamında. “Musa’ya vahyettik ki, kullarımızla geceleyin yola çık (fe’d-rıb lehunı tariken)...” (Tâ-Hâ, 77). Yola çıkmak anlamında. “... Bir kısmınız Allah’ın lutfundan rızk aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler (yer’d-rıbûne fi’l-ardi)...” (Müzemmil, 20). Yol yürümek, ayrılmak, dolaşmak anlamında. “Onlara şu şehrin halkını misal getir (va’d-rib lehum)...” (Yâsîn, 13). Misal getirmek anlamında. Da-ra-be fiili Kur’an’da bu anlamlarda kullanılmıştır. Türkçe’de de yola vur/vur yola (yola git) anlamında kullanırız.

Neden bazılarınca dövün anlamı verilmiştir? Bilimsel alanı hep erkekler sahiplenmiştir. Bazı arkadaşlarımızın dediği gibi (Sadık Güner gibi) hadiste ve fıkıhta son otorite Hz. Aişe’den sonra gelenler erkek oldukları için, erkek hakimiyeti sürmüştür. Verilen, özellikle fıkhî hükümlerde tarafgirlik vardır.

Ferdî olarak kadının önde olduğuna dair çok örnek vardır. Bilinenleri tekrar olacaktır ama hatırlamakta fayda vardır: Biri geldi Hz. Peygamber’e sordu: Ya Resulallah! Bu hayata benim en fazla iyilik yapmam gereken kimse kimdir? Hz. Peygamber dedi: Annendir. Sonra kimdir ya Resulallah? Annendir. Peki sonra? Annendir. Ya daha sonra? Babandır. Meşhur hadis: Annen ve baban aynı anda seni çağırırsa, annene icabet et. Hz. Peygamberle zıhar konusunda kocasını şikâyet edip tartışan, boşanmamak için mücadele eden kadınla ilgili vahiy indiren ve kadını haklı bulan, Mutlak Kudret ve Kuvvet Sahibi Allah’tır. Sûreye Mücadele sûresi adı verilmiştir. Çok sayıda örnek var (Nikah, miras, çalışma, görev, boşanma v.b. meselelerdeki bilgi ve örnekler için bkz. Yümni Sezen, Aldatılmamak İçin Anlamak, Dinde Reform Bölümü).

Ferdî olarak kadının önde ve niçin önde olduğunu anlatmaya çalıştık. Gelelim toplumsal meselede kadına. Fert ve toplumu birbirinden ayıramayacağımız için, değişen bir şey olmayacaktır. Ancak teknik bazı ayrıntılar bulunmaktadır. Burada kadının hakkı korunmuş olarak adalet ve denge esası hakimdir. Toplumsal işlemlerin aksaması doğaldır ki arzu edilmez. Kadın, görev ve toplumsal işlevler bakımından sorumluluğunda bazı ilkelerle karşı karşıyadır: Doğasına ve kimliğine uygun yerde bulunmak, zorlanmamak ve mecbur tutulmamak. Dinî veya dünyevî bazı görevlerde, kadınlar bunları yapamayacaklarından değil, onlara yasaklanmış bulunduğundan da değil, özelliklerini hesap ederek bu işe zorlamamak, mecbur tutmamak esas alınıp, sorumlu tutulmamışlardır. Mesela Cuma namazına katılabilirler, katılmalıdırlar, fakat katılmadıklarında dinen sorumlu duruma düşmezler. Kadın, bir cemaate imamlık edip namaz kıldırabilir mi? Eğer ondan daha yaşlı, daha bilgili (din ile ve bu işle ilgili), daha tecrübeli biri yoksa, evet. Kadınlara imamlık etmesinde zaten bir sorun yoktur. İmamlık şartları vardır. Bu şartları bir tarafa bırakıp, kadın da bu işi yapabilmekte eşittir demek için bir zorlama yapmak, yakışıksız olur. Doğal ve gerçekçi olmak lazımdır. Zorlama, bazı konular için kadını kullanmak (istismar etmek) anlamına gelir. Ne eşitliğin bulunmayışı, ne de haklar meselesi istismar edilmemelidir.

Kadın, Tır şoförlüğü yapmak isterse, buna göre yetişmişse, yapabilir. Nitekim yapanlar vardır. Fakat böyle bir işe koyulmak istemezse kınanmaz. Bu işin şartları ağırdır. Gece-gündüz, yurt içinde, yurt dışında yola koyulacak, yemek ve uyumak için sıkıntı çekecek. Erkek olarak siz, oğlunuz, kardeşiniz, aileden biri, bu işe göre yetişmiş olarak mevcutken, hanginiz eşinizin veya kızınızın Tır şoförlüğü yapmasını ister? Toplumlar, bazı konularda kadınlarını koruma altına almışlar. Yeter ki bu koruma, haksızlığa yol açacak, adaletsizliği doğuracak şekilde olmasın.

Savaş dahil, erkeklerin yaptığı her işi kadınlar da yapabilir ve yapmaktadırlar. Fakat kadına en uygun görevler, doktorluk, hemşirelik, ebelik, öğretmenlik vb. gibi işlerdir. Bu işlerin dışındaki işleri yapmalarında dinen radikal bir engel yoktur. Fakat sadece kadınların yapabildiği ve yaptığı, erkeklerin yapamayacağı bir temel iş vardır: Doğurduğu yavruya bakmak, beslemek, eğitmek, yetiştirmek. Bu konudaki ayrıntıları herkes bilir. Ama şu gerçeğin de bilinmesi gerekir: Ana, konuştuğu dili yavrusuna öğretir ve en temel kültür kimliğini hayata, geleceğin kalbine yerleştirir. Bu da ona çok büyük bir sorumluluk getirmiştir.

Canı münakaşa etmek isteyenler, istedikleri kadar “baba olmazsa ana olmaz” desinler, tersi de söylenebilir ve dahası ana olmazsa, hiçbir şey olmaz denebilir. İlişkiler zinciriyle yetinmeyip sonuca ve gerçeklerin ortaya dökülüşüne bakarsanız, kadın erkekten bir adım önde görünüyor. İslam gibi bir din, müslümanların çoğu kör olsa da, bu hassasiyeti bilmez mi?

Dağ başında bulunmuş, tanımadığımız ama müslüman topluma ait biri olduğu kanaatinde olduğumuz bir ölünün cenaze namazındaki niyette, “Havva oğlu” veya “Havva kızı” deriz. Hepsi bu kadar.

Yümni Sezen / Milli Devlet

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.